DEVLETİMİZ HUKUK DEVLETİ Mİ, KANUN DEVLETİ Mİ?! (II)

Sevgili okurlar...

Dünkü sohbetimizde de ifade ettim...

Gerek bölgemiz, gerekse ülke sathında, tarihimize düşen notlarda, çok kirli, kirli olduğu kadar karanlık, karanlık olduğu kadar da vahim sonuçlar doğuran, hadiseler” yaşandığı mevcuttur!.

Siyasi ve ideolojik ceberuti anlayışların yarattığı vesayetle;  “büyük zulüm” yapılmıştır...

İşte bu zulümkâr atmosferde, devletin içerisine nüfuz etmiş “şer yapılar” özellikle “maskelerini düşüren” medya grubumuzu hedef seçtiler...

Ki bu “hedef seçilmişliğimizin” ana etkeni de, devlet adına PKK’yla yapmış olduğumuz fikri ve ideolojik mücadelemiz olmuştur..

Terörün teröristlerin yapamadığını; mücadelemizde zerre-i miskal bizleri alı koyamadıklarına rağmen, ne hazindir ki “devletin içerisinde” nüfuz etmiş uzantıları tarafından, “organize edilen” sinsi senaryolarla, bizleri alı koymaya çalıştılar...

Devletin gücünü, oturdukları makamın yetkilerini keyfi şekilde kullanarak başımıza şeytani çoraplar ördüler..

Zorba bir hegemonya oluşturdular..

Ama davamızdan dönmedik..

Ağır bedeller ödedik...

Bu ağır bedellerin içerisinde, “evlatlarımızı” kaybetmemiz de var..

Bu uğurda, dört evladımızı kaybettik..

Ama kutsal bir dava uğruna…

Ki bizim bu davamız ta kıyamete dek “Mahkeme-i Kûbra”daki hakla batılı ayıran gerçek yargılamaya kadar devam edecektir..

Zira biz hiçbir zaman haksızlığa, yanlışlığa, kötülüğe boyun eğmedik, devletimize, milletimize karşı hıyanete, ihanete “rıza” göstermedik, imza atmadık, ima edici hal ve hareket içerisinde de olmadık!.

Dedik ya;

Kirli terör odaklarına hedef olduysak da o kirli odaklardan daha fazla devletimizin bünyesinde bulunan kirli iğrenç sosyalist, Marksist, PKK’yla DHKP-C’yle daha nice çeşitli terör odaklarıyla iç içe giren ve devletin imkânlarını kötüye kullanan zevatın zulmüne uğradık...

Kötü tıynetli yüz ve karakterlerle karşılaştık.

Yalnız biz değil, inanınız ki ister Güneydoğu Anadolu coğrafyası olsun, ister Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar olsun; mağdur olmamış kimse yok!…

40-50 yıl içerisinde bizim ödediğimiz nice ağır faturalar olduğu kadar, Anadolu insanımızın birçok ailesi de aynı iğrençliklerle karşı karşıya gelmiş, getirilmiştir!..

Nice nice ana baba kuzuları kirli odaklara, teröre hedef edilmiş ve evlatlar yitirilmiştir.

Şehadet mertebesi de olsa her şeyden evvel o bir candır!.

Nice Anadolu ailelerine kor ateşi düşürülmüştür.

Ama askerinden tutun da siviline kadar fakru zaruret içerisinde kıvranan insanlardan tutun da, zengin iş adamlarına kadar.

Her şeyden evvel tüm bu olup bitenler, mevcut olan kirli sistemin Siyonist ve haçlı emperyalizmin birer plan ve projeleriyle gerçekleştirile gelinmiştir.

Nasıl ki PKK ve DHKP-C gibi ne kadar terör odakları oluşmuşsa oluşsun; hepsi A’dan Z’ye kadar kirli bir sistemin muhassalasıdır..

Yani, ürünüdür.

Hukuka aykırı bir şekilde devletin içerisine sızmış kirli eller, antidemokratik uygulamalara yönelerek, millete ne kadar ağır faturalar ödetilmişse de, bir o kadar da devlet ödemiştir..

Çünkü, devlet güven kaybına uğramıştır..

Çünkü, devlet ile milletin arası açılmıştır..

İç ve dış güçlerin; ülke coğrafyasında rahatlıkla cirit atmasına neden olmuştur?

Yani, ülkenin coğrafyası tehlikeye düşürülmüştür.

Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki Hendek-Barikat terörü olaylarından tutun da, İstanbul Taksim Gezi Parkı olaylarına kadar…

17-25 Aralık operasyonları…

15 Temmuz hain darbe girişimi..

Tüm bu “ihanet dolu” olayların ağır faturalarını hep millet ödemiştir...

Yalnız vergileriyle oluşan ağır bütçesiyle değil.

Hem o var, hem de toplumun nice ailelerinin birer canları durumundaki ana baba kuzuları, evlatları yok olup gitmişlerdir.

Her ne kadar her şey “vatan uğruna” denilmişse de…

Uygulayan uygulayıcılar; vatanla, imanla, milletin inancıyla ve iradesiyle uzaktan yakından alakası olmayan soysuz, asılsız, ne idüğü belirsiz bir ideolojiye hizmet edenlerdir...

Ve ne yazık ki devletin materyalleriyle iş yapanlar tarafından bunlar gerçekleştirilmiştir.

Dünkü yazımızda da dile getirdiğimiz hususların arkasındayız ve peşini de bırakmayacağız.

Devlet yetkililerine de şöyle sesleniyoruz.

“Ey benim oyumla TBMM’ne giden muhalefetin ve iktidarın meclis-i mebusanları..

Hepsine sesleniyoruz.

Özellikle Cumhurbaşkanımıza.

Özellikle İçişleri Bakanımıza.

Özellikle Adalet Bakanımıza.

Lütfen!

Bu milletin yıllardan beri çektiği ıstıraplar artık son bulsun.

Canlarıyla, kanlarıyla, şeref ve haysiyetleriyle beraber her şeyi günü geldiğinde feda etmeye hazır olmuş bu millete yapılanlar yazıktır, günahtır..

Yeter artık...

Devletimizin bünyesinde bulunan, hele hele kutsal olarak bildiğimiz ve tarihe şan, şeref veren TSK’nin bünyesine yerleşen Yaşar Büyükanıt’lar gibi hainler, gölge düşürmüştür..

Ki Büyükanıt, hem kendisi Yahudi hem de Yahudi kökenli bir insan...

Nasıl olur da Harbiye’de okuyor ve rütbe alıyor!.

Ve nasıl oluyor da, TSK’nin bünyesinde ta Genelkurmay Başkanlığına kadar gelebiliyor?

Ona, bu milletin ordusu teslim ediliyor...

Ve bu kişi, milli iradeyle iktidara gelen mevcut iktidara laiklik adına 27 Nisan e-muhtırasını gönderiyor.

Ve ne oluyor da devletin kilit noktaları kendisine emanet edilmiş bir Nihat Çakar, Adalet Bakanlığını temsilen DGM Cumhuriyet Başsavcılığına getiriliyor?

O dönemde bu kirli girişimi elinde tutan ve uygulayan bu anılan zevatın tüm belgeleri ve kullandıkları elemanları arşivlerimizde mevcuttur.

Hele hele dünkü yazılan belgenin ne kadar sahte ve oyunla hazırlanmış bir belge olduğunu gördünüz.

Bir aileyi mağdur etmek adına sahte PKK ifadeleri kullanılarak somutlaştırmaya çalışanlar için diyoruz…

Bunlar devletimizin bir ayıbı değil midir?

Bunların varlığı ve hala da dokunulmamış olması bir hukuk devletinin ayıbı değil midir?

Elbette ki ayıbıdır.

Zira anayasa var.

Anayasada belirtiliyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir Hukuk Devletidir.

Kanun devleti değil.

Dünkü paylaştığımız belge PKK’nın değil, tam tersine PKK’lı itirafçıların elleriyle yazdırılmış ve dönemin 7. Kolordu Komutanının değişik tarihlerde Kolordu Komutanı adına iki tane Kurmay Başkanı tarafından hazırlanmış bir belge.

Keza aynı belge DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından somutlaştırılmaya çalışılmıştır...

Sözde belge Nihat Çakar döneminde bir savcıya zorla yalan dolu ve sahte iddianame hazırlanmıştır.

Hem bizi hem evlatlarımızı gözaltına aldırdı!!.

Nihayetinde Türk adaletine sonsuz şükranlarımı arz etmek istiyorum.

O dönemin 4 Nolu DGM heyeti tarafından derin araştırma yapılarak bu belgenin sahteliği ortaya konuldu..

İşte bu belgeye karşılık DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan o sahte iddianameyi sizinle paylaşıyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.