"Kalk Selahaddin, Bak Yine Biz Geldik"

Osmanlı, 1516 yılında şenlik alayı ile girdiği Kudüs'e tam dört asır adaletle hükmetmiş ve sonunda, 9 Aralık 1917'de geride yüzlerce eser bırakarak o kutsal mekanı hazin bir şekilde terk etmişti.  Kudüs'ün düştüğü gün İngiliz General Allenby, kısa süren bir törenle şehre girmiş ve Fatih Sultan Mehmet'e  nazire yaparak beyaz bir  at üzerinde doğruca "şarkın en sevgili sultanı” Selahaddin Eyyubi'nin kabrine gitmişti. Atının çamurlu ayaklarıyla çiğnediği o temiz kabrin başında,  " Kalk Selahaddin, bak yine biz geldik" diyerek,  adeta emanetine sahip çıkamayan torunlarından dolayı onu kabrinde utandırmak istemişti.

Allenby biliyordu ki  Selahaddini Eyyubi ve onun taşıdığı ruh,  aslında İslam’ın namahremine, kutsal mekânlarına, yani Kudüs’e, İstanbul’a Diyarbakır’a, Bağdat’a, uzanan ellere kalkan bir kılıçtı. Ama torunları, içerideki işbirlikçiler yüzünden, kılıçlarını kınlarına koymuş, kutsal mekânları bir bir terk ediyordu.

Tarihte İslam ordularıyla Batılıların karşı karşıya kaldığı en çetin savaşlara bakın, temelinde Batı kültürü ve dini için kutsal sayılan bu mekânlar vardır. Kudüs, İstanbul, Bağdat, Mekke, Endülüs ve (Aden Bahçesi)Diyarbakır… Sembolik değerleri yüksek olan bu mekânlar dün olduğu gibi bugünde batının stratejik önem verdiği yerlerdir. Bunları elde etmek için ya dışarıdan ya da içeriden azami gayret göstermektedirler.

Bundan dolayıdır ki, Batı hala Patrikliğin İstanbul’da aynı Vatikan gibi bir devlet olmasını ve Patriğin devlet başkanı olmasını istemektedir, nitekim Avrupa Birliği Patriği Brüksel’de devlet başkanı olarak karşılamıştır. Yani gerçekte olmasa da onların gönlünde İstanbul hala Hıristiyanların başkentidir. Birinci Dünya Savaşı, akabinde 1918 yılında İstanbul’un işgalinin tarihsel arka planında da hep bu kenti yeniden almak fikri vardır. Luther’in “İstanbul Türklerden geri alınmadıkça, Hıristiyanların bağrında açılan yara kapanmayacaktır” demesi, Kilise’nin “Kutsal Kudüs şehri geri alınmadıkça, Avrupa’ya huzur ve bolluk gelmeyecektir” şeklindeki propagandası, hep kutsal mekânların başta din olmak üzere farklı duygular üzerinde ele geçirilmesi hevesinin ürünleridir.

Diyarbakır da aynı şekilde Batı için tarihi ve dini öneme sahip kutsal mekânlardan biridir. Bunun için olsa gerek Osmanlının son dönemlerinden bugüne kadar bu kent hiç huzur görmedi. Her dönemde, o günkü konjonktüre uygun olarak toplumu hareketlendiren hangi olay varsa hep Diyarbakır üzerinden gerçekleşti ve hala gerçekleştirilmeye devam ediliyor. 

Diyarbakır’ı Müslümanlar için kutsal şehir olmaktan çıkarmaya çalışmak da aynı amaca yönelik bir stratejidir.  Bunun en canlı göstergesini Diyarbekir sokaklarına, caddelerine ve parklarına verilen gayri Müslim adlarından da anlayabiliriz. 520 Sahabenin metfun olduğu bir şehrin sokaklarında sahabeden çok, “Diyarbakır’ın Değerleri(!)” denilen gayri Müslim vatandaşların adlarının bulunmasını başka nasıl izah edebiliriz?

İslam’ın kutsalları kurşunlanırken, Allenbylerin kutsallarının yüceltilmesini nasıl yorumlayabiliriz?

 Bu toplumu ve kenti kimliğinin ana parçasını oluşturan dini değerlerden uzaklaştırmaya çalışmak, ona yabanı olduğu değerleri giydirmeye gayreti içinde olmak, sadece General Allenby’in torunlarını sevindirir ve onların amaçlarına hizmet eder.

Selahaddin Eyyubi'nin torunları, Diyarbakır’ı onun  değerlerinden koparmak isteyenle izin vermemelidirler.

 9 Aralık 1917'de Osmanlı Askerleri Kudüs’ü ağlayarak terk etti.

Ve o günden bugüne Filistin hala ağlıyor.

www.sabrieyigun.com.tr