REKTÖR KARAKOÇ'U DİNLERKEN?…

Müdavim okurlarım bilirler!.. Laf, Dicle Üniversitesi'nden açılınca, hep şu tanımlamada bulunmuşum..

"Dicle'nin Öte tarafı.."

Niye "ötekileştiren" bu cümle derseniz?.. Nedenleri, niçinleri, sebepleri çok..

Ama özet bir kelimeyle; "Şehriyle, bölgesiyle, hitap ettiği alanla" barışık olmadığı gibi; misyonunu da yerine getirebilmiş değildir..

Çünkü, "dönemsel" olarak, hem siyasi, hem ideolojik ve hem de inanç eksenli; "anlayışların" yönetimlerinde, kutuplaşmaların, arenası olmuştur…

Sağlık ve Eğitim, öğretim faaliyetlerinden daha yüksek; "kutuplaşmalarla" gündem olup, tartışmaların odağı olarak anıla gelmiştir, Üniversite!…

***

Üniversitenin, 40-50 yıllık geçmişine bakıldığında, "rektör" ve zihniyet, "geldiği" makam sorgulamasında; "Sivili, Asker ve Bürokrat" kulvarında, çok kişi karşımıza çıkar…

Ve bu çok kişinin de, kendilerine emanet edilen makamlara "ehliyet ve liyakat" ölçüsünde, olmadıkları gibi "vesayetlerin" birer elemanı olarak, makam işgal etmişlerdir…

Aslında, D.Ü'nün yaşadıklarının Türkiye'deki diğer üniversitelerden geri kalır yanı yok!… Yani, benzer örnek çok..

Tabi, bu tabuları yıkma adına gayret gösteren, Dicle Üniversitesi'ni, Bölgenin ve Ortadoğu'nun gözde, "eğitim, öğretim ve sağlık" merkezi yapma gayretinde olanlar da olmadı değil.. Haklarını vermek lazım..

Ancak, "makamları, emanetleri, imkanları" sorumsuzca kullanıp, tahribat yapan ekseriyet!…

***

Dile kolay!.. Türkiye'nin "en köklü" Üniversitelerinden olacaksın!..

30 binlerin üzerinde öğrenci, binlerce akademisyenle, geniş bir araziye sahip, siyasi ve ekonomik kulvarda, en güçlü bir kimliğin olacak..

AK Parti'nin ilk yıllarında, Üniversite sayısının artması noktasında her ile bir üniversite icraatında, "sözü dinlenmeyen" olacaksın…

Öyle ki, bir elin sayısı kadar "bağrından" üniversiteler çıkacak.. Yüzlerce, akademisyeni "kadro" tesisi noktasında, vereceksin..

Ama bir tekinde, "Kurucu Üniversite" kimliğin olmayacak..

Nice, akademisyenler yetiştireceksin, ancak "meyve verecek" dönemde, sahiplenmeyip, bilakis "hasım görerek" günümüzün ifadesiyle "mobing" uygulayıp, "göç" ettireceksin!…

Dahası!… Türkiye'nin "milli ve yerli" meselelerine, "akademik" yönde, kafa yormayacaksın!.. Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve tarih noktasında, zerre-i miskal bir "zihin eforu" ortaya koymayacaksın!..

Dile, inanca, medeniyete dair, bu bölgede neler oluyor, neler bitiyor, neler yaşandı demeyip, sorunlara çözüm bulma adına, "İlmin ve Bilimin aklını" ırak tutacaksın!..

***

Kısacası, Dicle Üniversitesi "sıradan" bir kamu kuruluşu olarak, hep Dicle'nin Ötesinde" durup, kaldı.. Şehirle entegre olmadı…

Şimdi, tüm bunları niye geçmişin "şeceresini" ortaya koyarak anlatıyorum!.. Şunun için; "geçmişten ders-i ibret çıkarıp", gelecek adına, hatalar zincirinin bir daha tekerrür etmemesi!.. Yani, gelen gideni aratmasın!…

***

Malumunuz üzere, geçtiğimiz yılın Ağustos Ayı'nın ortalarında, Dicle Üniversitesine Rektör olarak Prof. Dr. Mehmet Karakoç atandı..

Atandığından kısa süre sonra, "hayırlı olsun" ziyaretine gittim.. Karakoç'a o gün şunu söylemiştim, Üniversitenin "yaraları çok, kangrenleşen yaralar var" tedavisi için, "neşter" gerek!..

Ziyaret sonrasında, bir yazı kaleme aldım!.. Şu sözle; noktalamıştım yazımı!.. "Umarım, hayal kırıklığına uğramam..

Çünkü, Karakoç güven verdi bana" diye.. Sonra, günler, aylar geçti.. Yönetim oluştu, atamalar, görevlendirmeler yapıldı.. İzledim, olup biteni…

Melih Bulu vakası gündeme gelince, Dicle Üniversitesi'yle alakalı; "fransızlaştık mı ne" diye, serzeniş yaptım!..

***

Ve, geçtiğimiz hafta içerisinde Rektör Karakoç ziyaretime geldi.. Yalnız gelmişti.. "İade ziyareti" idiyse de, amacı farklı idi, Karakoç'un..

Uzun uzadıya sohbet ettik.. Üç saati aşkın bir, hasb-i hal içerisinde olduk..

O sordu, ben yanıtladım, ben sordum o yanıtladı…

Samimi ve net, şeffaf fikirler ortaya koyan bir görüşmemiz oldu!…

Üniversiteyi tanıyan biri..

Yabancı değil. 1996'dan beridir, içinde.. Zaman içerisinde gel-gitler yaşanmışsa da, Diyarbakır'dan evle olması münasebetiyle, damat olarak artık yerli...

Karakoç'u dinlerken, Üniversiteye ve şehire dair anlattıkları karşısında, "çok farklı ve özel bir bilim insanı" dedim kendime!…

Öyle ya, "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…?"

Çünkü, "rektör sadece üniversitenin rektörü olmamalı, o kentin, o coğrafyanın yol gösterici, rehberi ve bilim adamı olmalıdır?" ilkesiyle, bakınca bir şeyler değişecek bu üniversite için, dedim.. Ve bu yazıyı, uzun uzadıya geçmişi de hatırlatarak, kaleme aldım…

Yani kayıtsız kalmak mümkün değil…

***

Bilim eğer ki, "üretime ve toplum yararına" dönüşüyorsa, kıymetlidir.. Üniversite "kampüsü" içerisindeki, dört duvar arasına sıkışıp, kalan "Bilim", kısır ve verimsiz, değer ölçüsü tozlu raflarda bekleyen "kitaptan" öte değildir.. Karakoç diyor ki, "Benim işim sadece üniversitede eğitim ve öğretim değil.."

Yani, geniş bir vizyonla kendini donatmalı, "Rektör" demeye getiriyor..

***

Üreten olmak!.. Ürettiren olabilmek.. Doğru yolu, şeffaf, şaibesiz, gösteren ve yürüyebilmek önemli..

Salt üniversite değil, hem bulunduğu şehre, hem yaşadığı ülkeye, "ilmiyle, bilimiyle, üretimiyle" vefa borcu, sorumluluk hissiyatıyla, kendini entegre edebilmek!… İz bırakan olabilmek..

Karakoç "kampüs ile rektörlük binası ve lojmanın" arasına, sıkışan "dört duvar" arasında, yat-gel, demek değil diyor!..

Güzel bir söz, görevinizde, makamınızda, hedeflerinizde bir heyecan, bir azim, istek ve istişare yoksa; başarısızlık kaçınılmazdır..

Sıradanlaşan, "sıra dışı" işler yapamaz!.. El hak!..

Belki erken gelen bir kanaat, bendeki!.. Ama karşımda, Karakoç'u şöyle gördüm… Vatanına, milletine, bayrağına, devletine, milli ve manevi değerlerine sımsıkı bağlı…

Geleneği olan, Bölge Kültürüne adapte olmuş, kendi evlatlarını da, eşinin Diyarbakırlı olması münasebetiyle, "yerlileşen" değerlerle, bütünleşen!…

Görev ilkesinde, "koltuktan güç alan değil, koltuğa her yönüyle güç veren" bir karakter, bir bilim adamı, insan gerçeği gördüm!

***

Üç saatlik sohbetimizde, Karakoç bir dizi "projeden" de söz etti. Tez elden, Üniversite kampüsünde "İki Yeni Hastane" inşa etmek..

Kampüs içerisinde, raylı sistemle ulaşımı sağlamak.. Hastaneler arasında yürüyen merdiven ve kız öğrenciler için, yurt.. Yeni fakültelerin, kurulması..

"FETÖ" ve diğer etkenlerle boşalan akademik kadroların doldurulması!… Öğrenci sayısının artırılması..

En önemlisi de, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, tarih, inanç ve yaşama dair, dünü, bugünü ve yarını ortaya çıkartacak, bölgenin tarihsel gerçeklerine ilişkin, araştırmalarıyla kendinden söz edecek; "bir vizyon" ortaya koyacaklarını, aktardı..  Karakoç'un kendi ifadesiyle, "konuşacağız, istişare edeceğiz, ama lafta bırakmayıp, icraata dönüştüreceğiz.. Bunun için de, elbirliği, güç birliği şart.."

***

Sonuç itibariyle!.. Karakoç'un bende bıraktığı intiba şu; "tahribatların yorgunluğuna mahkum edilmiş olunan, Dicle Üniversitesi kendi öz zenginliğiyle, yeniden küllerinden dirilişe geçip, misyonunu aksiyona çevirecektir.."

Tabi bekleyip göreceğiz..

Umarım, atandığında, kendisine "burun kıvıranlara" mahcubiyeti yaşatarak, "milli ve manevi" değerlerle bütünleşen bir Üniversite inşa eder…

Çünkü, bu kent ve bu üniversite "Mezopotamya" beşiği ve ruhuyla, kenetlenmelidir?…

Karakoç hocaya kolay gelsin diyorum!?..

***

VESAYET PİYONLARI!…

Ne yazık ki, dönemsel olarak "kendilerini" var edebilmişlerdir bu zümreler!?.. Ki, önceki gece bir kez daha; "vesayetçi" kurmay odaklı bir yüzle huzura çıkma, gayreti içerisinde oldular..

104 Emekli Amiralin altında imzası bulunan bildiri, hiçbir şekilde meşru olmadığı gibi, sıradan da değildir!… Ne fikir, ne düşünce, ne de siyasi bir tavrın "kapsamına" alınamaz!?.

Yakın tarihimizde, "sivil siyasete" müdahale noktasında, kullanılan argümanlar, herkesin malumudur…

28 Şubat'ı, 27 Nisan E-muhtırayı, hatırlarsak hepsi belli tırnak içinde masum(!) gerekçelerle soslanmış sözde toplumsal hadiselere atıfla, "meram" sergilenmeye çalışılmıştır…

Daha bir kaç hafta önce, "Işıklar sönmüyor" diye, yapılan paylaşımlar..

***

Unutmamalıyız!.. Darbe ve darbecilik bu ülkede bir kesimin damarlarında gezinmeye devam eden ölümcül bir virüs olarak hep yaşadı.

Bugün karşımıza çıkan da mutasyonlu bir darbe virüsüdür.

Zaman zaman şekil değiştirdi, yöntem değiştirdi ama zehirliliği itibarıyla hep var oldu.

"Genç subaylar rahatsız.. Rütbeliler rahatsız.. Ordu rahatsız.. Genel Kurmay uyumuyor.. Işıklar hala yanık.? "gibi ifadeler, neye delalet ve neyi çağrıştığını, kundaktaki bebeler bile, anlar!…

Onun için de, 15 Temmuz'a 103 gün kala, 104 imzada 53 sırasını iki kez yazıp, 103 imza diyerek, gece saat 04.00'de yayımlamak; "anlam" itibariyle, Sivil İrade'ye "darbe planıdır?"…

***

Bu bildiri; içten ve dıştan organizeli "kurmay planlı", iktidarı devirmek gayreti içerisinde olan ama siyasi mekanizmalarla bunu beceremeyen, sivil siyaset yerine "gayrimeşru" geçmişin, vesayet ruhuyla hareket edenlerin, bir kurgusal faaliyetidir.. Yani nabız yoklamadır!…

 En barizi de, "pusuya yatan" dumanlı havadan nemalanan odakların "fişeklenmesine" dair, çıkıştır..

Sorgulanan, ne Montrö ve ne de İstanbul kanalıdır?.. Bildiri, kapsamlı, planlı ve "sağır odaların", masalarında kaleme alınmıştır…

Netice itibariyle, siyasete güvenen, demokrasiye inanan, egemenlik kayıtsız şartsız milletin ilkesine sahip, sivil iradenin hakimiyetine karşı girişilen bu vesayetçi anlayışın piyonları ve arkalarındakilerin ortaya çıkarılması gereken, pervasız çıkış ve kalkışmanın, deşifresi şarttır…

Yargı, re'sen soruşturma başlattı..

***

GÜNÜN SÖZÜ

Fırtınanın gücü ne olursa olsun, martı sevdiği denizden asla vazgeçmez.