KÜRTLERİN YANAĞINA BİR PARMAK BAL!...

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Diyarbakır’a gelişi.. Doğrusu, gelişi, gidişi ve söylediklerinin geride bıraktığı "etkiyle" alakalı, pek konuşma taraftarı değildim?…  Çünkü, "yeni bir şey" yok!.. konuşulan da, suya yazılan, yazı misali!..  Lakin, köşenin müdavimlerinden, ısrarla gelen sorulara karşı, iki kelam etmemek olmazdı!.. Ki lafın belini kıralım o zaman..

***

Evet, Ali Babacan da geleneği bozmadı!.. O da, her yeni siyasi parti lideri gibi.. Her yeni oluşum ve siyasi hareket gibi; ilk durağını, Diyarbakır olarak belirleyip, seçti!.. Ve, siyasi malzeme olarak da, değişmeyen kodla, "Kürt kartı" başta olmak üzere, hak, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük, "halkların" talepleri diyerek, kendince odaklandı..

***

Eee!… 70'lerden buyana "gelen-giden" tüm siyasi yapıların, liderlerin, partilerin "ilk siyasi kıblegahları" rotaları hep böyle olmadı mı?.. Kim ne diyordu?.. Avrupa'nın yolu, Diyarbakır'dan geçer.. Kürt Realitesi.. Kürt sorunu benim sorunum… Ve bir dizi "çözüm reçeteleri, paketler!!?"… Eşitlik, özgürlük… Peki sonrası; tam tersi vur abalıya!.. İktidara gelen, siyasi ikmale sahip olan; Kürt’te kimdir deyip; "sırt döndü?"..

***

İşte Babacan da aynı rotada yürüyor gibime geliyor!!… Görüntüler ele veriyor... Önce STK temsilcileri ve Oda Başkanlarıyla görüştü.. Ki bu görüşmenin adına "istişare" denildi.. Tabi yüzler değişmeyen yüzler!.. Bir iki de; göz kırpan olunca, fena bir gaza geldi diyebilirim Babacan… İktidara verdi veriştirdi; sanki bu iktidarda "hiç görev almamış" gibi!… Kürt meselesini de yeni keşfetmiş gibi; konuştu!?..  Nabza göre şerbet yani!...

***

Diyeceğim şu!… Ne yeni partiler, ne yeni liderler, ne de yeni oluşum ve hareketler!.. Ve ne de, iktidar odaklı, yapılar!… Klasik, "istişare edelim, konuşalım, sorunları dinleyelim, bu böyle, şu şöyle gel-gitlerini terk edip, artık bu kulvardan çıkmaları gerekir… Denir ya, bu anlayış, artık gına getirdi; "yaldızlı" sözlere karnımız tok!...

***

Çünkü, mevzuya odaklı konuşulmayan, tartışılmayan, ifade edilmeyen, çözüm ve çözümsüzlük üzerine, ortaya konulmayan senaryo, faaliyet ve organizasyonlar kalmadı… Yazılan yazıldı, çizilen çizildi.. Gerek akademik, gerek bilimsel, gerekse de sosyolojik yönden; “irdelendi?”.. dün bölgesel di, bugün küresel!... Ki, şu an "herşeyin" tekrarından öte, laf edilmişlik yok!.. Yani, yeni bir dünya keşfine gerek yok.. Mevzu belli; çözüm ise çok basit!…

***

Yeter ki, "siyasi samimiyetsizlik" terk edilsin.. Yeter ki, "siyasi ikbal" denilen, menfaatperestlikten çıkılsın.. Yeter ki, "Kürtleri" oy devşirme olarak görmekten vaz geçilsin.. Yeter ki, Kürtleri basamak ve karanlık emellere "alet" etme, hasımlığına karşı dik durulsun.. Yeter ki, "ihlaslı bir samimiyet" hasıl olsun.. Ve yeter ki; tüm taraflar gerçekçi, "empati" kurucu ve iyi niyete sahip olsun..

***

Yeter ki, demokrasiye, haklara ve halklara odaklı; "temsiliyet" benimsenilsin.. Yeter ki, herkesin kendini ifade edebileceği, hakkı, hukuku, adaleti, eşitliği sağlayabilecek, görebilecek, güvenebileceği bir "sivil anayasanın" ikmali olunsun!… Gerisi, laf-ı güzaf..

Ki öyle düşünüyorum ki, "bu konuştuklarımız da, gelenimizin de, gidenimizin de zikrettikleri "aynı potada" dün olduğu gibi bugün de olacak.. Değişmez!..

***

İşte burada, Güneydoğu insanı.. Yani Kürtler, artık "Kürt kartı" odaklı, siyasi menfaatperestlere karşı, hassasiyet içerisinde olmalı!… Çünkü, biri kendine siyasi malzeme yapıyor, biri de kan ve gözyaşına boğuyor!… Herkes çözümsüzlükten besleniyor!..

***

İNSANLIK SUÇU VE VİCDANIMIZ!…

Maalesef, "vicdanımız" pek de "insanlık suçunda" net değil… İdeolojik ve siyasi bakıyoruz!… Dili, dini, rengi ve ırkı "gözeterek" vicdan terazisine alıyoruz!… Ki bunu, artık içimizde bile, "sınıflandırıyoruz?"…

İşte 6-8 Ekim olayları.. Ve 10 Ekim Ankara Gar'ında yaşananlar.. İki vakıa da, "vahşice, barbarca" işlendi.. İnsanlar öldü, öldürüldü, "paramparça" oldu.. Uzuvlar havada uçuştu… İkisi de; insanlık suçu, ikisi de vicdanları yaralamaktadır!!…

***

Ama gel gör ki; bir bütünlük içerisinde "vicdani ve insani" bir bakış, ortaya koymadığımız gibi sergilemiyoruz da!?.. Birine ağlıyoruz, diğerini göz ardı ediyoruz… Senden-benden misali!..

Kendimizden olana, ağıt yakıyoruz, asla unutmayacağız, ölenleri saygıyla anıyoruz, katilleri sonsuza kadar lanetliyoruz, diye, "karalar" bağlıyoruz.. Ama, diğerine "oh çeker" bir vicdansızlık ortaya koyuyoruz…

 

***

Demek ki, insanlığımızı da, vicdanımızı da kaybetmişiz.. Lanet getiriyoruz ya, faşist ırkçılığa, aslında en büyük "faşist" bizler olmuşuz da haberimiz yok!…

***

 

ARA SEÇİM Mİ?..

Galiba "erken seçim'den" umutlar kesildi.. Şimdi; "ara seçim" konuşulur oldu.. Peki, hal-i duruma mevzuat cevaz veriyor mu?.. Eee; şartlara biraz, katkı lazım!..

***

Şuan, 14 sandalye boş.. Malum, 5'i Belediye Başkanlığını "tercih" etti.. 4'te bakan var.. 2 Vekil de vefat eti.. 3 Milletvekilinin de, "vekilliği" düşürüldü.. Yani, en taze şekliyle, 14 "vekil" eksik!..

***

Peki ara seçim için, kaç sandalye boş olmalı!.. 82 Anayasasına göre, üye tam sayısının yüzde beşi.. Bir kaç "sandalye lazım?".. Zor mu?.. "Ara seçimi" isteyen, CHP ve HDP için hiç de zor değil..

***

HDP'den üç vekil istifa eder.. Ki, Meclis'i "terk etme" gibi bir tartışma iç kulvarda, yürürken, iş biter.. CHP destek verir.. Sonuç, haydi "ara seçime.." Peki hemen olur mu.. Bunun için; seçimin üzerinden 30 ay geçmesi lazım!?.

***

Vaziyet hem kolay, hem zor!?. Ama, her şey "evdeki hesap" çıkmıyor. Öyle ya, 1979'da, toprağı bol olsun Ecevit, hamle yapmıştı.. Hezimetle, çarşı tokadı yemişti..

***

DİYECEĞİM ŞU!..

İktidar da, muhalefet te "erken seçim, ara seçim" gibi, karşılıklı birbirlerini sınamadan vazgeçip, adam akıllı bir "seçim yasası ve partiler konumuna" odaklanıp, çaba harcasalar!?…

***

İnanın ki, ülke adına, millet adına, demokrasi adına, seçilmiş ve seçen adına "en faydalı, hayırlı" bir icraat olur.. Bari, "baraj denilen" demokrasi düşmanı, ortadan kalkar.. Ve tabi ki, lider sultası da son bulur…

***

Ama diyeceksiniz ki!.. Nerde o muhalefet, nerde o iktidar cesareti!… Hepsi; günün havasına göre "pozisyon" alıyor.. Onun için, üst tarafı, zorlamak lazım!… Hade hade diyerek..

***

ÇUVALDIZ TAMAM DA İĞNE!…

Evet, "çuvaldızı" iktidara batırıyoruz!.. Peki, iğneyi "muhalefete" batırmamız gerekmiyor mu?.. Ki, "acının" hissi bilinsin diye!.. Ama yapmıyoruz!… Varsa yoksa; "hükümete" verip-veriştiriyoruz!?… Elbette ki, "icraatın başı" olması münasebetiyle, ana hedef iktidar!.. Buna eyvallah diyoruz!..

***

Ama velakin, muhalefet.. Yani, "iğneyi hak eden" ne yapıyor?… İktidar'a alternatif olabilme adına; güçlü bir muhalefet fikriyatı içinde mi?.. İktidarı denetliyor mu?.. Doğru ve yerinde, siyaset üretebiliyor mu?.. Mevcut sorunlara, akılcıl çözüm üretici oluyor mu?.. İç ve dış meselelere kafa yoruyor mu?..

***

Dahası!.. İktidara "artık güç kaybediyorsun, iktidarının bitim tarihi geldi, kan kaybediyorsun, işin bitti, biz iktidara geliyoruz" diye bir endişe, korku ve panik havası yaratabiliyor mu?!.. Zerre-i miskal, bunların hiçbiri icra edilmediği gibi, fersah fersah uzağında bulunuyor..

***

Bakar mısınız, Bay Kemal neyle meşgul!… Katar ziyaretinde, Erdoğan karşılama esnasında "eğildi mi, eğilmedi mi?" girdabına kapılmış; debeleniyor?… Erdoğan eğildi diye!… Ki bu eğilme meselesinde de, yine yanılıyor..  Tam izlese; söylediğinden de, hayıflanacak!.. Ama nerde?.. Neyse; mevcut muhalefet iktidara "Bulunmaz bir nimet?".. Yoksa, 11 seçimi de "rakipsiz" kazanır mıydı?.. Demek ki, iğneyi biraz muhalefete batırmamız lazım!?.

***

GÜNÜN SÖZÜ…

Sahi herkes sözünün arkasında dursaydı, halimiz ne olurdu?..