RAMAZAN AYI, KUR’AN AYIDIR, YEME-İÇME EĞLENME AYI DEĞİL!? (II)

Sevgili okurlar...

Ramazan-ı Şerif’le alakalı sohbetimize devam ediyoruz!.. Dün önemli gördüğümüz birkaç mevzuyu öne çıkardık… Özellikle de Ramazan Ay’ının “Kur’an ayı” olması münasebetiyle, her Müslümanın “öncelikle” uyması gereken kaide ve kuralları, aktardık...

Kur’an-ı Kerim’in okunması…

İbadetlerin yapılması…

Hayır ve hasenatta bulunulması…

Ve daha birçok “hassasiyet” gerektiren çizgilere odaklandık…

Ve dedim ki;

Yüce İslam dinine intisap etmiş bir ümmet olarak ve O ümmetin bir ferdi, mensubu olarak, “bize lazım olan, bizim uymamız gereken dinin temel ilkelerine” riayet etmemizdir...

Bilinçli, yeri ve zamanı gözeterek, ibadetimizi büyük bir hassasiyet ve huşu içerisinde yapmamız lazım.

Kültürümüze mal olmuş bir deyim var...

 “Helale hile katmama halimiz olması lazım.”

Eğer ki helale hile katan bir yaşantı ve düşünce, anlayış söz konusu olursa, “o ibadet” sahih olmaz...

Münafıklık olur...       

O ibadet olmaz, sevap kazanılmaz, tam aksine günahkâr olunur…

Onun için, ne tür bir ibadet olursa olsun mutlaka “hassasiyet” içermeli, kaide ve kuralına uygun, Salih amel beslemelidir...

 

 

***

 

Dedik ya;

“Ramazan ayı, Kur’an ayıdır, yeme-içme, eğlence ayı değildir..”

Bu başlık altındaki sohbetimiz, Allah nasip ederse bir kaç gün daha aynı minval üzere devam edecek..

Dikkat etmemiz gereken, en önemli çizgi şu...

Bu mübarek ayda mümkün mertebede başkasının dedikodusunu yapmamamız gerekir...

Özellikle, bu dine intisap etmiş, ama İslam’a uymayan, İslam’a zarar veren ve ben Müslümanım diyen her kişi, bu mübarek ayı fırsat bilerek, kendine çekidüzen vermesi gerekir...

Bu ayın vecibelerini yerine getirme çabası içerisinde olmalıdır..

Aksi takdirde, o kişi için sadece laf-ı güzaftan ibaret bir inanç söz konusu olur...

Hem kendisine zarar vermiş olur, hem de intisap ettiği yüce İslam dinine ve ümmetine zarar vermiş olur..

Gönül kırgınlığı yaratır...

Nefrete sebebiyet verir..

Bunun da vebali çok ağırdır..

Pek tabi ki bunun sorumluluğunu da herkes taşıyamaz ve taşımamalıdır.

İslam’ın bize lütfettiği ibadet nimetlerini zedelemeyelim.

Haram katmayalım.

Boğazımıza indirdiğimiz her lokma helal olmalıdır...

Ama heyhat!

Bakıyoruz ki…

Namazımızdan, Kur’an okumamızdan, kabir ziyaretlerimizden tut İslam’ın beş ana kural kaidesi olan namaz, oruç, zekat, hac ve kelime-i şehadete kadar, erozyona uğratmış haldeyiz!

Dinin ana kurallarını dahi doğru dürüst yerine getirmemekle beraber, ne yazık ki haramla helâlı birbirinden ayırt edemez hale gelmiş durumdayız...

Bu bireysel ve toplumsal özeleştirimizdir.

Mesela;

Efendimiz (S.A.V)’in eşi annemiz Hz. Ayşe (R.A) Resulullah’a soruyor.

“Ya Resulallah, erkeklerin üzerine cihad farz olduğu kadar, kadınların da üzerine cihad farz mıdır?”

Hz. Ayşe’nin bu mübarek sorusuna Resulullah (S.A.V) çok ince çok büyük bir anlam taşıyan ifadeyle cevap veriyor.

“Evet, kadınların üzerine de cihad farzdır.

Ama öyle bir cihad ki savaşa girme cihade değil, nefsiyle savaşma cihadıdır ki o da Hac’dır ve Umre’dir.”

Ne var ki bugün kadınlarımız o ibadet şeklini yaşamadıkları gibi; yaşayanlar da “turistik” geziye döndürdü..

Özellikle Umre ziyaretleri...

Türkiye’de gördüğümüz ve duyduğumuz kadarıyla rant ve para kazanma maksadıyla kurulan nice Hac ve Umre Organizasyonu şirketleri var...

Öylesine rant şebekeleri oluşmuş ki, Hac ve Umre ibadetiyle uzaktan yakından alakaları yok...

Diyanet İşleri Başkanlığı da yıllar yılı sadece rant şebekelerine para kazandırmak için bu görevi yürütmesi de ayrı bir garabet!?..

Hac’a veya Umre’ye giderken İslam’ın göstermiş olduğu hiç ama hiçbir vecibeyi yerine getirmiyorlar...

Ki uydukları da yok...

Sadece göstermelik, sadece riyakarlık, sadece “ahali görsündeler?”

Ki bu da ibadet değil...

Kirli bir zihinle para çıkarı var...

Maddiyat var, maneviyatın zerre-i miskali yok..

Bu da çok üzücüdür.

İslam, bundan zarar görüyor.

Oysaki ibadetler bir Mü’min için her şeyin başını çeken Allah’a yaklaşım tarzıdır...

İnsanlara kazandıran ibadetlerdir.

Her zaman yapmamız gereken ana gerçeklerdir.

Ama bu ayda yeri apayrı olmalıdır.

Mesela zekât ibadetiyle namaz ibadeti biri diğerinden ayrılmazdır...

İki ama tek parçadır...

Yüce kitabımız Kur’an’da biri olmadan diğeri olmaz mahiyetinde 82 yerde, dikkat çekmektedir...

Demek ki namaz ne kadar önemliyse, zekât da aynı paralelde o kadar önemlidir.

Birini yapıp, diğerini yapmamak doğru olmaz...

İslam’a yaklaşım gerçeği değildir böylesi bir tavır!.

Keza Ramazan ayı da o kadar önemli bir ibadet ki Hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır.

İman, yani inanç nasıl ki her şeyin başında geliyor.

Amel de aynı minval üzere birbirini takip ediyor.

Namaz ve Zekât…

Bakınız, Kur’an-ı Kerim’in “Meryem” suresinin 30 ve 33. Ayetler arasında şöyle buyuruyor;

“Çocuk: "Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun” dedi.”

Bu Ayet-i Celileler Hz. İsa daha beşikte iken yüce Allah ona ilham ediyor...

Ağzından çıkan ilk sözcükler bunlar..

 “Allah bana yaşadığım müddetçe namaz ve zekâtı emretmiştir.”

Buradaki zekât kelime itibariyle;

Nefsin rezilliklerden, kötülüklerden arındırılma hali demektir.

Hz. İsa’nın da dediği mana;

Nefsi, insanı kazurat-ı beşeriye denilen kötülüklerden arındırmak demektir.

Bir Peygambere gelen vahiy, bu manayı taşıyorsa…

Elbette ki tüm inanan Müslümanlar da aynı manayı kendi yaşamlarına adapte etmeli, sahiplenmeli ve uygulamalıdır...

Malımızı da nefsimizi de kötü şeylerden, insan şeref ve haysiyetine yakışmayan hal ve hareketlerden arındırmamız gerekir.

Peygamberlik makamına yakışmak için Peygamberlerimiz bu halleri yaşamıştır.

Veyahut da ikinci bir ihtimal.

Cenab-ı Allahın, yaşadığım müddetçe zekât vermeyi, namaz kılmayı emretmesi.

“İnsanlara zekât verin, fıtr sadakasını verin, bununla kendi nefsinizi cimriliklerden arındırmış olursunuz” manasını taşıyor.

Zira zekât vermek, nefsi cimrilikten kurtarır...

Kötülüklerden arındırır...

Malını da haram denilen tehlikeden korumuş olur...

Bakınız, Tevbe suresinin 103. Ayetinde Allahû Teâlâ Resulullah (S.A.V) Efendimize şöyle emrediyor;

“Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onları destekle çünkü senin desteğin onlar için bir huzur ve gönül ferahlığı olacaktır. Allah (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) hakkıyla bilendir.”

Keza “Sebe’” suresinin de 39. Ayeti bize aynen bunu emrediyor ve diyor ki;

“De ki: “Şüphesiz, Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol verir ve (dilediğine) kısar. Siz (Allah yolunda hayır için) her ne harcarsanız, (Allah) onun yerine başka (daha iyi)sini verir. Zira O, her zaman en hayırlı rızk veren ve rızk vermede tam yetkili olandır.”

Sevgili okurlar.

Bu manayı taşıyan, Kur’anda çok önemli emir veren ayetler vardır.

Tıpkı Bakara suresinin 276. Ayeti gibi...

 Diyor ki;

 “Allah, faizli kazançları bereketten mahrum eder, sadakası verilen malları da artırır (bereketlendirir). Allah günahta (haramda) ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.”

Sevmediği gibi de onu varlıktan yokluğa çevirir.

Acizane halimiz bu iken her nedense toplum olarak sadece din kelimesine, İslam vasfına takılırız...

Ama her şeyimiz lafızda kalıyor...

Samimiyetimiz yok...

Dinin ana kural ve gerçeklerini yerine getirmemekte direniyoruz..

Her nedense nefsin cimriliğine boyun eğiyoruz..

Nefsi kötü arzularının bataklığına mahkûm ediyoruz...

Kötülükleri daima kendimize şiar ediniyoruz...

Olmazsa olmaz haline getirmiş durumdayız...

Allah sonumuzu hayreyleyesin...

 

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Dünkü SÖZ Gazetesinin manşetinde geçen büyük puntolarla yazılan; “Veznedar Vurgunu” haber, dikkatinizi çekmiştir..

Az sonra, haberi detaylı bir şekilde sizlere aktaracağım!...

Biliyorum diyeceksiniz ki yukarıda anlattığınız bahse konu dini vecibelerle bu haberin ne alakası var?

Alakası çok...

Ki bu haberle yukarıda anlattığımız dini vecibeler birbirine tıpatıp benziyor ve bağlılığı var...

Şöyle ki..

İsmimiz, unvanımız, görüntümüz hep Müslümanlıkla kalkıp oturuyoruz.

Şekillendirme, biçimlendirme halimiz bu?

İsmimiz Ahmet, Mehmet, Ali, Veli vs...

Ama her nedense fırsat yakaladığımız zaman illaki haram yemeyi, illaki kötülükler yapmayı, illaki nefsani arzularımıza mahkûm oluruz...

Haramı, kendimize şiar edinmiş durumdayız.

Bakınız, haberin üst başlığı şöyle;

“BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ BU KEZ VEZNEDAR USULSÜZLÜĞÜYLE GÜNDEM OLDU”

Ana başlığı “VEZNEDAR VURGUNU..”

Haberin devamı ise şöyle...

“Tehdit ve şantaj skandalının ardından Büyükşehir Belediyesinde su tahsilatlarında usulsüzlük yapıldığı ortaya çıktı. 16 tahsildar gözaltına alındı.”

Allah aşkına şu habere bakın.

Bu olay Moskova’da değil, Amerika’da da değil, Londra veya Berlin’de de değil.

Bu olay Diyarbakır’da yaşanmıştır...

Diyarbakır İslam coğrafyasında yer alan bir kent...

Göbeğinde 5. Harem-i Şerif var...

Ulu Cami..

Peygamberler, Sahabeler, Evliyalar diyarıdır Diyarbakır..

Bu ayda Teravih namazları için insanlarımız akın akın camilere giderken...

Keza camilerimiz, tıklım tıklım doluyor..

Ama fırsat elimize geçtiği an hemen harama sarılıyoruz.

Bakınız, haber şöyle devam ediyor;

“Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tehdit ve şantaj skandalı olayının ardından bu kez DİSKİ’nin tahsilat bürolarında yaşanan usulsüzlük ve yolsuzluk işlemleriyle gündem oldu.”

Yazımız fazla uzun olmasın.

Burada keselim, yarın daha detayıyla sizinle hasbıhal edeceğiz!..

En derin saygı ve sevgilerimle.