PAZAR YAZISI!...

Hayat kısa!.. Yaşam özgürse de, sınır vardır.. 

Hayata "libas" giydiren de, yaşam biçimidir..

Yani, giysiyi kendiniz "dikersiniz?"…

O da, karakter odaklıdır..

Çevresel etkiler olabilir..

Ama, "akıl" denilen beyin mekanizması, sizde!..

O da; "bitimsiz ve doyumsuz" bir seyrin, komuta merkezidir…

Lakin, sistemin, yönetimlerin, devletlerin felsefesi; kimi zaman hepsini atıl hale getiriyor?.

İşte, o hayat da "yaşar yaşamaz" misali...

***

Bugün işte böyle bir seri cümleyle, sohbete girmek istedim!..

Niyet, bugün Cumartesi olsa bile, "Pazar yazısı" mahiyetiyle, bilgisayarın klavyesine odaklanıp, kelimeleri dizmeye çalıştım.. 

Ki yazıya da, "Pazar Yazısı" diye başlık attım…

Öyle ya, sosyal, siyasal, ekonomik yaşam koşulları ve ülkenin hal-i durumu; çift eksenli zihinleri bunaltan stresleri barındırıyor!…

Parti kongreleri, kabine beklentisi, valilik ve emniyet müdürleri kararnamesi…

Erken seçim var mı yok mu?..

Muhalefetin "Cumhurbaşkanı adayı" kim olacak?..

HDP'nin kapatılma davası, nasıl sonuçlanacak?.

Milletvekilleri dokunulmazlığı?.. İçteki ve dıştaki, diğer olumsuzluklar zincirinin, "boğucu" hali..

Ve tabi ki, ABD ile hala "krizleri" aşamama halimiz, Avrupa Ülkelerinin "diş bileyici" tutumları…

***

Beri yanda, "Pandemi" ve ölümlerin yarattığı travmatik atmosfer; denir ya millete ve ülkeye nefes kestiriyor..

Aşı yeterli mi, Çin aşısımı Alman aşısı mı, polemiği…

Ve bizlerin de "normalleşmeye" geçişi, rehavetle karşılayıp, "beterin beteri" olmayı ikmale getirmemiz!..

Hasılı kelam!..

Çok ama çok boğucu bir havanın soluklanması der demez insana; "imdat" çığlığı attırıyor…

İbrahim Tatlıses'in "repliğinden" bir söz..

"Gideremmm.. Başımı alıp giderrremmm ha.. Ya bi ye huzur verin. Ya huzur verin.. Bu saatten sonra çekecek halim yok.."

***

Neyse, çekip gidecek halimiz yok!..

Gitsek te, nereye kadar gidebiliriz ki?..

Elin gavurun ülkesine gidecek değiliz..

Ki gitsek te, bizi barındırmazlar..

O zaman, 740 bin kilometrekarelik coğrafyanın içerisindeki mahkumiyetle, yaşamı kabul etmemiz lazım…

"Anılar" diye başlayan bir türkümüz vardı..

Evet, hayatımızın geçmişine odaklı "anılarımız" olmazsa idi..

Sahi, gerine dönüp maziye bakma gibi bir düşünce, bizde hasıl olur muydu?..

Sanmıyorum…

Çünkü o anılar; "bitimsizdir?"…

Tarihin sayfalarındaki "yapraklardır", geçmişteki yaşanmışlıklar..

***

Dost, kardeş, eş, anne ve baba!..

Hepsi "anıların" yapraklarında, kendisine özgü nakışları vardır?..

Ki, bu nakışlar belli bir ikmalde, toplumsal belleğimizi de, kapsar…

Önümüze koyup düşündüğümüzde, bize dair "yaşanmışlıkları" gözler önüne getirerek, "vay be" dedirtir…

Nefes alıp, düşünen her insanın hayat sayfasında, "yaşamışlıklarını" hatırlatan anılara sahiptir..

Çok değerlidir bu, yapraklar..

Çünkü, o anılar, yaşanmışlıklar, bir süre sonra "hikaye" kimliğine dönüşse de, hayatı anlamlaştırır..

Yoksa, hayat silikleşir…

***

Kendime dair takvim yapraklarını çevirmek isterken!..

Aklıma bir hikaye düştü..

70'li, 80'li yıllara, dair yaşanmışlık içeriyor..

Hikayenin muhtevasını düşünürken, ne yazık ki "DEDAŞ'ın" her zamanki gibi, azizliğiyle, yüz yüze geldim..

İki damla yağmur, 10 dakikada bir yaşanan kesinti…

Öyle ki!… Klavye, bilgisayar, ve zihnim..

Diğer noktada, aklıma gelen hikaye!..

Maalesef, birbirine ıraklaşıp, fransız oldu..

Neyse, transferi laptopa yaparak, yazıyı bitirme imkanı bulabildim…

İşte böylesi bir ruh haliyle, aktarayım size o hikayeyi!..

***

80'li yıllar!… Yılmaz ile Ahmet adında iki arkadaş..

Yılmaz hayli iri yapılı.. Cüssesi büyük…

Ahmet ise, zayıf ve çelimsizdi..

Çünkü, "astım" hastasıydı..

Sarası da vardı..

Sürekli krizler geçirip, nefes alamaz hale gelip, tıkanırdı?.

Kimi zamanda olmadık yerde, baygınlık geçirirdi?…

Okul okuyorlardı, ikisi!..

Arkadaşlıkları da, "kardeşten" öte..

Bugünün ifadesiyle; "kanka..!" Ahmet'i okuldan eve götüren, Yılmazdı..

Günlerden bir gün, Ahmet yine kriz geçirdi..

Astımı ve sara birden..

Yılmaz, Ahmet’i sırtına alıp, eve gitmek üzere yola düştü..

***

Ve, bir haber gelir!.. Yılmaz ölmüş..

Ahmet sırtında iken, kör bir kurşuna hedef olup, vurularak yere düşmüş!…

Ahmet yaşıyor..

Ama, Yılmaz hayata gözlerini yummuş, kankasını yalnız bırakmıştı?..

80'lerin "kör kurşunları" hala hafızalarda..

Eee, dönemin "kör talihi, kör kurşundu?"..

Nice hayatlar, böyle kör kurşunlara..

Hain tuzaklara..

Yaşatılan planlara; kurban gitti!..

Devleti ve milleti hasım edenlerin, tuzaklarıyla; "ölüme" yol aldılar..

Kimileri de, dar ağaçlarına çekildi… 

Duyulan oldu, duyulmayan, yazılan oldu, olmayan…

Kimi de, esaretin kurbanı olarak, yaşar yaşamaz kimliğine mahkum kaldı..

***

Aslında, hayatımızın bir çok evresinde böylesi "acı dolu" hikayeler yaşanmıştır..

Dikkat ettiniz mi?.

Bir pazar yazısı, kişi anıları, hayat ve bugün yaşadıklarımız ne de; "zincirin" birer halkaları olduğu, gerçeğini gösteriyor..

Hayat bu!..

***

NEYZEN TEVFİK...

Gayet mütevazidir Neyzen Tevfik..

Bir gün Hoca paşa Camii’nin tabutluğuna gidip bir tabutun içine girer kapağını üzerine örter ve uyur.

Dünya malına zerre tamahı yoktur.

Kimseye minneti de yoktur.

“Dünyanın en yüksek tahtına da çıksan yine aynı mabadınla oturacaksın” der.

Geçmiş günlere yananlara şöyle seslenir:

“Geçen gençlik günlerine yanmayan

Yok gibidir bense bakar geçerim.

Yoku vara varı hiçe gömerek

Her solukta bir gam yakar geçerim.”

***

İlk çıkardığı şiir kitabına da “Hiç” adını vermiştir. 

Kendisine memuriyet teklif eden Talat Paşa’ya memur olunca sonunda ne olacağım diye sorar.

Talat Paşa memuriyet silsilelerini saydıktan sonra son kademeye gelir ve en son kademeyi şöyle söyler:

Hiç.

Neyzen Paşaya döner ve şöyle der:

“İşte ben bugün de hiçim!”

1940’lı yılarda Bakırköy Akıl Hastanesi’nde 21 numaralı koğuş O’na ayrılır.

Hem doktoru hem de dostudur ünlü sinir uzmanı Mazhar Osman.

İstediği zaman gider kalır sonra canı istediğinde çıkar.

Gençliğinde hem Mevlevi hem de Bektaşi dergahlarında kalmış pek çok kişiden de feyz almıştır.

Ancak hiçbir tarike bağlı kalmamıştır.

***

Savaş vurguncularından birinin dedikodusu yapılmaktadır.

“Tonla parası var… Herifin bir eli yağda bir eli balda… Nereye gitse hemen yol açıyorlar!” diye.

Neyzen “Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes?” diye sorar..

 “Çekiliyor.” cevabını alınca; “Demek cebindeki pisliğe bulaşmak istemiyorlar…” diye yapıştırır cevabı.

Bir gün Neyzen’e sorarlar:

“Neyzen çalarken mi neşelenirsin yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?”

Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemdir.

Neyzen: “Maliye Vekili değilim ki çalarken zevk alayım” der.

İkinci Meşrutiyet döneminde nazırlığa getirilen bir zat çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar.

***

Karşılaştıklarında Neyzen “Maşallah kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.” deyince..

Adam “Genç yasta vali oldu neden fasulyeye benzesin?” diye sorar.

Neyzen de verir cevabı: “İşte ben de onun için benzetiyorum ya fasulye de sırığa sarılarak büyür.”

Hayatı yoksullukla geçmiş Neyzen Tevfik yüreği insan sevgisiyle dolu biriydi.

 Dünya malına hiç değer vermezdi.

Nice abdalların bulmak için nice yıllar yanıp tutuştuğu aptalların ise dünya malında bulmayı umduğu o son mertebeyi ne de güzel izah etmiştir Neyzen.

Hiç’tir.

***

Düşünürsek zaten bu dünya da bir hiç değil miyiz..?

Anadan üryan gelip, yine öylece gitmiyor muyuz terki Dünya ederken.

Ne götürüyoruz giderken..?

Onun için iki çıplak beden arasında yaşadığımızdır bu hayattan geride kalan.

***

GÜNÜN SÖZÜ

Geldiğin yeri unutmuşsun ama gideceğin yer sana bunu hatırlatacak.