YAĞ SATARIM, BAL SATARIM…

Bugün bir ilköğretim okulunda okula yeni başlayan çocukları izledim.

Cıvıl cıvıldılar: Koşuyorlar, şakalaşıyorlar, bağırıyorlar, düşüp kalkıyorlardı.

Sonunda hiçbir şey olmamış gibi, konuşmaya oynamaya devam ediyorlardı:

Kinden, nefretten, yalandan hiç emare yoktu.

Onları izleyince, keşke çocuk olarak kalsaydık diye düşündüm.

Çocukların saflığı, temizliği yüzlerine vurmuştu.

Birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Hayat umurlarında değildi.

Öyle ya, daha sorumluluk almamışlardı.

Henüz sınav maratonuna dâhil olmamışlardı.

Ne yazık ki, birkaç yıl sonra onlarda bu maratona dâhil olacaklardı.

Henüz savaşın ne olduğunu bilmiyorlardı. Ama televizyonlardaki haberlerden, bilgisayarlardaki şiddet görüntülerinden bununla da tanışacaklardı.

Bir kısmı tanışmaya başlamıştı bile. Annesinin babası tarafından dövüldüğünü görerek ilk dersini almıştı.

Askere gitmemişti. Dost/düşman ayrımını bilmiyordu.

Onun için herkes insandı.

Henüz İnsan hakları evrensel bildirgesi, anayasa, Avrupa insan hakları sözleşmesini okumadan da bunları biliyordu.

Öğrenmesine gerek yoktu bunları üstelik. O zaten doğal olarak bunları biliyordu.

Onları bozan anne babaları, yöneticiler olduğunu henüz bilmiyordu. Onlar idollarıydı.

Henüz dershane kapılarında deneme sınavları, tercih kılavuzları, okul kapılarını da bilmiyordu.

Okulu bitirdikten sonra, onca zaman uğraştığı diplomanın bir işe yaramadığını da bilmiyordu. Bir kere kuyruklara alışmıştı. Kuyruklara girmenin tadını almıştı üstelik. İş kuyruğunda artık ona dokunacak bir şey kalmamıştı.

Henüz âşık olmamışlardı.

Uykusuz geceler geçirmemişlerdi. Hasret çekmemişlerdi.

Zorla başlık parası için, berdel için evlendirilmemişlerdi.

 Evlendikten sonra, çocuklarına harçlık verememenin üzüntüsünü, eşine bir çift küpe alamamanın ne demek olduğunu da öğrenmemişti.

Kendisine oy için adeta yalvaran, verdikten sonra unutan siyasetçilerin yalanlarını da hiç tahmin edemezdi.

Öyle ya, anne ve babasının kendisine yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu söylememişler miydi?

Koca koca adamlar yalan mı söyleyeceklerdi.

Hiç tahmin etmezdi.

Kendisine şeker veren komşuları Mehmet amcanın, çocukları zehirleyen maddeleri satacağını, hapse gireceğini, arkadaşı Ali’nin babasız büyüyeceğini de hiç tahmin edemezdi. 

Annesini, babasını kaybedeceğini, yalnız başına hayatı devam ettirmenin gerektiğini de henüz düşünmüyordu. Onlar yalnızca oyunlarına bakıyorlardı. Büyümek için acele etmelerine gerek yoktu.

Ama hayat akıp gidiyor. Bunların hepsi oluyor hayatta.

Hayat zor, acımasız ama anlamlı. Bu çocuklara şu öğretilmeli “Nerden Geldik, Nereye Gidiyoruz?”hayatın anlamı öğretilmeli.

Hayatın çok çabuk

Geçtiği, değerler; iyilik, güzellik, doğruluk, adalet, vicdan, Allah korkusu/sevgisi verilmeli.

***

Çelik çomak, yakan top, saklambaç, topaç oynamıştık değil mi? Çamurlu sahada mahalle maçlarını özledim. Tel kamyon yapmayı…

Nasıldı? “Yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım…”Ebe, mendili kimin yanına bırakacak?

Bilen var mı?

****

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakan Yardımcısı Sn.Kutbettin ARZU’nun babasının vefatını üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum. Kendisine ve ailesine başsağlığı diliyorum. Allah Rahmet etsin. Âmin.