UYUŞTURUCU BARONLARI İLE FUHUŞ SEKTÖRÜNÜN VARLIĞI!!?

Sevgili okurlar...

İmkanlar ölçüsünde hemen her gün, dilimizin döndüğü, kalemimizin yazdığı kadar, buradan sizlerle hasbi hal içerisinde oluyoruz..

Ele aldığımız konular da, ekseriyetiyle “toplumsal” hadiseleri içermektedir...

Yani memleket meseleleri…

Denir ya, “halkın canına tak eden” can alıcı, kangrenleşen sorunların fotoğrafını çekip, çözüme dair fikri beyanda bulunuyoruz..

Kimi zaman da, sizlerin aktardıklarınızdan da yola çıkarak, gündemleştiriyoruz..

Siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel!...

Kısacası içtimai hayat faktörleri ile siyaset dünyasının son 1.5 asır dönem içerisinde, ne kadar “birbiriyle ters istikametle” yol aldığından söz ediyoruz..

Ve katledilen merhalenin; ülke için, millet için, devlet için “ne tür buhranlara” yol açtığını, dile getiriyoruz!...

Kısacası; milli ve yerli olmayan bir anlayışa mahkum edilip, yaşam kıskacına alınması, noktasındaki milleti “açmazlara” sürükleyen, zihniyetten söz ediyoruz!...

Tabi kamu kurum ve kuruluşlarındaki keyfiyet..

Yolsuzluk..

Usulsüzlük..

Rüşvet..

Suistimal..

Ehliyet ve liyakatten uzak, bürokratların yarattığı oligarşik yapının yıkıcı unsurları da, deşifre ettik...

Ki bu da mesleğimin, temel ilkelerini teşkil ediyor..

Objektif..

Tarafsız..

İlkeli ve doğru habercilik misyonuyla; bunları dile getiriyoruz..

Ama hani derler ya?

İyi hoş, güzel de..

“Kime neyi anlatırsın...

Git derdini Marko Paşaya anlat..!”

Çünkü, siyasal faktör milli bir çerçevede yürümüyor, faaliyeti de, misyonu da; “milli” değil..

İster iktidarlar olsun, ister muhalefetler olsun; aynı membaın ürünü!…

Herkes bildiğini okuyor...

Onun için de, memleket ve ahalinin, bırakın içine düştüğü çürümüşlük ve mevta olma haline, yaralı bir parmağa mehlem olabilmiş değildir...

Zira kurulan denge çok bozuktur.

Yukarıda ifade ettiğim gibi milli değil, tam tersine ithal malıdırlar!.

Ve onları bizden, bizi de bizden eden Avrupalaşma sevdasıdır.

Millet siyaset dünyasına inanmak istiyorsa da ama heyhat, o güvenini de bir türlü yakalayamıyor.

Öyle bir hale geldi ki “siyaset eşittir rezalet” dedirtiyor..

Şu İstanbul Sözleşmesi..

Başlı başına bir yıkım faciası...

AK Parti döneminde “İstanbul Sözleşmesine” verilen meşruiyet gerçekten çok üzücüdür,...

Acı verici, çok derin bir vahamettir.

***

Bu halk, yıllardan beridir, tek parti şeflik ve dipçik döneminin uyguladığı ve bugüne kadar uzana gelen ürünü olan Sekülarizm, Kemalizm, vesayetçilik ve cunta anlayışlarının silsilesinin mahkûmiyeti altında, inim inim inlemiştir...

Bu işin başını çeken de CHP’nin menfur siyasal ruhudur...

Despotik bir anlayış...

Uygulanır hali Milletin, her daim nefretine mazhar olmuştur...

Nitekim, toplum 80 yıldan beridir, gereken dersini vermiş, yıllardan beridir iktidar şansını tanımamış, vermemiştir..

Ama bugün ne oluyor da milletin güvenini almak için, oylarını almak için milli ve inanç kisvesiyle yola çıkıp tarihten, kültürden, İslam’dan bahseden muhafazakâr siyasal kuruluşlar ve çevreler; “CHP anlayışına rahmet okurcasına” faaliyet gösteriyorlar..

Aynı rotada yürüyorlar..

Ve bu rotayı çizenler ne yazık ki, AK Parti’nin içirişine sızan, “devşirme” AKP’lilerdir..

Özellikle, İstanbul Sözleşmesinden sonra artık bu kisveyle yola çıkan gerçek siyasal kimliğini ele veren, tarihi AK Partinin bünyesine yerleşen AKP’lilerin menfaat grupları, kendilerini açık etmiş haldeler...

Bunlar çıkar grupları..

Hele ki yönetim ve idareyi ele geçiren, kendini beğenmiş, burnundan kıl aldırtmayan, hizmet sevdasıyla uzaktan yakından alakası olmayan bir çeşit yöneticilerin varlığı da ayrı bir garabet hal..

Özellikle bir kısım idari amirlikler...

Dünyayı ben yaratım edasıyla, halkın karşısına bürokratların varlığı, halkın iktidara karşı giderek nefretini kabartmaktadır...

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da..

Özelde de, Diyarbakır’ımızda..

Ki bu minvalde, hemen her gün yeni bir skandal olay patlak vermektedir..

Başı çeken, kayyım atanan belediyeler..

Kaymakamlıklar...

Büyükşehir Belediyesinden tutun da, değişik ilçe belediyelerini vekâleten yürüten kayyımlara kadar.

Her gün illaki bir yerde bazı patlaklar çıkıyor.

Ya rüşvet patlağı…

Ya adam kayırma…

Bununla beraber toplumsal cinsiyetin ortaya koymuş olduğu kargaşalar ve kapkaranlık haller, aynı zamanda uyuşturucu sektörü..

Denir ya, başını almış gidiyor..

***

Sokak, vatandaş, dertli..

Bir dokun, bin ah işit misali..

Bir medya grubu olarak… Bir basın mensubu, yazar ve çizer nokta-i nazarda, biçe inanan ve güvenen vatandaşlardan sıkça, mesajlar, alıyoruz...

Yaşanan birçok olayı bu mesajlarla deşifre ediyoruz...

İnanın ki, günde onlarca telefon alıyoruz..

Sosyal medya üzerinden bize ulaşanların haddi hesabı yok..

Bizzat gelenler...

Yapılan şikâyetlerin ekseriyetiyle, buradan dile getirdiğimiz konuların muhtevasını içermektedir...

Toplumsal karma bir siyaset ve partizanlık halinden tutun da araziler üzerine yapılan çökme, mafyanın yarattığı terör, feodal yapının, sergilediği derebeylik...

Hepsi, başını almış gidiyor.

Gazete manşetleri..

Televizyon ekranları; böylesi hadiseleri içeriyor..

Arazi anlaşmazlığında kan aktı..

Bilmem kaç ölü, kaç yaralı...

Yaşanan hal-i durum karşısında insan isyan ederek sorguluyor; “Peki benim siyasetim nerde?”

İktidar hangi günedir?

Seçilmişlerimiz..

Atanmışlarımız..

İlgili ve yetkili kurumlarımız, hangi güne ve varlıkları hangi işedir?!

Sormazlar mı?

Siyasetin ana hedefi, kural ve kaidesi, sadece ve sadece “batılılaşma” düşüncesinden ibaretse milli benliğimizi, tarihi kültürümüzü, inancımızı tozlu raflara kaldırıp, batılılaşma uğruna aile çürümüşlüğüne göz yumuluyorsa, toplumsal edepsizliğe meşruiyet veriliyorsa veyahut ses çıkarılmıyorsa; vay ki vay halimize!…

Zulüm, zorba, despot halleri, mağdur ve mustazaf insanların üzerine icra ediliyorsa; kime ne diyebilirsiniz ki?

Hangi yüzle siyaset dünyası bu toplumdan “gelin bizi destekleyin, sizden oy istiyoruz?” diyebilir.

İnanın, sevgili dostlar.

Siyaset erbaplarının TBMM’ne gidip milletin emanetine sahip çıkmama şekli, sadece kendi kulvarında kişisel rant ve menfaatlerini başkasının zararında görme hali, “Neyzen Tevfik”in bu şiirini akla getirmemek mümkün değil.

“Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;

Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler...

Künyeni almak için, partiye ettim telefon:

Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!”

Neyzen Tevfik’in bu şiiri İttihat Terakki Partisinin bünyesindeki gizli masonik kafalara sahip olan bazı milletvekillerine yönelik yazmıştır.

Fakat gönül arzu ediyor ki günümüzdeki siyasi dostlarımıza yönelik, bugün dile getirilmemiş olunsaydı...

Temennimiz bu.

Ama ne yazık ki oluşan olgular, yaşanan haller, insanları hayal kırıklığına uğrattığı için, der demez, Neyzen Tevfik’in bu şiirini hep hatırlatıyor.

Oysaki TBMM, kutsal bir mekândır.

O mekânın kutsal ve şerefli bir mekândır.

O mekânda oturan mekinleri de aynı vasfı taşımış olsaydı, ne güzel olurdu!

Ama yine ümit varız ki elbette ki çok değerli, iyi düşünen, iyi iş yapan vekillerimiz de vardır.

Partilerimiz de vardır.

Ama ağlabiyet-i mutlaka keşke CHP’nin anlayışı içerisinde olmamış olsaydı.

En derin saygı ve sevgilerimle.