MÜESSES NİZAM, DEMOKRATİK BİR NİZAM MIDIR?! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin bünyesine taşıdığımız “MÜESSES NİZAM, DEMOKRATİK BİR NİZAM MIDIR?!” sorusuna bugün daha net bir şekilde cevap vermeye çalışacağız..

“Müesses Nizam…”

Yani uygulanmakta olan mevcut sistem, rejim ve düzen, ne derseniz deyin.

Gerçekten, vücuda gelen haliyle demokratik midir?

Demokratiktir denildiği takdirde hiç kuşkusuz ki, sorular zinciri birbirini takip eder...

Şöyle ki, "Demokrasi ne demek?.."

Herkese hürriyet, konuşma özgürlüğü, yazma, düşünme, tefekkür özgürlüğü, yeme, içme, giyme özgürlüğü, çeşitli partilerde siyaset yapma özgürlüğü…

İyi hoşta, tüm bunları sıralıyoruz..

Ama velakin bize göre; burada çok büyük bir yanlışlık söz konusudur...

Zira "fikir ve düşünce özgürlüğüne" rasgele bir özgürlük denilemez.

Batılı, inkârı, yanlışları, yalan ve iftiralarla dopdolu bir düşünceyi ve fikri öne sürmek, kalem oynatmak gibi bir durum, demokrasinin tarifine girse bile kifayetsizdir.

Çünkü hakkın, hakkaniyetin, adaletin, insan temel hak ve özgürlüğünün tam manasıyla uygulama şekline zıttır…

Nitekim, insan; yalnız ve yalnız Allah’a kulluk edebilme hürriyetine sahiptir.

Ve bu tanımlamayla insanlık muamması çözülür.

Zira Allah’a kul olma özgürlüğü, kişiye verilen en üstün bir özgürlüktür ve meziyettir.

İşte böylesine bir özgürlüğü Allah’a kulluk yapmaktan öte deccaliyete, kıt karanlık bir rejime, insanları insanlara köle ettirme halet-i ruhiyatına biat ettirmek, kabul edilemezdir..

Ki özgürlük söz konusu olamaz.

Allah'a kul olma özgürllüğü; özgürlüklerin en üstünüdür…

İşte bu özgürlükler gerçek manada özgürlüktür, dosdoğru bir istikamet kazandırır.

Sağlam, namuslu, ehli takva, Allah’tan korkan insanlar toplumu halini alır..

Yoksa rasgele inanç özgürlüğü, demokrasiye inanma özgürlüğü, hatta laikliğe inanarak bütün varlığı orada harcama özgürlüğü gibi durumlar varsa da hiçbir zaman bunlara özgürlük denilemez..

Denilecek bir ifade var ise;  o da tam manasıyla köleliktir…

İnsanları dinden uzaklaştırma, Allah inancından soğutma gibi halet-i ruhiyatlar, özgürlük getirmez, esaret getirtir…

Ve küçük düşmekten başka bir şey olamaz.

Evet, insanları Allah’a kulluk göreviyle tanımlayıp yaklaştıran unsur, o insanın temel hak ve özgürlüğüdür...

Bakınız, sevgili dostlar.

İslam Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V) diyor ki;

“Sakın toplumda in’a olmayın”

Yani görüşünü, fikrini, istikametini kendisi çizmeyip, kendisi belirtmeyip, başkasının hezimeti altında kendine yol çizen, rasgele herkes ne ise ben de o şekildeyim derse.

Herhangi bir reye sahip değil, ancak başkasının uygulamaları paralelinde kendini de ona uydurup yola çıkma hali, demokrasi değildir, köleliktir…

Zira Resulullah (S.A.V) diyor ki;

“Sizden herhangi birisi in’a olmasın”.

Yani insanların iyi tarafını gördüğü zaman o tarafa geçer.

Kötü tarafını gördüğü zaman da bile bile kendini o kötü tarafa katar.

Tıpkı terör odakları gibi.

Tıpkı ranta dayalı siyaset arenası gibi..

 

Yine bir Hadis-i Şerif’te şöyle diyor;

"Münkerat ve batıla karşı kesinlikle susmayın, devleti ve devleti yönetenleri daima uyarın.

Senin bu uygulamaların bu şekilde zarardır…

Bu zararlar topluma yarar yerine büyük zarar vermektedir…

Ey devlet-i aliye, rejimini, sistemini elinde tutan insanlar!..

Adil olun.

Yamukluk yapmayın.

İnsanın temel hak ve özgürlüğüne inanın ve uygulayın.

Aksi takdirde hiçbir cihette bu millet, hiçbir şekilde size inanmaz, güvenmez..

Ve arkanızdan gelmez…"

 

Bakınız, Hz. Ömer ile Hz. Ebubekir-i Sıddık…

Minber üzerinde, ahalisine vaaz verirken, şöyle diyor…

“Kimin alacağı varsa, kimin hakkı varsa, gelsin benden istesin ben hemen onlara o hakkını ödeyeyim…”

İşte o büyük sahabelerin ruhuna keşke sahip olmuş olsaydık.

Bilindiği gibi Ömer İbn Abdulaziz, Emevi devletinin en başta gelen yöneticilerinden biridir…

Zerre kadar adaletinde terazisi şaşmaz bir insandı.

Ve hep mütevazi, hürmetkar, İslam davasını üstün tutan, bayrak yapan büyük bir devlet adamıydı.

Bir gün Irak’ta bulunan Abdülhamid İbn Abdurrahman isimli bir Valiye mektup gönderiyor…

Diyor ki;

“Devletin beytülmalde biriktirilen malları ne ise zamanı gelmiştir, onları fakir fukaralara dağıt...

Yanında ve beytülmalde hazinede kalmasın...”

Ömer İbn Abdulaziz’e cevaben Vali şu mektubu gönderir…

“Ey büyük Halife!

Biz hazine malını kendi depolarımızda saklamıyoruz.

Ve hemen gerektiği yere dağıtıyoruz.

Sizin dediğiniz şekilde ben herkesin hakkını fakir, perişan olan kimselere beytülmalden ödemişim.”

Ancak Ömer İbn Abdulaziz mektubunda şöyle bir emir veriyor…

Diyor ki…

“Toplumda bekarlar varsa ve evlenmek istiyorsa, güçleri yoksa, beytülmalden yardım et, o iki çifti evlendir.”

Vali tekrar yazıyor;

“Ya halife!

Ben onu da yaptım, fazla bekar kalmadı.

Ama bunu yaparken de hazineyi de boşaltmadım.

Hazinede yine mal vardır.”

Zaman geçiyor, yine Ömer İbn Abdulaziz yazıyor;

“Tüm bunları yapmışsın güzel ama borçlu olanları da tespit et, çağır ve kimin borcu varsa hepsini öde.”

Onu da tespit ediyor ve “borçlu olanların da borcunu ödedik, toplum büyük bir müreffeh ve mutluluk içinde yaşıyor...”

* * *

İşte, bakınız sevgili okurlar.

İslam adaleti bundan ibarettir.

Köşeyi dönmek için değil…

Tüyü bitmeyen, fakr-u zaruret içerisinde kıvranıp duran, bırakın evlenemeyen iki çifte yardım etmeyi, bilakis nemelazımcılık toplumun içinde büyük çapta hakimdir.

İşte devlet denilen budur.

Tek kelimeyle İslam devleti insanları, insanların kulluğundan sıyırıp direk Allah’a kul olma şerefine ulaştıran bir dindir.

Yoksa birisini diğerine kul veya köle yapmak değildir.

En derin saygı ve sevgilerimle...