YAZGINI SEV

Hikâyeler yağmurla toprağın kokusuyla sıkı ilişki içerisindedir. Ama bugün inadına güneş parıldıyor pamuk bulutların arasında.  Aydınlık bir günden karanlık hikâyemi anlatmaya gidiyorum diye düşünüyordu hastaneye doğru yürürken.

Psikoloğa gidenlere deli diyorlardı, şimdilerde demiyorlar artık çünkü herkes delirdi bir tutamda entelektüel serpintiler deli mevzusu kapandı.

Yine de psikolojik destek alanlara şöyle farklı bakış atmalar henüz silinemedi ileri bir tarihi bekliyor.

Doktor sırası beklerken hastane kokusunun bir rengi olsa mavi beyaz olurdu diye içinden geçirdi.

Sırası gelince içeri girip bir bir anlatacaktı. Ne anlatacaktı nereden başlayacaktı oda bilmiyordu. Kendi kendine kafasını rahatlatmayı yıllarca denemişti, sonuç yoktu.

Bide doktor dinlesindi. Çocukluk Travmanızı bulun diyorlardı uzmanlar. Kendi kendine gülüyordu. Hangi birini bulacağım. Travmanın bir tane olmadığını biliyordu.

Birazdan doktora anlatacaklarımı bi arkadaşa da anlatsam olmaz mıydı?

Olmaz dedi iç ses, para verince bilinçaltı işi ciddileştiriyor.

Kızdı kendine sonra bu varoş kültürel kodlardan ne zaman kurtulacağım.

İç ses dedi ki “hani rüyalarda bazen yüksekten düşmüş gibi olur da sıçrarız ya işte o nesiller öncesi atalarımız olan maymun ve orangutanların ağaçtan ağaca zıplarken bir anda yere çakılıp içine düştükleri dehşet anının kalıtımsal olarak bizlere aktarmasıymış.

Daha binlerce yıl önceki kalıntılardan kurtulamamışken 50 yıl öncenin kodlarından kurtulmazsın.”

Senin anlattıklarını doktora anlatayım da beni bir an önce psikiyatriye sevk etsin. Dedi içsesine.

Senden çok var dedi iç ses. Bakma dışardan insan kalıplarına içlerinden neler geçirirler tahmin bile edemezsin.

Ve seanstaydı… Doktordan hipnoz istedi. Ben kafamda yaşadıklarımın ve mutsuzluğumun sebebini bilmiyorum.

Belki hipnozla açığa çıkar dedi.

Doktor; gel benim koltuğuma otur sen uygula diyecekti ki vazgeçti. Gülümseme maskesini takıp uygulamalara zamanla karar veririz. Önce içini dökmen gerekir.

Sen taslağı çiz ki bende boyama yapabileyim. O zaman ortaya resim çıkar dedi.

Soğuk rüzgârlar esti pencereden değil danışan ve doktorun gözlerinden.

Anlamıştı o an yol alamayacağını. Bağ kuramadığın kimseden yardım alınamayacağını biliyordu.

Kâğıt üzerindeki insanlığın kendine biçtiği sıfatlardan, kimlik bilgilerinden kavramsal etiketlerden sonra aklına ne geliyorsa saydı döktü,

Ama anlatan o değildi sanki odaklanamadı, içselleştiremedi. İç sesiyle daha gerçek daha candan konuşuyordu.

Belki de bir başka canlıya acizliklerini, kirli çamaşırlarını, hezimetlerini anlatmak egosuna zarar veriyordu. Ama o bunun farkında değildi.

Hep dik durmuştu aynalara karşı bile. Bugün ezber bozmak kendini iyi hissettirmemişti.

Doktor karşına değil de çaprazında yeşil bir sandalyeye oturmuştu. O da anlatıyordu. Ama orada değildi zihni. Ara ara ortama bağlandığında kendi sesiyle birinin konuştuğunu duyuyordu.

“Bir evin içinde yaşamak var birde kapının önünde yaşamak, ben sanki kapının önünde yaşıyorum. Ne içeri girebiliyorum, ne de dışarı çıkabiliyorum”…

Bir süre sonra önünde içinde sarı sıvı olan bir bardak durduğunu fark etti, limonataydı galiba.

Kendi sesi odada yankılanıyordu: “ kendimi 30’umda buldum artık çok geçti...”

“Sözlerin önemini kavratan şeyin deneyimler olduğunu bütün derinliğiyle kavradım ancak deneyimler biliyorsunuz ki kaybetmekle kazanılıyor.”

Doktor bayandı ayaklarında mantar taban lacivert bir sandalet vardı. Doktorun ayaklarına odaklanmışken, kendi sesinin konudan koptuğunu fark etti.

dünya döndükçe birileri kendi çıkar ve hazlarının baskılı yönlendirmesiyle, bir takım durumlara önce kavram adı uyduruyorlar sonra mübahlaştırıyorlar”

Haydaaa! Sosyolojiye nerden girdin. Önce kendi derdini çöz sen, toplum sana mı kaldı.

Bunları doktora neden anlatıyorsun, psikoloji seansındasın.

Anlat anlat seni vaka diye kaydetsin defterine.

Hastaneden çıktıktan sonra yine yürüyordu. Manav tezgâhından elma aldı, ısırarak yürümeye başladı. Elmadan toprak tadı aldı, toprağı düşündü, zihni bir nesneden öbürüne atlıyor istemsizce düşünceler geçiriyordu. Bir tür savunma mekanizması herhâlde diye düşündü.

İyi de neyi düşünmemek için elmaya ya da toprağa odaklandım diye soruyordu içeriye.

İç ses demin sosyoloji anlatacağına doktora sorsaydın ya deyiverdi.

Ne demişti Doktor; ‘YAZGINI SEV’ bu doktorun değil uzman psikanalist Freud’un sözüydü ama olsun doktorun hatırlatması iyi olmuştu.

 

KİTAP ÖNERİSİ: Angela’nın Külleri (1/2) – Frank MCCOURT