İSLAM VE ÇAĞDAŞ(!) MEDENİYETİNİN ÇARPIŞMASI..!.

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü sohbetimiz "İslam medeniyeti ile Çağdaş(!) medeniyetin çarpışmasıyla" ilgili olacaktır.

Gerçekten İslam medeniyeti; her an için tarih boyunca insanın insana yakışır şeref ve izzetinin üstünlüğünü daima ön planda tutmuştur...

Allah’ın vahyine dayalı mükellefiyetleri de, sorumluluğu da ona tevdi etmiştir.

Eğer ki, yerine getirdiği zaman, daima insanın cibilliyetine ve fıtratına yakışır bir hal alır..

Ki, “Ahsen-i takvim” denilen fıtrat nizamına uygun bir yaşam tarzını de elde etmiş olur..

Ve onu yaşar.

Muasır (çağdaş) medeniyet denilen şekil, ise tam tersinedir.

Dört bir tarafından cehalet akıyor...

Çünkü, İnsanlar ilahi nizam ve sistemle değil, tam tersine insanların getirmiş olduğu nizamlarla yönetiliyor..

Ki o nizamlar da, ceberuti, gaspçı, zorba ve tağutidir.. Yani, hükümranlığa dayalı, sistemlerdir. Bu sistemlerin hâkimiyeti muvacehesinde insanlar ön plana alınmaz, ötelenir, idareyi elinde tutanlar kendilerini öne çıkarırlar...

Ceberuti müesses nizamlarını ön planda tutarak, insanların şeref ve haysiyetine yakışır bir yönetimi benimsemezler!...

İnsanları “Ahsen-i takvim” makamına götürmenin gayreti içerisinde de olmazlar.. Bilakis, insanları, “Efsel-i Safilin” derecesine indirmeye çalışırlar...

İşte bu her iki mukayese ve ölçü yalnız günümüze özgü değildir...

Eski çağlara dayanmaktadır...

Bu ceberut, zorba diktatöryasının çalışma ve biçimlendirme şekli, asırlardır devam ede gelmiştir!...

Ve hala da devam ediyor.

Sonuç itibariyle, gerçek, hukuksal, insan temel hak ve özgürlüğüne yakışır bir halin yaşanabilmesi için; “önce insan, sonra nizam” olmalıdır.

Ama, heyhat!

Ne yazık ki bugün tam tersine, insanlar müesses, zorba nizam ve sistemlere karşı adeta bağımlılık kazanmış bir köleleşme söz konusudur...

İnsanoğlu, müesses nizamların hegemonyası altında ezilip gitmektedir.

İşte böylesine sistemler, insanlığı ilmi gerçeklerden, iman hakikatlerinden, yüce Allah’ın varlığından hızla uzaklaştırmanın gayreti içerisinde olurlar...

Ve bunu, kendi ceberut hallerini sürdürmek için de, ha bire körüklerler...

Bugün değil, asırlardır böylesi sistemleri işletirken, insanlara, milletlere, toplumlara, kendi idare ettikleri halklara, kavimlere zerre-i miskal, medeniyet adına, insanlık adına, hak ve hukuk adına hiçbir şey vermedikleri gibi sürekli; “sömürge” oluşturmuşlardır...

Halk deyimiyle; hali vaziyet orta yerde!...

İnsanlık, mevcut sistemlerin hegemonyası altında adeta köleleştirme sürecine mahkum, edilmiştir!?..

Ki her şey aşikar...

* *

Bakınız, sevgili dostlar.

Her ne olursa olsun kâinatı yaratan, yerle gökleri idare eden yüce Allah’ın hâkimiyeti her şeyin üstündedir.

İnsanlara kurmuş olduğu sofra-i rahmaniye için, yani zengin sofrasına karşı insanlardan şükür istiyor, hamd-u sena istiyor, mutlak ubudiyet ve gerçek kulluk görevinin yerine getirilmesini istiyor!...

Bunu gerçekleştirmeyen, gerçekleştirmek istemeyen tağuti ve ceberut sistemlerin hegemonyası altında yaşamayı kabullenen hiçbir toplum ve yönetimler kendini zaman dilimleri içerisinde badirelerden, afet ve belalardan kurtaramamıştır.

Tıpkı bugünkü dünyayı titreten, korkutan korona virüsü gibi…

Peki, bunun kurtuluş çaresi nedir?..

Elbette ki, batıl ve yanlış, ilmi değerlerden yoksun ve çok uzak olan; anlayışı terk etmek, Yüce İslam dininin “iman hakikatleri” paralelinde, idare edilmek ve yaşamak gerekir!....

Ama nerde?

Sözde, Virüse çare ve çözüm arayışı içerisinde olanlara bir bakın...

Ortaya konulan bilimsel görüşler ve tüm ülkelerin uğraş halleri; “maddiyat” odaklı, maneviyattan yoksun arayışları içeriyor..

Kurtuluş çaresini de bir türlü bulamıyorlar.

Korona virüsünün bulunduğu ülkelerde her gün yüzlerce, binlerce insan ölüyor.

O ülkelerin liderleri var olan tağuti sistemlerinin temsilcileri, ortaya koydukları tüm çabalara rağmen, ne yazık ki bir türlü o derde derman bulamıyorlar...

Büyük bir çaresizlikler içerisinde kıvranıp durmaktadırlar.

Bakınız, burada tarihi bir gerçeği siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum.

Yüce Kur’anımıza dayalı yaşanmış tarihi bir vakıa..

İnşallah bugünkü insanlık, bu vakıayla aklını başına alır...

Bir ders-i ibret olur, insanlık “hak yoluna” döner.

Ve; insanlık çağdaş, yalancı, gerçeklere aykırı “Esfeli Safilin” sistemlere değil, insan şeref ve haysiyetine yakışır bir şekilde Allah’ın çizgisi olan “Ahsen-i takvim” derecesine yönelir..

Olay şöyle;

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “A’raf” suresinin 132-133-134-135 ve 136’inci ayetleri..

Bu ayetler, Hz. Musa ile Firavun’a güvenen o dönemin insanları arasında vuku bulan tarihi bir gerçeği; bize aktarmaktadır...

* * *

“(Firavun`un yandaşları, Musa`ya) dediler ki: “Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz...”

Bunun üzerine biz de onlara, ayrı ayrı birer mucize olarak su baskını, çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını, kurbağalar ve (sularına) kan gönderdik. Yine de büyüklük taslayarak günahkâr bir toplum oldular.

Ne zaman ki azap üzerlerine çöktü: “Ey Musa sana verdiği söze dayanarak, bizim için Rabbine dua et! Eğer bu azabı bizden kaldırırsan, andolsun ki, sana kesinlikle iman eder ve muhakkak İsrailoğullarını seninle birlikte (Mısır`dan) göndeririz” dediler.

Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye (boğulma vaktine) kadar, o iğrenç azabı üzerlerinden kaldırdık, onlar yine yeminlerini bozdular (sözlerinde durmadılar).

Bu yüzden; biz de onlardan intikam aldık/hakkı teslim ettik; ayetlerimizi yalanlayıp umursamadıkları için hepsini denizde boğduk.”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu gerçekten ibretlik bir vakıadır.

O yüce kitabımız Kur’an Hz. Resulullah (S.A.V)’e karşı gelen Kureyş toplumuna, yani Ebu Cehiller gibi dönemin diktatörlerine ders-i ibret olsun diye Hz. Muhammed (S.A.V)’in kalbi üzerine vahiy olarak gelmiş ve günümüze dek, kıyamete dek bize bunları ders-i ibret olsun diye anlatmaktadır.

Ah ki ah!

İnsanlık aklını başına alıp, tağuti sistemlerinden vazgeçip, Kur’an hakikatlerine sarılıp, bir nebzecik bir imanla yola gelse, inşallah bu tür korona virüslerinden tümüyle kurtulmuş olacaktır.

Ama tam tersine Firavun’un yandaşları gibi kendini batıl, ceberut düzenlerine biat edici kılarsa, inatla devam ederse ne yazık ki büyük çaresizliklerden kendini hiç bir şekilde kurtaramaz.

Evet, sevgili dostlar.

Bugünkü sohbetimize burada son verirken, diyoruz ki “A’raf” suresinin 136. Ayetindeki Allah’ın kelamı olan “Onlardan intikam aldık” diye ilahi tehditten Allah bizi korusun.

Bizim yapmış olduğumuz yanlış ve günahlara karşı, Firavun kavmi o intikamlarla bizi terbiye etmesin diyoruz.

Bu arada, Kur’anda geçen ve sizinle paylaşmak istediğimiz bu ayetleri, şehit merhum Seyyid Kutb’un tefsirinden daha geniş yorumunu almak üzere yarınki sohbetimizle bunu konu etmeye devam edeceğiz..

En derin saygı ve sevgilerimle…