ÜLKEMİZİN VE İSLAM DÜNYASININ GERÇEK TAPUSU; LOZAN DEĞİL, AYASOFYA’DIR! (III)

Evet, sevgili okurlar.

24 Temmuz 2020 Cuma günü Ayasofya’nın açılışı ve Diyanet İşleri Bakanı tarafından o gün okunan hutbe, kirli, karanlık küfür yobazlarını çok kızdırmıştır.

Adeta ruhi derinliklerini tar-ü mar etmiştir..

Ki, hezeyanlarını bir türlü saklayamıyorlar.

Kustukça kusuyorlar?.. Ama nasıl kusuyorlar?.

Sözüm ona bilgin din adamları olarak, yazar-çizer fikir adamları olarak kendilerini kamuoyuna lanse etmeye çalışıyorlar ise de bize göre mutlak bir küfrün çukuruna girmiş ve ne yaptıklarının farkında bile değiller?

Çünkü, çırpındıkça batıyorlar.

***

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Bey’in okuduğu hutbedeki kullandığı cümle zerre-i miskal, “Atatürk” ile ilgili değil..

Ki, uzaktan yakından da alakası yok.

Çünkü kullandığı ifade; “Evkaf-ı İslamiye’yi” ilgilendiren bir ifadedir.

Bu ifade, Kur’andan çıkan bir ifadedir.

Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresinde yer almaktadır...

 “Malını varislerine veyahut hayır işlerinde kullanmak üzere vakıf malı olarak miras bırakanlarla” ilgili ayettir.

İslam kültürü olarak Diyanet İşleri Başkanlığını ilgilendirdiği gibi, inanan tüm Müslümanları da ilgilendirmektedir.

***

Ne var ki, bazı zümreler “öküzün altında buzağı” ararcasına, olayı çarpıtıyorlar...

Eee; ellerinde başka bir argüman kalmayınca, buna sarılıyorlar...

Sayıkladıkları, CHP’nin şeflik ve dipçik döneminin geri gelmesi...

Ama heyhat; o günler geçti.

Yeni bir Türkiye ile karşı karşıya olduklarını bilmeleri lazım.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Bir hafta önce aynı ayeti yine yazmıştık.

Yine yazıyoruz.

Bakara suresinin 180. ayeti mealen aynen şöyledir;

“Herhangi birinize ölüm yaklaştığında eğer geride bir servet bırakıyorsa anaya, babaya ve yakın akrabalara geleneklere uygun biçimde vasiyette bulunması, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar üzerine bir borçtur.“

İşte ayetin bu şekildeki yüce anlamı; yakınlarına ve çevrelerine mallarını vasiyet ederken, vasilerine mal mülk bıraktığı gibi bazı mallarını vakıf da edebilir.

Vakıf yaptığı zaman, hiçbir yakını veyahut herhangi bir kimse ki devlet bile olsa, o vasiyete dayalı vakfın gerçeğine dokunamaz.

Bu bir hükümdür.

Dokunulduğu takdirde, yani orijinal vasfından çıkarıp, başka bir vasfa, başka niteliğe sokanlar çok büyük günah işlermiş olurlar...

Ve o büyük günah o insanlara aittir, o vakfı değiştirene aittir.

Bu ayet bir genellemedir.

İslam anlayışını bünyesine alan kapsamlı bir ilahi mesajdır.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Bey, hutbede bu ayetin manasını ifade etmiştir..

***

Hal bu iken...

Şimdi, Atatürkle, Atatürkçülükle “bu ifadenin” uzaktan yakından ne alakası var?

Ama kime dersin?!...

Ülke öylesine bir hal almış ki dayatmalı, zorba bir küfür sisteminin jakobenliği paralelinde yürümeye zorlanıyor...

Türkiye’yi daha zor duruma sokma edepsizliğinde bulunanlar hakkında devletin artık harekete geçmesi lazım.

Bunlar, Atatürk’ün gölgesinde karanlık Atatürkçüleri millete yutturmaya çalışıyorlar.

Niyet çok kötü.

Türkiye’yi yeni badirelere sürükleme temennisindedirler.

Ama nafile!..

Çünkü, o beklenti, bugüne kadar gerçekleşmemiştir ve bundan sonra da gerçekleşmez?..

Emelleri her zamanki gibi yine, kursaklarında kalır diye düşünüyoruz.

***

Kirli emelleri uğruna Ali Erbaş’ı hedef alan anlayışlar, aslında bilgisizliğe dayalı cahilliklerini de deşifre etmektedirler.

Mutlak bir cehalet içerisinde olan bu küfür yobazları, hala da Türkiye’yi tanıyamamışlardır....

İslam düşmanlığı yapa gelen bu güruh, cehaletin derin sularında yüzüyorlar..

Ama ilginç olan, yüzmeyi bilmiyorlar.. Bilmedikleri için de, ha bire girdaba giriyorlar.

Ve hükmen boğuluyorlar.

Çünkü cahildirler.

İfade ettiklerinin hiçbiri, gerçeğe dayanmıyor.

Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” isimli kitabında ifade ediliyor...

Atatürk, Erzurum kongresini yaparken, konuşmasının sonunda öylesine dua etmiş ki, Allah’a o kadar yalvarmış ki, hem de Osmanlıca ve Arapça ifadeler kullanarak, yardım istemiştir!...

“Kâinatı yaratan yüce Rabbimize yalvarıyoruz, bizim işimizi bize kolaylaştırsın” diyen Atatürk, aynı zamanda laik cumhuriyeti kuran kişi.

Laik cumhuriyet demek, devleti din mefhumundan uzaklaştırmak demektir.

Laik cumhuriyetin orijinal ifadesi bu.

Peki, Falih Rıfkı Atay aynen şöyle diyor;

“Laik cumhuriyeti kuran bir insan kötü niyetli olursa, bu duayı nasıl eder?

Laik cumhuriyeti laikliğin orijinal manasına dayalı olarak devleti dinden uzaklaştırmaktır.

Bu işi, hiç inancı olmayan insan yapar.

Peki, bu duayı yapan Gazi Mustafa Kemal Paşa, nasıl olur da Caminin kapısına kilit vurur, müzeye çevirir.?”

Demek ki o günün şartlarına göre müstevli güçlerin Türkiye’ye baskılarından dolayı o şartlar muahecesinde müzeye çevrilmesi zorunluluğu hissedilmiştir.

Ama bugün nerdeyse yüz yıl geçti.

O şartlar kalktı.

Ve AK Parti hükümeti de o şartların kalkmış olmasını hissederek, milletin hissiyatına tercüman olmuş ve yeniden camiiye çevirmiştir.

Hem de hukukun vermiş olduğu güçlü bir kararla bunu yapmıştır.

Diyanet İşleri Başkanının irat hutbesi yukarıda ifade etmeye çalıştığım ayet-i celilenin bir nevi manasıdır.

Kimse başka bir yere çekmesin...

Ama görüyoruz ki, güruh kesim, laik, demokratik, cumhuriyet rejimi elden gidiyor narasını atıyor...

Yeniden devletle Müslümanlar arsına büyük bir fitne unsuru sokma teşebbüsündedirler.

Hatta ellerinden gelse, girişim bile yaparlar.

Tıpkı, 15 Temmuz başarısız darbe girişimi gibi...

Ama Cenab-ı Allah, bugünleri onlara artık göstermez.

Nitekim o kadar cehalet kuyusuna dalmışlar ki artık çıkamıyorlar.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Laik, demokratik, cumhuriyet diyorlar.

Bu üç ifade de anayasada vardır.

Üç ifade de Türkçe değil.

Gerçek manasını da kimse bilmiyor.

Kullanan da bilmiyor, oraya yerleştiren de bilmiyor.

Laiklik diyorsun.

Laiklik, Fransız dilinde dinsizlik demek.

Yani din, devlet işlerinden uzak durmalı demektir.

Demokrasi; kim ne yapıyorsa yanına kâr kalsın manasını taşıyor.

Cumhuriyet ise toplumun birleşerek rejimi kurup onun üzerinde durmak, korumak ve kollamak demektir.

Bu her üç ifade de Türkçe olmamakla beraber manaları da apayrı ifadelerdir.

Peki, demokratik, laik cumhuriyeti kuran bir insan nasıl olur da dinle ters düşüyor ve camileri kapatıyor?

Demek ki bu tamamıyla bir safsatadır, CHP’nin ayak oyunlarıdır.

Yeniden 28 Şubat’ı ihdas etme oyunlarıdır, teşebbüsleridir.

Yeniden bir darbe hazırlığı içinde olan hıyanet erbaplarının girişimleridir.

Duamız odur ki, Allah sizi bu emellerinize artık kavuşturmayacaktır…

Ve millete karşı rezil rüsva olacaksınız, iktidar yüzü de bir daha göremeyeceksiniz.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Yarın idrak edeceğimiz, Kurban Bayramınız da şimdiden mübarek olsun..

Bayram sonrası, görüşmek üzere; Allah’a emanet olun!...