RAMAZAN AYI, KUR’AN AYIDIR!?

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten İslam dünyası olarak Müslümanların yaşadığı iman ve amel birlikteliği Salih midir?

İşte bu sorunun mahiyetiyle, yaşadığımız çağı irdelersek..

Dahası, İslam’da amel imansız, iman da amelsiz olamaz inancıyla yola çıkarak, mevcut durumu okuyalım..…

Hiç kuşkusuz ki, Ramazan-ı Şerif, İslam dünyası için büyük bir fırsattır.

Hem maddi, hem manevi yönde; kazançtır…

Maddi olarak bereket, uğur, hayır ve hasenatlar içeren bir aydır...

Kur’an’ın emrettiği gibi, her Müslüman’ın Allah yolunda infak ettiği harcamalar, misliyle değil, katbekat fazlasıyla yerini doldurur.

Bu Kur’an’ın hükmüdür.

Bu itibarla Kur’an daima “infakün fi sebilillah” diye emreder...

Der ki; Allah yolunda harcama yapın.

Bu emr-i ilahi paralelinde yola çıkmak isteyen her Müslüman, Kur’an ayı olan Ramazan-ı Şerifi “Allah’a olan kulluk görevini yerine” getirmede; fırsat olarak görüp yaşaması gerekir...

Zenginler “zekâtını vermekte” cimrilik yapmaması lazım..

Hiç unutmayalım ki; Allah için, sadakatle, istikametle, ihlasla harcanan her şey, Cenab-ı Allah o varlık sahibinin kesesinden vermez..

O varlıkta, fakir fukaranın hukuku var..

Ve hak verildikten sonra, Allahû Teala onun yerini doldurur.

Bu İlahi bir vaattir.

Yani gerçek bir vakıadır.

Netice itibariyle, İslam ümmetine adam yetiştirme inancı içinde yaşamamız gerekir.

Bunu da, ilimle gerçekleştirebiliriz...

Gençliğimize, evlatlarımıza İslam’ın böylesine mübarek aylarını, günlerini, gecelerini, yapılan ibadetlerini öğretmemiz gerekirken, ne yazık ki bugün İslam dünyası bunun gafleti içerisinde kıvranıp durmaktadır...

Ramazan ayı Kur’an ayıdır diyoruz ya;

Peki, Kur’an’ın ne olduğunu bilmemiz gerekmez mi?

Kur’an’ın neyi emrettiğini, neyi hedeflediğini, ne amaçla Hz. Muhammed (S.A.V)’in kalbi üzerine vahiy olarak inmiş olduğu gerçeğini öğrenmemiz gerekmez mi?

Elbette ki gerekir...

Ama nerde?

“Ben Ramazan ayında ibadet yapıyorum, orucumu tutuyorum, gecelerimi ibadetle ihya ediyorum, elim de açık, zekâtımı da veriyorum, sadaka veriyorum, ama elimde gençliğim yok...”

Sorulmaz mı, bu nesil kimin neslidir diye!...

Çünkü gençlik başka havalarda yürüyor.

Başkalarının elinde eğitiliyor.

Küfre dayalı çarpık ve çelişkili bir sistem içerisinde kıvranıp duran bir gençlik var...

Bir derbederlik söz konusu..

Onun için, gençliğin elden gitmemesine yönelik Müslümanlar o gençliğe sahip çıkması gerekir...

Hem maddi, hem manevi onu donatması lazım…

Ne gibi imkânsızlıklar içerisinde gençler varsa, onları yetiştirip topluma “hayırlı” neferler olarak mal etme hareketinde bulunulmalı..

Ki bu da manevi bir cihattır.

Müslümanların onu elden kaçırmaması lazım…

Bundan dolayıdır ki; gençlik, gençlik, gençlik diyoruz.

İslam ümmeti için, hatta tüm toplumlar için gençlik çok önemli bir sermayedir...

Bu sermaye elden gittiği zaman, maddi varlıklar hiçbir şeye yaramaz...

Sonuç itibariyle; miras olarak kalması gereken eser, imanlı gençliktir.

İmanlı gençlik de zengin, varlıklı olan insanların imkânlarıyla elde edilebilir diye düşünüyoruz.

Aksi takdirde sadece görünümdeki ibadetlerimizin yaşam şekli, hiçbir zaman bize kâfi gelmez.

Ki gelemez de..

İnsanlar elbette ki kişisel ibadetlerini yapacaktır ve yapmalıdır.

Zira Allah’a yaklaşım hali, her Müslüman’ın olmazsa olmazıdır.

Bu da ibadetlerle, hem de inanç ve ihlâsla olabilir.

Zira insanlık cevheri, görünen bir iskeletten ibaret değildir.

İskeleti kumanda eden ruhtur.

Ruhun da temiz tutulması gerekir.

O ruh, o mevcut vücudu, varlık iskeletini canlandırıp, İslam davası uğruna çalışması gerekir..

Ki buna da cihad denir.

Kur’an’ın olmazsa olmazıdır.

Birçok yerde cihadı emreden ayetler mevcuttur.

Cihad, sadece savaş değildir.

Orduların birbiriyle çarpışmasından ibaret değildir.

Manevi cihad en üstün cihaddır.

Bu da kalemle, ilimle, müspet ideolojilerle gençliği yetiştirmekle olur.

Aksi takdirde küfür dünyası bizi dün olduğu gibi bugün de gaflet uykusunda yakalar...

Ki yakalamaktadır.

Ve yakalamaya da devam ediyor.

İslam dünyasının mevcut sistemin İslam’a ait olmadığının bilincinde olması lazım.

Mevcut şekli, yani fiziksel görünümü makyajlı olan sistemin her saniyesi, her dakikası, küfrün ciddiyetini andırıyor.

Müslümanların yegâne yapabileceği gerçek, bu ayda yapmış olduğu ibadetler, ihlâslı, riyadan ve “desinler” gibi düşüncelerden uzak kalmaları lazım..

Bunu hiç unutmayalım.

Müslümanların yaptıkları ibadetler, camileri doldurup taşırmaları elbette ki güzel bir şey.

Ama o camileri dolduran cemaatlerin her birinin beyninde Ebubekir-i Sıddıkların, Hz. Ömerlerin, Hz. Osmanların, Hz. Alilerin ve diğer sahabe-i kiramların maneviyatlarını taşıması gerekir.

İhlâsları ve samimiyetleri, bu dava yolunda olmalı...

Yoksa “görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak…

Mevcut İslam dünyasındaki keşmekeşlikler, derbederlikler, çöküntü ve yozlaşmalar zinciri ve çürümüşlükler, hele hele aile çürümüşlüğü, gençliğin benliğini kaybetmesi gibi vahim durumlar, rastgele bir olgu değildir.

Hele ki Müslüman geçinen ve kendini gaflet vadilerine yuvarlamaktan alıkoyamayan nice cemaatlerin varlık göstermesi.

Nice ideolojilere sahip cemaatlerin varlığı, “İslam davasına” halel getirmektedir…

Bunların adlarını burada zikretmeye gerek yok.

Ama heyhat!

Ne yazık ki elde edilen hiçbir şey yok.

Boş teneke nasıl ses veriyorsa bunlarınki de öyle ses veriyor..

İçi boş..

Her şey laf-ı güzaftan ibarettir..

Kimse böylesi cemaatlerin varlığını inkâr edemez!

Hele ki belini politikaya dayayan, iktidarların siyasetine güvenen, oradan nemalanan nice din çevrelerini görüyoruz, cemaatleri görüyoruz, insanlarını görüyoruz.

Peki, İslam davasına bir katkıları var mı; zerre-i miskal yok..

Bilakis, zararları var!

Hiçbir şey elde yok.

“Ke en lem yekûn…”

Tarihten ders-i ibret almak gerekir.

Çok uzağa değil, yaklaşık yüz yıllık bir geçmişe bakıldığında, 600 yıllık cihanşümul bir Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı; vaziyetin ifşasıdır…

33 yıl gibi uzun süre devleti yöneten Sultan Abdülhamid’in devrilmesiyle yıkılan bir imparatorluk...

İlga edilen İslam Hilafeti...

Tüm bunların temelinde yatan gizli unsur, yine İslam’ın içinden çıkmış, satılmış, ucuz insanların varlığı olmuştur.

Ki bu insanların yüzde 70’i din kisvesiyle yaşayan, kendini büyük din âlimleri olarak gösteren, sözde din adamları olmuştur.

Devletin bünyesine sızdırılmış Siyonist unsurların kölesi durumundaki mason locaların himayesi altında varlık göstermişlerdir...

Masonların içinde de nice mason ilim adamı, din adamı çıktığı da aşikârdır...

Ucuz fetvalarıyla Osmanlının yıkılışı ve Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesine izin vermişlerdir..

Birebir fetva vermişlerdir.

Yakın tarihimiz gösteriyor ki, bilaistisna hepsi mason localarında yetişmişlerdir.

Bariz bir delil vermek gerekiyorsa meşhur Cemaleddin-i Afgani ile Mısırlı Muhammed Abduh..

Bunlar, söz konusu kişilerin başını çekenlerdir..

Sadece İngilizlerin sterlinleriyle, Fransızların Eurolarıyla ceplerini dolduran, İslam kisvesi altında yaşayan ama İslam ruhundan nasibini almamış, nice ucuz fetvacı din adamları olmuşlardır.

Ki bugünkü mevcut İslam dünyasının içine düşmüş olduğu hal, kesinlikle bunların eseridir...

Bunlar da ezeli İslam düşmanı olan İngiliz, Fransa ve Siyonist dünyasına hizmet etmişlerdir.

Unutmayalım ki, Türkiye’mizde de yıllar öncesine kadar böyle mübarek Ramazan aylarında iftar sofralarında riyakârane gösteriş olarak veyahut insanları toplayıp da cemaatten para toplamak adına kendi reklamlarını yapan nice cemaatleri gördük.

Ve hala da görüyoruz.

Mübarek Ramazan ayı, Kur’an ayı dedik.

Ama korkarım ki yine lüks otellerde siyasi mahfeller veya bazı cemaatlerin öncülüğünde hiç oruçla alakası olmayan, oruç tutmayan, İslam’la uzaktan yakından alakası bulunmayan nice masonik beyinlere iftar sofrası açarlar...

Reklam için veya siyasi propaganda yapmak veya cemaate adam kazandırmak maksadıyla yapılan bu tür iftarlar şer’en caiz değildir.

Ve İslam’a, mübarek Ramazan ayının orucuna hakaretten başka bir şey değildir diye düşünmek gerekir.

Zira yakın tarihimizde biz bu görüntüyü çok gördük.

Nihayet sonuç itibariyle Türkiye’nin görünen manzarası ortada ve içine düşmüş olduğu hal, bizim bu söylediklerimizi kanıtlamaktadır.

En derin saygı ve sevgilerimle.