HUKUK DEVLETİ(1)

Hukuk fakültesi’ne yeni başlamış öğrencilerimize  önce şunu tembihlerim:

“Biz sizi kanun adamı(feministler kızmasınlar diye bundan sonra kanun insanı) olarak değil,hukuk adamı(hukuk insanı) olarak yetiştireceğiz,sizlerde yaşamınız boyunca kanun insanı değil, hukuk insanı olarak yaşamaya ve yaptığınız mesleği yapmaya çalışın.”

   Gerçekten hukuk  insanı olmak ile kanun insanı olmak arasında önemli farklar vardır.Zira,hukuk kanunun da içine alan geniş bir kavram matematiksel olarak ifade etmek gerekirse; “Kanun, hukukun alt kümesidir ve hukuk, kanunu kapsar .”

   Hukuk derken, adalet değerini gerçekleştirme hedefindeki toplumsal davranış kurallarından bahsederiz.Ancak ,hukukun,diğer toplumsal düzen kurallarından  farkı vardır, o da; “Devlet tarafından yaptırama bağlanmış olmasıdır”

     Ancak, adaleti gerçekleştirme iddiasında olan hukuk kelimesinin içinde;hukukun evrensel ilkeleri,kazanılmış haklara saygı,insan hakları,tabii hakim ilkesi,gözaltına alınan kişinin bir an önce hakim huzuruna çıkartılması,savunma hakkının kutsallığı,plüralizm(çoğulculuk) gibi birçok ilke vardır.Kanun ,belirtmiş olduğumuz kurallardan bir veya birkaçını içermeyebilir.İşte o zaman yapılan işlem veya tasarruf, kanuna uygun ama,hukuka aykırı nitelik taşıyabilecektir.

      Kanun devleti-polis devleti bir bakıma bir olumsuzluğu deyimler.Devlet idaresinin dayatmacı,katı kurallar ile yönetildiği bir düzeni deyimler.Nazi Almanya’sının başına seçimle  gelen Führer-Hitler’de koymuş olduğu kanunlar ve emirler ile devleti yönetti ve fakat o kanunlar ile milyonlarca Yahudi soykırıma uğradıYine,cunta lideri Evren,kendisine göre gerekçe olarak gördüğü, TSK İç Hizmet kanunu m.35’deki (Madde 35- Silahlı Kuvvetler’in vazifesi, Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.) "Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi" nedeniyle "ülke yönetimi"ni darbe ile ele geçirdi.Anayasa hazırladı,yasalar çıkardı.Ancak,anayasa m.2’de Türkiye Cumhuriyeti devletinin “hukuk devleti” olduğuna dair ifade boş bir cümleden ibaret kaldı. (TSK İç Hizmet kanunu m.35’in halen yürürlükte olduğunu hatırlamakta fayda var.)

 

        Zira,bu anayasa ve darbe döneminde çıkartılan yasa,yönetmelik ,emir ve diğer düzenleyici işlemler ile binlerce insanın hayatı yok oldu,aileler parçalandı,aydınlar,yazarlar ,bilim insanları yurtdışına kaçtılar,birçoğu halen yurtdışında yaşıyor.

        Hukuk devletinin en önemli unsurlarından bir tanesi  de;“Devletin tüm işlem ve eylemlerinin yargı denetimine açık olması” dır.

        12 Eylül Anayasasının en önemli  özelliği, bir taraftan hukuk devleti olduğunu söylerken,diğer taraftan bir anayasa maddesi ile  vatandaşın dilini  yasaklayabilme imkanını sağlayabilmesidir.(Her ne kadar Avrupa Uyum yasaları kapsamında bu hüküm kaldırılmışsa da,bir süre için yürürlükte kalması bile hukuk devleti açısından feci bir durumdur.) Devletin resmi dili yerine diğer etnik kökeni farklı olan vatandaşları görmemezlikten gelerek devletin diline atıf yapabilmesidir.Bunun gibi,ülkede birçok etnik kökenden insan bulunmasına rağmen,bunları dışlayan bir uslup ile vatandaşlık tanımı yapabilmesidir.

     Bunun gibi,uzun süre ,HSYK ve ASKERİ YÜKSEK ŞURA Kararlarının yargı denetimine kapalı olması nedeniyle bir çok asker disiplinsizlik yalanı ile ordudan atılabilmiş,başbakanlar emri altındaki kişilerin kurulda sayıca çok olmaları nedeniyle bu işlemleri engelleyememişler,en fazla muhalefet şerhleri koyabilmişlerdir.Keza, birçok hakim ve savcı sırf “mesleklerini icra” ettikleri için ihraç edilmişlerdir.

      Gerçekten,darbe yapanlara karşı soruşturma açtığı veya Şemdinli’deki kitapevi  ile ilgili olarak dönemin Genelkurmay başkanının  iddianame ismi geçtiği için ,görevini yapan savcı mesleklerinden ihraç edilmiştir.Yapılanlar belki kanuna uygundu.Ama,başta belirtmiş olduğumuz gibi,hukuka aykırı işlemlerdi.Hukuk ,eninde sonunda işlemiş,savcılar görevlerine geri dönebilmişlerdir.Yapılan anayasa değişikliği ile savcı,yeniden görevine dönmüşse de, yaşanan acılar ortadan kaldırılamamıştır.

     12 Eylül 2010 Anayasanın değişikliğine rağmen,halen düzenleme mağduriyet doğurmaktadır.Zira,yalnız ihraç kararları yargı denetimine açılmış,disiplin,terfi,özlük hakları,..vb  işlemler, idari yargı denetimi dışında tutulmaktadır.Bunun anlamı şudur;Başsavcı iken savcılığı düşürülmüş,adalet komisyonu başkanı iken düz hakimliğe atanmış,Yargıtay’a seçimde hakkı çiğnenmiş,ihraç kararı dışında disiplin cezası almış hakim ve savcıların idari yargıya gidebilme şansları bulunmamaktadır.

     Yine,yıllarca başarılı olmasına rağmen albaylıktan generalliğe yükseltilmemiş,ordu komutanlığından kuvvet komutanlığına yükselememiş,emekliye sevk edilmiş,disiplin cezası almış ..vb haksızlığa uğramış  askeri personelin idari yargıya gidebilmesi mümkün değildir.Bir hukuk devletinde buna yer yoktur.Mesleğin "özellikleri" bahanesine sığınmak,hukuk devletinde geçerliliği yoktur.Yapılan işlemlerin yargısal değil,idari nitelikte işlemler olduğu unutulmamalıdır.

    Yargısal olsaydı dahi bunun bir önemi olmasa gerektir.Zira,yargı kararların dahi hata yapma olasılığının bulunduğu ve yargı içerisinde de bir denetimin bulunduğu bir durumda ,idari nitelikte olan HSYK kararlarının ve Yüksek Askeri Şura kararlarının idari yargı denetimine tabi olması, hukuk devleti açısından önemlidir.Ümit ederiz ki,yapılacak anayasa değişikliklerinde bu hususlar göz önüne alınır ve bu işlemlerin idari niteliği göz önünde bulundurularak yargı yolu açılır.Zira,bir hakimin yanında yardımcı personel olarak çalışan bir katibe hakim tarafından gerçekleştirilen bir işlem hakkında yargı yoluna başvurulabildiği bir ortamda, hakim/savcının kendisinin yaşamını ve mesleğini doğrudan etkileyen bir konuda yargı yoluna başvuramaması tamamen trajik bir durum olsa gerektir.

(devamı yarın)