İyi çocuk hep kötü çocuktu

Doğu Çalışma Gurubunu deşifre eden Sakık, Büyükanıt'ın "iyi çocuk" dediği, Astsubay Ali Kaya'nın "ağzına silah sokarak", bazı isimleri "suçlamaya" zorladığını söyledi.

İyi çocuk hep kötü çocuktu

Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmış şekilde yatan PKK’nın eski 2 numarası ‘Parmaksız Zeki’ kod adlı Şemdin Sakık, 28 Şubat’taki fişlemelerle ilgili çarpıcı iddiaları gündeme getirdi.

Gazetemize mektup gönderen Sakık, iş adamı Mehmet Ali Altındağ’ın örgütle ilişkisi olduğuna dair hazırlanan sahte belgenin kendisine imzalatılması için dayatma yapıldığını, bunu kabul etmediği için de Mutkili Ali lakaplı astsubay Ali Kaya tarafından ağzına silah dayatılarak tehdit edildiğini söyledi.

Sakık, eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve DGM Başsavcısı Nihat Çakar hakkında da önemli bilgiler verdiği mektubunda 28 Şubat’taki karanlık ilişkilere ışık tutacak ifadeler kullandı.

‘YEŞİL BEDENİMİ ÇİĞNİYORDU’

Sakık,”andıç, imza, intikam, ilahi adalet” başlıklı mektubunda önce nasıl yakalandığını anlattı.

Sakık,”15 Mart 1998’de örgütten ayrıldım, ikinci gün KDP peşmergelerine sığındım. Tahkikat ve sorgudan sonra beni bir yıl önce kendilerine sığınan kardeşim Arif Sakık’la görüştürdüler; bir ev kiralayıp bizi yerleştirdiler. Bu sırada KDP ve Türk yetkililer, Türkiye’ye getirilmemiz için gizlice görüşmeler yapıyorlar, üç toplantı sonrasında nasıl derdest edileceğimiz konusunda anlaşıyorlar. 13 Nisan 1998’de başlarında Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın bulunduğu (bu bilgiyi MİT 14 yıl önce doğruladı) beş kişilik bir ekip bizi Duhok’tan alıp Silopi’ye getirdi. Silopi’de tutulduğumuz üç saat boyunca öldüresiye kaba dayaktan geçirildik; hem 1993 darbesinin hem de bu darbenin devamı olan 28 Şubat sürecinin şövalyelerinden biri olan Yeşil, ranzaya bağlanmış bedenimi çiğneyip duruyordu... “Ankara’dan emir var, bu kişiler mahkemeye çıkarılabilirler, onları daha fazla döverek iz bırakmayın...” talimatı üzerine bize eziyet etmeye son verdiler.” dedi.

‘SENİ KUZEY IRAK’TAN KİM GETİRDİ?’

Diyarbakır’daki sorgusuna dönemin 7.Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt ve DGM Başsavcısı Nihat Çakar’ın da katıldığına dikkat çeken Sakık, sorguya MİT ve emniyet yetkililerinin katılmasının engellendiğini kaydetti.

Sakık, şöyle devam etti :”Bizi Diyarbakır’a getirdiler ve hemen sorguya aldılar: Dönemin Diyarbakır 7. Kolordu Komutanı (siz Diyarbakır ve hatta Güneydoğu bölgesini yöneten tek adam olarak da okuyabilirsiniz) Yaşar Büyükanıt ve bu zatın yardımcısı gibi çalışan dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nihat Çakar bazen bizzat katılarak bazen da yan odada monitörde izleyerek sorgu sürecini yönettiler. MİT ve Emniyetten temsilcilerin sorguya katılma isteklerini ise reddettiler; çünkü gerçeklerin anlaşılmasını istemediler. Gözümü sımsıkı bağlayarak sorguya aldılar. On günlük sorgunun ilk sorusu “seni Kuzey Irak’tan getirenleri tanıdın mı?” olmuştu. Belki de bu soruyu Yeşil’in kendisi sormuştu. Tabi ki “Yeşil beni getirdi” dediğim anda ifadelerimi aldıktan sonra beni ve kardeşimi bir çukura gömeceklerini anında tahmin ettiğim için “tanımadım” diyerek bu ilk tuzağı aşmıştım. “

‘ÖCALAN’IN ALEYHİMDEKİ KONUŞMASINI İZLETTİRDİLER’

10 günlük sorgudan sonra tutuklama kararı çıktığını belirten şemdin Sakık, kendisini sorgulayan ekibin Öcalan’ın MED TV’de kendisinin aleyhinde yaptığı konuşmayı kendisine izlettirdiğine dikkat çekti.

Sakık,” Mahkemenin tutuklama kararı üzerine kardeşimi cezaevine gönderdiler, bana ise, “bazı bilgilerin aydınlanması için yardımına ihtiyacımız var, bir süre daha yanımızda kalman gerekiyor, işler bittikten sonra seni cezaevine göndeririz” diyerek sorguyu yapan jandarmanın yanında kalmamı söylediler. İkinci bir seçeneğim yoktu, “nasıl uygun görürseniz” diyerek bir süre daha yanlarında kaldım. Cezaevi kapısında giriş çıkış işlemleri yapıldıktan sonra beni dönemin savaş karargâhı gibi çalışan Jandarma İstihbarat Merkezi’ne götürdüler, bir odaya bıraktılar... Her gün sabahtan akşama dosyaları karıştırıyor ve çözemedikleri noktaları soru olarak bana yöneltiyorlardı. Bu çalışmalar sürerken, bir gece, beni televizyon olan bir odaya aldılar, Öcalan’ın MED-TV’de aleyhime yaptığı konuşmanın bir bölümünü, “Devlet Şemdin’i öldürmezse Şemdin onların anasını s...” cümlelerini bana izlettiler. Sanırım Tiran’a öfkelenip isteklerine cevap vermemi sağlamaya çalışıyorlardı. Ama ben de en acımasız hayat okulunu başarıyla tamamlayıp gelmiştim. “ dedi.

‘PAŞAYI KIZDIRMAK SENİN İÇİN İYİ OLMAZ’

Gelen bir telefon üzerine dönemin 7.Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın huzuruna çıkarıldığını açıklayan iş adamı Mehmet Ali Altındağ’ın PKK ile ilişkisi olduğuna dair sahte belgenin kendisine imzalatılmak istendiğini bildirdi. Sakık,”O anda telefon geldi, telefonun öbür ucunda üst rütbeli biri olduğunu kendisine verilen cevaplardan anladım. Görevli ahizeyi bıraktığı gibi odada bulunan askerlere dönerek, “bizi Alay’a istiyorlar” deyip panik içinde harekete geçtiler. Birkaç dakika içinde beni bir araca atıp yola çıkardılar. Bu arada “Paşa’nın huzuruna çıkacaksın, sorularına istediği biçimde cevap vermen senin yararına olur. Unutma ki Paşa çok güçlüdür, dahası birkaç yıl içinde Genelkurmay Başkanı olacak, onu kızdırmak hiç de akıllıca olmaz... Lütfen istediği gibi davran” diyerek yol boyunca nasıl davranmam gerektiğini bana anlattılar. Alay’daki sorgu merkezinin önüne vardığımızda bir bezle gözlerimi bağladılar, “bizden bir şey duymadın, kimin sorularına cevap verdiğini bilmiyorsun gibi davranmalısın” tembihinde bulunduktan sonra beni içeri aldılar, bir kaç gün önce kurtulduğumu sandığım sorgu sandalyesine oturttular. Bu sefer sorguyu askerlerin deyimiyle Yaşar Paşa bizzat yürütüyordu. Gözlerim kapalı olduğu halde Büyükanıt’ın baz sesini ve emrivaki üslubunu tanıdım... Başkası üzerine ifade vermemi sağlamak için beni sorguya aldıklarını hemen anladım. Yaşar Paşa “bu kez sorularımıza kesin ve net cevaplar vereceksin, aksi takdirde sonuçlarına katlanırsın” tehdidi savrulduktan sonra sorular birbirini izledi:

 

 ‘BUNLAR İÇİMİZE SIZMIŞ HAİNLER’ DİYECEKSİN’

Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Akın Birdal, Salim Ensarioğlu, Salih Sümer, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Mehmet Ali Altındağ, Fatih Altaylı ve şu anda hatırlayamadığım daha birçok isim bir birini izledi... Kısacası Türkiye’nin ne kadar önde gelen gazeteci ve Kürt siyasetçi varsa hepsi vardı isimler arasında. Bu kişilerin örgütle ne tür ilişki içinde oldukları, örgütten para alıp almadıkları, neden Şam ve Bekaa Kampı’na gittikleri ve her birisi hakkında ne düşündüğümü, sordular. Daha doğrusu ismini zikrettikleri bu gazeteci, yazar ve siyasetçilerin örgüte yardımcı olduklarını, kiminin para karşılığında örgüt propagandası yaptığını kiminin örgütün parasal finansmanını sağladığını itiraf etmemi istediler.

Sabırla dinledim... Konuşmama “bu şahsiyetler...” cümlesiyle başladım ki, “bunlar şahsiyet falan değil, bunlar içimize sızmış birer hain, bu hainler diyeceksin, bu alçaklar diyeceksin, öyle şahsiyet diyerek onlara paya kazandırmaya kalkışmayacaksın...” telkiniyle konuşmamı kestiler. Sordukları isimleri anarken olumlu sıfat kullanmama bile tahammül göstermeyen sorguculara ne diyebilirdim ki? Tam anlamıyla çamura battığımın farkındaydım.”dedi.

‘BİRİLERİNE İFTİRA ATMAMI İSTEDİLER’

Zikredilen isimlerin örgütle ilişkisi olmadığını anlatan Şemdin Sakık, dayatmalara karşı direndiğini söyledi.

Sakık,”Ben 18 yıl boyunca Türkiye sınırları içinde faaliyet yürüttüm, verdiğimiz silahlı mücadelenin bütün faaliyetleri benim sorumluluğum altındaydı, zikrettiğiniz isimler örgütle ilişkileri olsaydı haberim olurdu. Örgüt saflarında olduğum süre içinde onlarla hiç karşılaşmadım, onların gruplarımıza yardımda bulunduklarını duymadım. Onları tanımıyorum bile, sadece katıldıkları tartışma programlarından ve gazete köşelerinden gıyaben tanırım. Ancak dışarıdaki örgütle ilişki içinde olup olmadıklarını bilmiyorum, bu konuda sizler benden daha çok bilgi sahibisiniz... Benim bildiğim kadarıyla gazeteci olarak Bekaa’ya gittiler...” türünde bir şeyler söylediysem de, onlara istedikleri cevapları veremedim. Çünkü bir şeyler öğrenmeye değil bir şeyler dayatmaya gelmişlerdi, haliyle dayattıkları iftiraların kabul görmediğini gördükleri noktada da hiddetlendiler:

 “Eğer itirafta bulunmasan, bu isimlerin örgüte yardımcı olduklarını ve bunun karşılığında örgütten para aldıklarını itiraf etmezsen, ‘istediğinizi yapın’ deyip seni askerin eline vereceğim, sana ne yapacaklarını tahmin edebiliyor musun? Zaten her biri sana karşı nefretle doludur; kimi ırzına geçer, kimi cop sokar, sonra da seni götürüp bir yerde kazığa oturturlar...” tehdidinde bulundu. Kâh bağırdı, kâh küfretti.” İfadeleriyle mektuba devam etti.

‘İSTEDİKLERİNİ ALAMAYINCA HÜCREYE KAPATTILAR’

Sorgudan cevap alamadıkları için hücre cezasına çarptırıldığına dikkat çeken Sakık, bu sırada ağır hakaretlere maruz kaldığını ifade etti.

Sakık,”Ne yapabilirdim ki, ya ismi zikredilen herkesi örgüt yandaşlığıyla suçlayacak, ya da vicdanımın sesini dinleyip doğru olanı savunmaya devam edecektim. Belki kör cesaretimden, belki inatçılığımdan, belki yazılarını okuduğum ve konuşmalarını dinlediğim bu şahsiyetlere olan saygımdan dolayı ikinci yolu seçtim; Tam anlamıyla Şemdince davrandım; doğru neyse onu savunmakta tek bir adım geri atmadım. Gece boyunca süren sorgudan bir sonuç alınamayınca bana üç gün hücre cezası verdiler. Hücrede tutulduğum üç gün boyunca kapıda nöbet t utan askerler ahlakım gereği burada kelimelere dökemeyeceğim küfür ve hakaretlerde bulunmayı sürdürdüler. Üç gün sonra tekrar jandarma istihbarat birimine götürüldüm.” dedi.

‘AKIN BİRDAL’IN SALDIRIYA UĞRAMASI BUNLARLA İLİŞKİLİ’

Hücrede yatarken yan taraftaki odada bulunan radyo sayesinde Akın Birdal’ın saldırıya uğradığını öğrendiğini söyleyen Sakık, bu suikastın kendisine dayatılan düzmece iddialarla ilişkili olduğunu anlattı.

Sakık,”Yan odada tutuluyordum, öte odadaki yüksek konuşmalar ve radyo sesi bana ulaşıyordu. Bir gün, 19 haber bülteninde Akın Birdal’ın Ankara’daki bürosunda saldırıya uğradığı, ağır yaralandığı, hastaneye kaldırıldığı haberi geçti. Bu suikastın bana dayatılan düzmece iddialarla ilişkili olduğunu hemen anladım. Aradan iki saat kadar kısa bir süre geçmişti ki beni tekrar sorgu merkezine götüreceklerini söylediler. Beni Alay’daki sorgu merkezine götürürken, yine yol boyunca kimlerin sorguya katılacaklarını, onları kızdırmamam gerektiğini, kendilerine istedikleri bilgileri vermemin yararıma olacağını anlatıp durdular.

‘BİR DE SAYIN DİYOR HAİNLERE’

Altındağ ve diğer isimler hakkında iftira atması için çok çaba harcandığını belirten Sakık, bunlara ‘sayın’ dediği için de sürekli azar işittiğini kaydetti.

Sakık, şöyle devam etti :”Yine gözlerimi kapatıp beni sorgu sandalyesine oturttular. Yine aynı insanlar, ama özellikle Akın Birdal, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Altındağ hakkında “itiraf” dedikleri “iftira”larda bulunmamı daha çok istediler. Bu sefer daha çok tehditkâr, çok daha küfürbaz, çok daha meydan okur bir tutum içindeydiler. “Her şeyi zaten biliyoruz, gerekenler zaten yapılıyor, ama bu hainlerin neler yaptığını kamuoyunun senin ağzından duyması da önemlidir...” diyerek habire yüklendiler. Bu sefer farkında olmadan “Sayın Akın Birdal...” diyerek başladım bir şeyler söylemeye, yine büyük bir hiddetle sözümü kestiler, “Bak hele bir de ‘sayın’ diyor bu hainlere! Bu sevgi, bu saygı nereden?” diyerek onlara nasıl hitap etmem gerektiğini hatırlatmaya çalıştı.“Sayın Komutanım, ben ismini zikrettiğiniz insanları ne sevebilirim, ne de onlardan nefret edebilirim, zira onları sadece gıyaben tanıyorum, böyle bir tanıma da ne sevgi ne de nefret için yeterlidir. ‘Sayın’ sıfatını ise herkes için kullanıyorum” dediğimde biraz daha köpürdü, “katille bak, katile! Sayınlı, şahsiyetli cümle kurmayı ne kadar da seviyormuş!” diyerek hem azarladı hem de alaya aldı.”

‘ALTINDAĞ DEVLETÇİDİR, NASIL PKK’LI OLACAK’

Mehmet Ali Altındağ’ın örgütle ilişkisi olduğunu söylemesi için baskılara maruz kaldığının altını çizen Sakık,”Yine birilerine iftira atmayı reddettim:“Sayın komutanım, ben yıllarımı dağlarda geçiren, bazen aylarca radyo bile dinleyemeyen, kimin kim olduğunu bilmeyen biriyim. Dağlardaki köylünün ne kadar örgütçü olduğunu bana sormanızı anlarım. Ama siz gelmiş Ankara ve Diyarbakır’da, yanı başınızda ikamet eden, telefonlarını dinlediğiniz, her hareketini kontrol ettiğiniz kişilerin örgütle bağlantılarını bana soruyorsunuz. Oysa bu kişilerin ne kadar örgütçü, ne kadar örgüt karşıtı olduklarını siz benden çok daha iyi biliyorsunuz. Ben bunları solcu, insan hakları savunucuları, Kürt sorunu hakkında farklı düşünen yazarlar ve siyasetçiler olarak biliyorum. Örneğin, şerefim üzerine yemin ederim ki ben, Fatih Altaylı’ya bir Türk milliyetçisi olarak biliyordum, ama siz onun için de ‘PKK’yle ilişkisi var’ diyorsunuz. Örneğin Mehmet Ali Altındağ’ı örgüt tarafından ‘devletçi’ olarak nitelendirildiği için tesislerine saldırı düzenlendi; siz gelmiş onun örgütle ilişkide olduğunu söylüyorsunuz.” diyerek sürdürdüm.” dedi.

‘FARELERDEN BAŞKA BİR ŞEY GÖREMEYECEKSİN’

Altındağ ve diğer isimlere iftira atmayı kabul etmediği için ‘ömür boyu tecrit’ cezasına çarptırıldığını kaydeden Sakık, çok ağır tehditlere maruz kaldığını söyledi.

Sakık,”Yine sabaha kadar yüklendiler. Yine bir sürü hakarete ve uygulamaya maruz kaldım. Sonunda “senin söyleyip söylememen artık önemli değil, zaten gereken yapılıyor, ama sen de onları savunmanın cezasını en ağır biçimde çekeceksin; ömrünün sonuna kadar farelerden başka da canlı görmeyeceğini sana garanti edebilirim” deyip gittiler. Bu sefer beni ölümle tehdit etmediler, hücre cezası vermediler, ama bütün bunlardan daha ağır gelecek “ömür boyu tecrit” kararı verdiler. Evet, kamuoyunda “andıç” olarak bilinen kara listenin benimle ilişkisi tamamen bundan ibarettir. Yine Jandarma İstihbarat’a geri götürüldüm.” şeklinde konuştu.

Kaynak: Diyarbakır Söz