SİYASİ MÜNAFIKLIK VE KEMALİZM..!!!

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği gibi Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş beyefendi yüce İslam dinimizin “Hastaları ziyaret edin” prensibi üzerine, tarihçi Kadir Mısıroğlu’nu geçtiğimiz hafta ziyaret etmişti.

Bu aziz milletimizin bin yıllık bir kültürüdür…

Kültürümüz gereği insan hasta ziyaretine de gider, taziyelere de gider..

Ki mağdur ve musibetlere teselli vermek, gönüllerini hoş etmek adına ziyaret edilir…

Bu tür ziyaretler gelenektir, görenektir, örf ve adetlerimizdir.

Pek tabiki insanidir…

Aklı selim olan herkes buna inanarak, hareket eder..

Zaten, uygulanması beşeri birlikteliğimiz için olmazsa olmazlarımızdandır…

Vazgeçilmez adetlerimizdendir.

Dünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız ifade ise; “Bu Bir Siyasi Münafıklığın Dik Alasıdır..” idi…

Bugünkü yazımıza başlık olarak “Siyasi Münafıklık ve Kemalizm” ifadesini kullanıyoruz..

Tabi ki, bu kavramı kullanmamız boşuna değildir.. Çünkü son iki yazımız arasında konu "paralelliği" arz etmektedir...

Nerdeyse yüz yıldan beri devam eden Türkiye'deki siyaset arenasında görünen ve gösterilen görüntü hiç de iç açıcı değildir.

Riyakarlık vardır…

Hutfuruşluk vardır…

Kendini bir yerlere pazarlama gayreti içerisinde olan bazı siyasilerimiz vardır…

Ne yazık ki, ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor..

Akla ziyan, şuursuzca, sorgusuz-sualsiz konuşuyorlar…

***

Bakınız bir haftadan beri deneyimli yazar ve deneyimli tarihçi Kadir Mısıroğlu’nu peşinen hüküm vererek “Atatürk düşmanlığıyla” suçluyorlar..

İdam fermanı için adeta ipini çekmiş durumda olan siyasi münafıklarımız oldukça her gün biraz daha artış kaydediyorlar…

Mal bulmuş mağribi gibi fırsatçılık yapıyorlar…

Diyanet İşleri Başkanı muhterem Ali Erbaş beyi yemek pahasına olsa boş teneke gibi ses veren bu siyasiler ve medyanın kalemşorları hadlerini aşarak "salya" akıtıyorlar…

Rastgele konuşuyorlar.

Kadir Mısıroğlu beyefendiyi yakından tanıdığımız bir insan…

Dobra bir insan…

Tarih boyunca gençliğinden bugüne kadar; "doğru" bildiklerini kaleme almıştır…

Deneyimli bir yazardır…

Bir müelliftir, çünkü eserleri vardır…

Nitekim, eserlerinden en başlıcası üç ciltlik “Lozan Zafer mi Hezimet mi” isimli bir kitabı...

“Yunan Mezalimi” adlı iki kitabı var..

Bunlarla beraber birçok eseri söz konusudur…

Hiçbir eserinde aleni olarak Atatürk düşmanlığı yapmış değil…

Uzaktan yakından alakası yoktur…

Ki yazardır, düşünürdür, tarihçidir, hem de gerçek bir tarihçidir.

Objektif, düzgün bir kalem sahibidir…

Ama bu da bir gerçektir ki yazar Osmanlıyı çok iyi okumuş ve daha da okuyacaktır.

***

Bakın Kadir Mısıroğlu, “Lozan Zafer mi Hezimet mi” isimli kitabından bazı paragrafları sizinle paylaşmak istiyoruz.

Zannedersem çok beğeneceksiniz…

Mısıroğlu diyor ki:

“Aziz okuyucu

Lozan; muazzam bir imparatorluk mirasının hân-ı yağmasıdır..

Türkün şahsında İslam’dan intikam alınarak, bütün bir İslam dünyasının başsız bırakılmasıdır!

Lozan’ın getirdiği; adalarla Yunan stratejik çemberine alınmış iktisadi kaynaklardan mahrum, her türlü unvan ve sıfatı yolunmuş, gayrı tabii hudutların çizdiği küçük bir Türkiye’dir.”

***

Bakınız sevgili okurlar!

Eğer bir yazar, bir düşünür Lozan’ın gerçek yüzünü objektif bir şekilde ve açıkça yazabiliyorsa, hemen “Atatürk Düşmanlığı” yaftası mı yapıştırmak lazım..

Açın tarih kitaplarına bakın..

Atatürk düşmanı kimdir acaba?…

O tespit edilirse sorun hiçbir yerde kalmaz..

***

Kadir Mısıroğlu “Lozan Zafer mi Hezimet mi” isimli kitabının üçüncü cildinin başında önsöz olarak aynen şöyle diyor:

“Lozan Muâhedenamesi’nin (sözleşmesinin) en hassas mes’eleleri “manevi kayıplarımız”a tahsis edilmiş olan bu üçüncü ve son ciltte toplanmış bulunmaktadır.

Bu hassasiyetin iki vechesi vardır.

Bunlardan biri muazzez davamıza diğeri çarpık mevzuatımıza mütealliktir.

Davamıza taallük eden vechesi bu cilde bize en pahalıya mal olmuş bulunan ve bizce asıl ehemmiyetli olan manevi kayıpların zati ve tabii vasıflarından doğmaktadır.

Zira bu kayıplardır ki; bizi bugün içinde çırpındığımız manevi ve ahlaki sükût noktasına getirmiştir.

Sapık mevzuatımıza müteallik vechesine gelince, onun da bu cildde incelenen mes’elelerin müzakeresine lâik rejim taraftarlarınca hala tahammül edilememesinden doğduğu aşikardır.

Bu tahammülsüzlüğün gerek Türk (!) Ceza Kanununa ve gerekse de, bazı hususi kanunlara ne şedid bir surette aksetmiş olduğu hukuka az çok aşina olan ve İslam davası ile alakadar bulunan herkesin malumudur.

Yaptıklarından emin olmayanların, eserlerini hür tenkide açık tutamıyacakları muhakkakdır. Ancak – geçici bir müddetle de olsa – ağızlara kilit vurarak hür tenkidin önlenmesi kabilse de, dinamik olan zamanın aşındırıp yıpratmasından korunulamayacağı inkar edilemez bir gerçektir.”

***

İşte bakınız sevgili okurlar!

Geçmiş tarihimizde vuku bulan bir tarihçinin kaleminden tespit edilip kamuoyuna yansıtılıyorsa o tarihçi kim olursa olsun ödüllendirmek gerekir, teşekkür etmek gerekir..

Eğer ki, tam tersine o tarihi gerçekleri yozlaştırıp hasır altı edip, saklamak veya ters yüz etmek Atatürkçülük ise batsın o Atatürkçülük…

Atatürkçülük demek tarihi gerçekleri saklamak, siyasi oyun oynamak demek değildir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk hiç bir şekilde "tarihin" tahrif edilmesini, gerçeklerin saklı tutulmasını, "yalan söyleyen" bir tarihin okutulmasını, istemez!..

Kabulü de mümkün değildir…

Hele hele yalakaları, yoz fikirli  despotları, siyasi rant ve oyun peşinde olan Cumhuriyet Halk Parti’nin laikçi, dinsiz, imansız bir neslin yetiştirilmesini istemezdi..

Nitekim, "muasır medeniyet seviyesine ulaşma anlayışı" Atatürk’ün temel felsefesidir…

Yozlaştırılmış, maneviyattan uzaklaştırılmış, dört ayaklı hayvan gibi maneviyattan uzak bir toplumun olması ve oluşturulması; Atatürkçülük değildir…

Veyahut bol keseden harcayıp, milletin alın terinden meydana gelen vergilerle beslenmek ve hiçbir iş yapmamak da Atatürkçülük değildir..

Atatürkçülük demek bol keseden atıp gününü gün etmek de değildir…

En derin sevgi ve saygılarımla…

Hayırlı cumalar…