HUKUK DEVLETİNDE CİNAYETLER SİLSİLESİ!?

Evet, sevgili okurlar.

Bu köşede dün sizinle yapmış olduğumuz sohbetin ana çizgisi, temel stratejisi, bir hukuk devletinin içinde ardı arkası kesilmeyen hukuk dışılıkların var oluşu ve bunun başını çeken seri cinayetlerin süreklilik kazanması; neye alamettir?

Suç ve suçlu potansiyelinin her gün oldukça artarak toplum içinde bir fitne unsuru olarak idamesiyle alakalı, bazı zevata yani devlet büyüklerine dostane uyarıda bulunmuştuk.

Hatta TBMM Başkanı Sayın Mustafa Şentop ile Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül Beyefendinin Diyarbakır’a teşrifleri hakkındaki yazmış olduğumuz yazıyı, “SİYASET OLDUKÇA ZİLLETE SÜRÜKLENİYOR” başlığı altında sizinle paylaşmıştık.

Bugün ise o paralelde aynı konuyu değişik versiyonlarla bazı güncel olaylarla da, ekleyerek mevzuları ele alacağız.

* * *

Sevgili dostlar.

Her gün biraz daha oluşan olumsuzlukların varlığı, cinayetler, suç ve suçluların çoğalması bir hukuk devletinin neresinden geçiyor diye kendi kendimize bir soru oluşturduk.

Cevabını da müspet ve objektif bir şekilde siyaseti teşkil eden zevattan bekliyoruz dedik.

Gerçekten objektif, tarafgirlikten uzak, doğru bir bakışla, Türkiye’deki günlük vakalara bakıldığında, yaşananlar akla durgunluk veriyor.

Ama unutmayalım ki gerçek manada hukukun üstünlüğüne inanan bir hukuk devletinin, hukuk devleti olarak var olabilme şartı;

Toplumun ruhunu zedeleyen, toplumları kökten huzursuz eden, toplumun can ve malını tehlikeye atan ne kadar menfi, menfur, kötü huylu olaylar varsa, onları saf dışı etmesi gerekir...

O kötülükleri ortadan kaldırmak ve o hukuk dışılıkları kökünden söküp atmakla, ancak toplumun refahı ve mutluluğu tesis edilebilinir...

Bir hukuk devletinin gerçek manada adil olma hali bunu bize öğretiyor.

Hakikatlerin, olmazsa olmazıdır.

Hukukun üstünlüğüne, adaletin mülkün temeli olma gerçeğine inanan bir siyaset veya bir sistem, hiç bir zaman ülkeyi kötü badirelere sürükleyerek boğdurmaz...

Hep, mutlak bir huzurun sağlanması için çalışır...

Toplumu mutlu ve müreffeh bir seviyeye getirme gerçeğinin peşinde koşar...

Eğer bunlar yaşanmıyorsa ve suçlar oldukça her gün biraz daha kabararak artıyorsa, demek ki hukukun üstünlüğünden bahsedilemez...

Bir hukuk devleti olmaktan dem vurulamaz..

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Gerek yazılı medya olsun, gerekse görsel medya olsun…

Gösterilen görüntüler, birinci sayfalarda yer alan ana haberlerin başlıklarında İstanbul’da meydana gelen Mimar Başak Cengiz’in vahşice katledilmesi,  eli kanlı soytarı katilin sosyal yaşamından bahsediliyor...

Yazılıyor, çiziliyor ve boy boy resimler veriliyor.

Tüm bunlarla beraber devletin, siyasetin, rejimin, sistemin bu suçları ortadan kaldırabilmek için maktul ve mağdur insanların ailelerinin yuvalarına her gün kor ateşi düşüp içleri yakan olayları bertaraf etmek için nedense herhangi bir girişimde bulunulmuyor...

Adil bir hukuk sistemini ortaya koyup “İşte adalet bu!” katle katil, cinayete cinayet, kısasa kısas demiyor?

Garip olan da şu “bu millet, bu memleket nereye gidiyor?” diye soran da yok...

Geçici ve siyasi taziye şovlarıyla olayları geçiştirmek, bize göre topluma bir şey kazandırmaz.

Ülkeye bir şey getirmez.

Hiçbir katkı söz konusu olamaz.

Şu halde bir de bakınız dünkü SÖZ Gazetesinin birinci sayfadan büyük puntolarla verdiği manşet haber aynen şöyle;

BARIŞ BULUŞMASI KANLI SONUÇLANDI? “

Diyarbakır, hafta sonu barış buluşmasındaki kanlı çatışmayla sarsıldı. İki kişi öldürüldü. Bağlar’da peş peşe işlenen cinayetlerin ise failleri yakalandı.”

Bu haber, gerçekten insanları hayal kırıklığına uğratıyor.

Ama ne yapacaksın?

Devlet suçların kökten yok edilmesi için, suç potansiyelinin ortadan kaldırılması için, suçlunun da suç işlediği şekilde aynı cezayla karşılık verilmesi gerektiği gerçeğinden uzak durduğu müddetçe, “toplum dehşetengiz” gidişattan kendini kurtaramaz..

Çünkü sistem adeta toplumsal bir fitne unsuru olarak işlem görüyor...

Ki bu millet kendi kendini artık yönetmeye çalışıyorsa da heyhat!

Eli bir yere ulaşamadığı gibi, gerçek iradesini ortaya koyan da yok...

Zira engeller var.

O engel de devletin mevcut müesses nizamıdır...

Devletin bu mevcut sistemi, ne yazık ki topluma bir şey vermemiştir, veremediği gibi de daha fazlasıyla almaya çalışıyor.

Zira milli ve yerli değil, ithal malıdır.

Müstevli ve emperyalist unsurların projesidir.

Toplum, her gün biraz daha uçurumun kenarına itiliyor.

Devleti ve milleti birbirine yaklaştırıp, birbiriyle pekiştirip, birlikteliğini yaşamayı ve yaşatmayı temel unsur olarak bilmesi gerekirken, ne yazık ki gelen giden sistem ve uygulayıcılarının hiçbirinin tescil defterlerinde bu gerçekler yer almadığı gibi, yazılmıyor da!

Mesela;

Daruriyat-ı Hamse” denilen toplumsal günlük hayat akışları içerisinde, var olup uygulanması gereken olmazsa olmaz olan beş ana unsur var...

Bunların korunması gerekir...

Eğer bir hukuk devleti bu beş ana unsurdan birini dahi koruma altına alamıyorsa, hiçbir zaman hukukun üstünlüğünden, demokrasiden, hukuktan bahsedemez.

Birincisi din...

Toplumun dinine, inancına, mukaddesatına saygılı olup koruma altına alması gerekir.

Bu demek değildir ki, koruma altına alırken, dini tozlu raflara kaldırmak değil.. Tam tersine dinin gerçeklerini her yönüyle topluma aktif bir şekilde aktarmak gerekir...

Öğretilecek, okutulacak, yaşatılacak..

İkincisi Can güvenliği…

Her kim olursa olsun, “hayat hakkı” devletin koruması altında olacağı gibi, eşitliği de tavizsiz uygulamalı..

Kimse kimseden üstün değil...

Üçüncüsü Aklın korunması…

Akıl her birey için, eğitim ve öğretimdir.. Neslin korunmasıdır.. Özellikle gençlerin “akıllarının” daima dinamik, ilme, irfana, medeniyete odaklı, çağdaşlıkla kendini yetiştirmesi gerekir.

Bir elinde Kur’an, diğer elinde ise en son teknoloji..

Kısacası gençlerin aklını, zihnini, yaşamını “ahlaksızlığa, uyuşturucu müptelalığına” karşı, koruyup kollamalıdır?

Dördüncüsü Neslin eğitimi...

Yarınların güvence altına alınması, inanç ve ibadet açısından tüm bireyler kadar neslin de eğitimi ve öğretimi “İlim ve Bilim” ekseninde olmalıdır...

Topluma ve devlete faydalı, Salih bir neslin yetişmesi..

Beşinci, mülkün korunması...

Ki bu koruma bireylerin malı, mülkü kadar, devletin de, milli servetin de, hazinenin de, malının korunması, kollanması, güvence altına alınması gerekir... Eşkıyanın, zorbanın “iştahını” kabartan, mala, mülke çökme gibi gaspçılara, devlet göz yummamalıdır...

İşte tüm bunlar sağlanmadığı takdirde hiçbir zaman o devlet, kendini hukuk devleti olarak tanımlayamaz...

Peki, hal-i vaziyette bunların hangisi vaki...

Sorarım size.

Allah aşkına sevgili okurlar.

Yüce İslam dininin temel kaide ve unsurlarının toplum arasında muhafaza altına alınıp yaşatılması, sistemin hangi unsurları tarafından gerçekleşiyor ya da himaye ediliyor??

Hiçbiri..

Her şey tam tersi yönde ilerliyor...

Bir;

Dinle milleti birbirinden uzaklaştırıp sekülarist ve Kemalist bir anlayışla sistemi, topluma hâkim kılıyor...

İki;

Canın korunması var mı?

Bakın, yukarıda bahsettiğimiz gibi samuray kılıcıyla 15 yerinden parçalanarak öldürülen masum Mimar kızımızın hali vaziyeti ortada.

Hafta sonu Diyarbakır’da iki ayrı yerde, hem de barış esnasında, barış yerine kaşla göz arasında oturan insanların karşılıklı silah düellosu yapması.

Üç;

Sözde koruma altına alınan kadın, eşi tarafından canice öldürülüyor.

Ama bu sadece sıradan bir şey değil ki?

Allah’ın her günü eşler arasında katliamlar gerçekleşiyor ve yapılan yapanların yanına kar kalıyor?

Biz hukuk devletinin neresindeyiz Allah aşkına!

Kavram olarak hukuk kavramını kullanarak, adalet kavramını kullanarak, siyasilerin siyasi geleceklerini koruma altına almakla, günlerini gün etme hali, daha ne zamana kadar bu memlekette devam edecektir?

Tek kelimeyle;

Sistem ne yazık ki adil olmak yerine tam tersine bir fitne unsuru haline gelmiş, toplumun içine bir hastalık olarak yerleşmiştir.

Kurdu saklamak için, kuzunun postunu kurda giydirmekle kimse bir yere varamaz.

Yani her şeyi tersyüz etmek kimseye fayda getirmez.

En derin saygı ve sevgilerimle.