İTAATKÂR SEVİYORUZ

Toplumca, bize itaat eden insanları daha çok benimsiyoruz. Bir terazi kefesi düşünün, sessiz, durgun ya da çok konuşmayan, etliye sütlüye bulaşmayan şahısları bir kefeye; girişken, konuşkan, hemen hemen her konu ile ilgili yorumu olan, aktif insanları diğer kefeye koyun. Genelleme yaparsak, suskunlar gözümüzde daha değerlidir. Nereden çıktı derseniz; bu keşfi önce kendi bakış açımdan edindim. Sonra etrafımdakilerle anket tarzı bir şey yaptım diyelim, grubun % 80 i eğilimleriyle düşündüklerimde haklı olduğumu kanıtladı.

       Peki neden? Esasen tam tersinin olması gerekir, niye tabiatımız çekingen ya da başka nedenlerden ötürü iletişime geçemeyenleri daha üst tutuyor farkında olmadan. Beyin radarımıza mı takılamıyorlar acaba. Çünkü konuşkan, canlı insanlar karşısındakilere (iyi-kötü-nötr) izlenimler bırakır. Uzun uzadıya bir olay etrafında konuştuktan sonra karşımızdaki kişinin düşüncelerini ya destekleriz ya katılmayız görüşlerine, sonuçta elimizde bir çıkarım olur. Belli bir süre sonunda da onu tanımış oluruz. Bu başka bir soruyu daha gündeme getiriyor. Sessiz diye tabir ettiklerimizi gerçekte ne kadar tanıyoruz? “çok efendi çocuk” diye tabirimiz var ya ‘efendi’ kelimesinin altında mülayim durgun bir insan profili var bana göre.

       O halde konuşmayanı ser verip, sır vermeyeni ne kadar tanıdıkta bu kadar güvendik. Bir atasözümüz de vardı üstelik durgun sudan korkulur.  Neden korkmuyoruz? Karşı çıkmadığı için, itiraz etmediği için, yolumuza fikrimize taş koymadığı için, potansiyel bir sorun teşkil etmediği için olabilir mi? ☺  Tam olarak biat etmese bile, işimize karışmayarak, kendini ortaya atmayarak bir nevi biat etmiş sayılıyorlar zaten. O zaman dönelim yine bize; tıpkı atalarımızda olduğu gibi bizde itaatkâr insanlar seviyoruz demek ki…  Gerçi buna sevgi denirse.