“KAFAYI ÜŞÜTMEK İSTEMİYORUM!”

Geçenlerde köyde bir keşifteyiz.

Karşı taraf avukatı meslektaşımız,bilirkişiler ve mahkeme heyeti köydeki evleri inceliyoruz.

Tatlı bir rekabet ve kimi zaman atışmalar oluyor.

Bu arada meslektaşımız,keşif yapılan  evlerden birisine girerken kafasının arkasını kapının üstüne çarptı ve oracıkta yere oturdu.

Belli ki,canı çok acımıştı.

Hemen arkadaşımıza,kafasını  çarptığı yerin şişmemesi için buz istettim.

Meslektaşım “istemem” dedi.

“Neden?”dedim,

“Benim saçım seninki kadar yok” dedi(saçları hemen hemen tamamen dökülmüştü)  “Anlamadım” dedim

Hemen buz tatbik edilmesinin faydalı olacağını söylesem de, bir türlü ikna edemedim. “Avukat bey, niye buz istemiyorsunuz?” diyince,

 “Kafayı üşütmek istemiyorum” dedi.

Bunun bir deyim olduğunu,ayağa darbe gelse dahi buz tatbik edilmesinin faydalı olacağını belirtsem  de, ikna edemedim.

“Kafayı üşütmek istemiyorum” cümlesini tekrar etmesi  üzerine ısrardan vazgeçtim.

Ne mi oldu?

Sonuçta tabi ki keşfin sonunda  kafasında  sabah uyandığında olmayan bir “yumurta” çıktı.

  ***

Günlük yaşantımızda birçok deyim kullanırız.Ama bunların hikayelerini hiç merak etmeyiz.Bu konuda zaman zaman günlük dilde kullandığımız deyimlerin gerçek yaşam hikayelerine yer vermek istiyoruz.

Başlayalım;

PABUCU DAMA ATILMAK,

Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu.

Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu.

Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu.

Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor,gözden düşüyor  ve gerçekten pabucu da  dama atılmış oluyordu.

 

 Ne dersiniz,çok mantıklı ve adıl bir ceza değil mi?

DİMYAT’A PİRİNCE GİDERKEN EVDEKİ BULGURDAN OLMAK

Dimyat Mısır'da, Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye gelirdi.

Dimyat'a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi, Akdeniz’de Arap Korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışlar.

Binbir müşkilat içinde Türkiye'ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul'dan kalkmış, memleketi olan Karaman'a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" sözünün aslı buradan kalmıştır.

Lütfen elimizdeki değerlerin kıymetini bilelim.Yoksa Allah korusun,onlardan da oluruz.

 

SEN GİT DERDİNİ MARKO PAŞAYA ANLAT

 

Marko Paşa ,Sultan Abdülaziz döneminde yaşayan Rum hekimidir.

Üstad bir hekim olan Paşa çokça hastayı tedavi eder ve sağlığına kavuşturur.

Halk arasında da çok ünlüdür,her gün belki yüzlerce insan kapısını çalar,hastalıklarına çare arar.Bunca insanın bırakın derdine çare olmayı ,dinlemek bile imkansız bir hal alır.

Bu duruma kendince bir çözüm bulur.

Kapısına gelen hastalarını dikkatle dinler,

Onlara şöyle der;

‘’Anladım ,anladım ama ne??’’

Biçare hastada bu anlamsız soru karşısında ,herhalde iyi anlatamadım diye düşünür ve tekrar anlatır.

Ama yine Marko Paşa ; ‘’Anladım ama ne??’’der.

Bu böyle olunca ,hastalar çareyi oradan uzaklaşmakta bulurlar.

Zamanla Marko Paşanın ünü unutulur gider.

İsmet İnönü’de Makro Paşa’nın izinde gitmiş anlaşılan,duymak istemediği durumlarda “sağır” numarası yaparmış.Şimdilerde ise açıkça insanlar anlamazlığa vuruyorlar kendilerini.

 

DOKUZ DOĞURMAK

Acımasız ve tavizsiz bir kişiliğe sahip olan Çengeloğlu Tahir Paşa (ö. 1851), kaptanıderya olduğu dönemde, ilk iş olarak asayişi bozuk olan İzmir de geceleri belirli saatler arasında fenersiz sokağa çıkma yasağı uygulamış . Yasağın kontrolü için özellikle zifiri karanlık gecelerde çavuşlarıyla sık sık kendisi de teftişe çıkıp suçluları cezalandırıyormuş. Onun yine böyle teftişe çıktığı gecelerden birinde, yasağa uymayan yirmi kadar adamı toplayıp huzuruna getirmişler. Bizzat kendisi sorgulamaya başlamış:

— Bre söyle, emrimin rağmına fenersiz olarak niçün sokağa çıktın?

— Paşam, bendeniz tütün tiryakisiyim. Baktım tütünüm kalmamış, bir fişek ayınga almak iktiza ettiydi...

Paşa, adamın sözünü kesip gürlemiş:

— Vurun buna elli değnek! İkinci adamı alıp yine sormuş:

— Bre haylaz! De bakalım, niçün fenersiz sokağa çıktın?

— Paşa hazretleri, ne yalan söyleyeyim, ben akşamcıyım. Bizim Panayot´un meyhanesinde bir iki tek atmadıkça uyuyamam.

— Vurun buna altmış sopa!

Böyle böyle, Kasımpaşa ve Galata´nın ayak takımından hezele güruhu lâyıkıyla cezalandırmaya başlar. Sıra onuncu adama gelince, paşa ona da sorar:

— Gel bakalım herif! Sen niye sokağa fenersiz çıktın? Adam titreyerek anlatır:

— Paşa hazretleri! Karım hamile idi. Sancıları tuttu. İki sokak ilerimizde bir ebe vardı. Onu çağırmaya gitmem iktiza etti. Ancak, feneri gündüzden komşu ödünç almıştı. Mecbur kaldım, fenersiz çıktım. Sonrası malûm, çavuşlarınız beni derdest edip huzur-ı âlilerinize getirdiler.

Paşa, adamın hâlinden doğru söylediğine kanaat getirip bunu tahkik için hemen, adamlarından birini zavallının tarif ettiği adrese göndermiş. Bir süre sonra haberci, soluk soluğa gelip kadının gerçekten doğurmak üzere olduğunu haber vermiş. Paşa, sakalını avucuna alıp bir yandan emrinin çiğnendiğine öfkelenirken diğer yandan, adamın hâline acımış. Sonunda, adamı affeder tarzda paylamış:

      Seni bu kez affediyorum. Fakat karın olacak o densize söyle; bir daha gecenin böyle olur olmaz vaktinde doğurmasın.

Zavallı adam sevinçle evine koşmuş ve doğruca yatak odasına dalmış. Bakmış ki bir bebek ağlıyor. Yüreğine sular serpilmiş ve karısına şefkatle yaklaşıp sormuş:

— Aman karıcığım. Geçmiş olsun, neyimiz var? Kadın, adama hiç yüz vermeyerek sitem etmiş:

— Efendi, ne kadar da rahatsın. Güya ebe aramaya gitmiştin. Desene ki arkadaşlarınla keyfe çıktın da şimdi utanmadan gelmiş, hâlimi soruyorsun!?

Adam ise hararetle,

‘’Ah bre hatun sen neler diyosun??

Sen bir kere doğurdun.

Ben sıradaki dokuz kişiden sorgu nöbeti bana gelinceye kadar dokuz doğurdum.’’ Demiş.

***

Ya bu politikacılar da vatandaşı adeta  dokuz doğurtuyorlar.Gerçekten ne diyorlar;

Anayasa Değişecek,

YÖK kalkacak

Askeri Vesayet Kalkacak,

Baraj kalkacak,

Üniversite sınavı kalkacak,

Üniversite mezunlarının tümü iş bulacak,

Öğretmenler atanacak,

Yargı hızlanacak,

Daha neler neler…

AYDIN BAKIŞ: En iyisi mi  kafayı üşütmemeye dikkat edelim.