DEF-İ MAZARRAT CELB-İ MENAFİDEN EVLADIR!?

Evet, sevgili okurlar.

Mutat olarak devletlerin, milletlerin, ülkelerin stratejik çalışma sistemleri; ülkenin ve milletin rahatlığına dairdir... Bölünmez bütünlüğüne yöneliktir..

Elbette ki, aynı minvalde yönetimlerin ve iktidarların da, çalışma hakikatleri, ülkenin bölünmez bütünlüğü, refahı ve mutluluğu içindir..

Olması gereken de budur...

Çünkü, Devletlerin var olabilme stratejisi de budur..

Eğer ki,  bu olmazsa, o devlet, o ülke, o millet hiçbir zaman payidar olamaz, uzun ömür yaşayamaz.

Bu stratejinin muhafazası için, özellikle ve öncelikle toplumun içinde var olan kötülüklerin kökten silinip atması gerekir!.. Varlık gösteren kötülüklerin yerine her daim, iyiliklerin öncelikli olması lazım.. Ülkenin en ücra köşesine, toplumun tüm bireyine taşınması, öğretilmesi, eğitilmesi ve gelecek nesillere miras bırakılmalıdır...

Ki bu eğitim ve öğretimin, iyiliklerin çoğalması, kötülüklerin de yok olabilmesi; “ilmi gerçeklere” dayanılmalıdır.

Çağdaş teknolojiyi ihmal etmemekle beraber, toplumun her kesimi ilmi gerçeklerle donatılması gerekir.

Bu ise rastgele materyalizme, sosyalizme, inkârcılığa, ilhada yönelik bilimsel felsefelerden değil...
Besmelesiz, Allahsız bilimlerle değil,...

Bu tamamen, yüce kâinat kitabı Kur’an’ın gölgesinde toplumun her kesimi, bu safhadan geçirilmesi gerekir.

Aksi takdirde toplum, dinsiz, ilahsız, inançsız bir hale gelir ki, yokuş aşağı freni patlayan kamyon misali; direksiyon hakimiyetini kaybetmiş olur...

Toplum hiçbir zaman, doğru bir istikamette yol alamaz, kendi varlığını tehlikelerden da kurtaramaz..

Gençlik “kötülüklerin” batağında debelenip durur..

Toplum da çağdaş cehaletten kendini arındıramaz!...

Dedik ya, milletlerin, devletlerin, iktidarların temel stratejisi; her şeyden evvel, “Deff-i mazarrat celb-i menafi” kaidesinin esasına dayalıdır...

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi; öncelik toplumu “kötülüklerden” sıyırıp, “iyiliklerle” donatmak ve yetiştirmek gerekir..

Eğer bu sağlandığı taktirde; toplum inanç noktasında ahlaki ve insanı yönde,  eğitilmiş olacak...

Tabi ki, gençlik te bu kalıba oturtulmuş olacak.. Çünkü, toplumun en önemli ve kıymettar sermayesi gençliğidir.. Gençlikte, ahlak dışı, zarar yaratan pisliklerden her daim, “uzak” tutulmalı..

Yüksek ahlak ve bilime sahip bir gençlik, hem tarihini, hem ecdadını, hem de gelecek nesiller için; koruma kalkanıdır, mirasın nöbetçisidir!...

İşte devletlerin varlığındaki ciddiyet, istikamet bundan ibarettir.


***

Sevgili okurlar..

Gerek tasavvuf usulünde olsun, gerek diğer hayat gerçeği içinde olsun, önce tahliye hükümleri, sonra tahliyenin yapılması tıp usulüne göre de bu kaide esastır, gerçektir, toplumların da payidarlığı için olmazsa olmazıdır.

Demem o ki; öncelikle bir yerin temiz, sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir ortama kavuşması için, “oranın” kötülüklerden arındırılması gerekir..

Kötülükler, arındırıldığında saf, temiz, salih, ahlaki, toplumsal bütünlüğü sağlayan, “iyiliklerle” donatılması, inşa edilmesi gerekir...

Tıp biliminin, hastalıkla mücadelede ya da hasta tedavisinde; ana ilkeleri buna dayanmaktadır...

Önce hastalık teşhisi, sonra çevresel faktörler, daha sonra da tedavi reçetesine odaklı yol haritası belirlenir...

Eğer ilaçsa ilaç, eğer ameliyatsa, ameliyat..

Ki bu tedavide radikal büyük önem taşımaktadır..

Vücut, teşhis ve tedavi sistemiyle kendini onarmaya, iyileşmeye başlar...

İşte toplumlarda, insan vücudu gibidir... Ki en büyük tedavi reçetesi de toplumdaki ahlaki” durumdur..
Eğer ki, toplumsal yüce ahlakın varlığı vaki ise ve bunu topluma enjekte edebilen irade hakim ise; o toplum sağlıklıdır..

Enva-i mikrop, onun bağışıklık sistemi karşısında varlık gösteremez, etki edemez!...

Anlayacağınız, ülkelerin ve milletlerin bölünmez bütünlüğü; 3Yüca Ahlak” üstünlüğüne bağlıdır.

Devletler, rastgele şablonlaştırılmış, kalıplaştırılmış yöntemlerle, rastgele insanların getirmiş olduğu yöntemlerle, kanunlarla yönetilmez.

Tam tersine “celb-i menfaat” yerine “celb-i mazarrat” olur...

Yani toplumsal yarar yerine toplumsal zarar hep meydana gelir..

Bundan değil midir ki; yüz yıldan beri ülkemizin çektiği ızdıraplar, milletimizi inim inim inleten antidemokratik, hukuk dışı uygulamaların sürekli varlık göstermesi!...

Nitekim, Batı dünyasının direktif ve talimatları altında 1923’lerde kurulan yeni Türkiye ve yeni anayasa, 1918-1920-1922’lerde o büyük kahraman mücahitler tarafından verilen milli mücadele ne yazık ki hep boşa çıkmıştır.

Milli mücadeleye gölge düşürmüştür.

İstiklal savaşımız hiçe sayılmıştır.

Yabancılar tarafından, devletimizin bünyesine yerleştirilmiş gizli mahfeller ve o mahfellerde saklanmış büyük masonik kafalar, ne yazık ki devletimizin bazı önemli kurum ve kuruluşlarının içinden her daim varlık göstermişlerdir..

Ve onların kökten, temizlenmesi mümkün olmamıştır..

Onun için devletimiz, gelen giden iktidarlar, milli irade ruhuyla pekiştirilmiş gerçeklerle, hareket etmemektedir..

Hep, müesses nizamın, yolunda gitmektedir..

Onun için de, hep ifade ediyorum Siyaset kandırmacadan ibaret olmamalıdır...

Ama ne yazık ki, ülkemizde hep kandırmacayla varlık göstermiştir...

Sonuç itibariyle, hastalık belli, konulan teşhis belli, tedavi reçetesi de bellidir..

Bunun için de; yeniden milli ruh, milli direniş ve mili bir birliktelikle, geçmişine, eski tarihe dönüp, bakmalıdır..

“Biz nerde hata yaptık” diye...

Yüz yıllık, tarihimizde yaşanan ve yaşatılanların “hangisi gerçek, hangisi yalan” ortaya çıkarılmalıdır..

Ki geçmişle; yüzleşme vakti gelişte geçmiştir...

Çünkü, Ülkemize bugüne kadar zarar veren nice zararlı varlıklar, hep faydalı ve yararlı olarak gösterilmiştir...

Sahte kahramanlar yaratılmıştır…

Ve ülkemiz ne yazık ki bilimsel açıdan, dinsel açıdan, teknolojisel açıdan, ekonomiksel açıdan tümüyle; hep gerisine gerisine zarar görmüştür.

Bir türlü kendi bünyesini, doğru bir rotaya oturtamadığı gibi; içini de temizleyememiştir.

Bakınız son birkaç yıldan beri millet, toplumsal bir ahlak çöküntüsüyle boğuşmaktadır...

Büyük bir  çürümüşlük söz konusu..

Bize göre bu çürümüşlüğün en temel dayanak noktası da muhalefettir, iktidar partilerin beceriksizliğinden daha fazlasıyla, muhalefetin çok büyük rolü vardır..

Osmanlıyı yıkan ve virane haline getiren İttihat Terakki Cemiyeti ne ise ne yazık ki bugün Türkiye’deki muhalefet, özellikle ana muhalefet, özellikle lideri ve çevresi, o ittihatçıların siyasi ayağı ve gölgeleri gibi “siyaset” gütmektedir...

En derin saygı ve sevgilerimle.