AB LİĞİ BU DÜZENLEMELERE BAKALIM NE DİYECEK

1979 yılında Avukatlık stajına başladığımda, Sorgu Hakimlikleri vardı. Kolluktan Savcılığa intikal eden dosyalar, öncelikle Savcılar tarafından soruşturmaya tabi tutulur, üst yargıya olayın intikalinin önemi ortaya çıkarsa, bu defa dosya Sorgu Hakimliklerine gönderilirdi. Tabii Savcılar daha ince bir araştırmaya gerek olmadığına kanaat getirdikleri dosyalar için ya koğuşturmaya yer olmadığı kararı verirlerdi veyahut ta ait olduğu Mahkemeye iddianame ile dava açarlardı.

Sorgu Hakimlerine açılan davalar daha nitelikli davalar olurdu. Zimmet, ihtilas, gasp/şimdiki yağma/cinsel taciz, adama öldürme gibi isnatlar bakımından Savcılar olaya, dava açılmadan önce bir de Hakimin bakmasının yararlı olacağını düşünürlerdi.

O zaman gerek Savcıların elindeki dosyalar ve gerekse Sorgu Hakimliklerine açılan davalar bakımından gizlilik esastı. Sorgu Hakimlikleri yaptıkları incelemeler neticesinde genellikle ait olduğu Mahkemeye SON SORUŞTURMANIN AÇILMASI KARARI verirlerdi.

Sorgu Hakimlikleri aslında Mahkemelerin yükünü azaltan bir kurumdu. Çünkü Hakim önünde verilen ifadeler, davanın açılmış olduğu Mahkemelerin yükünü hafifletirdi. Sorgu Hakimliklerinde de işler gizli yürütüldüğünden, insanlarda adalet duygusunun zedelenmesine sebep teşkil etti ve daha sonra yargılamaların uzamasına sebep oluyor gerekçesi ile bu Hakimlikler kaldırıldı.

Şimdi Sorgu Hakimlikleri yerine, biraz ona benzer tarzda, Sulh Ceza Hakimliği ihdas edildi. Sulh Ceza Hakimlerinin yargı yetkisi, yani elindeki dosyalar bakımından son hükmü verme yetkisi bulunmuyor. Kolluktan Adliyeye intikal eden dosyalarla ilgili olarak Savcıların ilk soruşturma yerine geçmek üzere ifade almalarının arkasından kimi sanıklar bakımından özellikle tutuklamaya sevk esnasında Sulh Ceza Hakimleri görev yapıyor. Eskiden Sulh Ceza Mahkemesi bu işe bakarken, şimdi yargı yetkisi hüküm verme bakımından elinden alınan Sulh Ceza Hakimleri bu görevi ifa ediyorlar.

Sulh Ceza Hakimlerinin şimdi tutuklama, göz altına alınma, ev ve işyerlerinde arama yapma gibi kararlar verme yetkisi var. Buraya kadar söylenecek fazla bir şey yok. Ancak Sulh Ceza Hakimlerinin vermiş olduğu kararlara karşı, müradifi/eşiti/ olan bir başka Sulh Ceza Hakiminin karar vermesi ile ilgili konu hala büyük tartışmalara sebebiyet veriyor.

Savunma hakkını bugün bütün medeni dünya ülkeleri çok önemsiyor. Özellikle demokrasi ile idare edilen ülkelerde, savunma, verilen kararlara karşı itiraz gibi haklar, hiç yadsınmaz bir şekilde öne çıkıyor ve kimsenin elinden bu hakkının alınmasına medeni ülkeler göz yummuyor.

Kişi, hakkında verilen ve hürriyetten yoksun bırakılma gibi bir karara itiraz ederken, daha üst makamların yetkisine sığınmayı kendisi için yadsınmaz bir hak olarak görür.

Şimdi Türk Adliye sisteminde yakalama, tutuklama, arama, el koyma gibi kararlara karşı itiraz, paralel bir Hakimlikte yapılabiliyor. Yani bir Sulh Ceza Hakiminin verdiği karara karşı, bir başka Sulh Ceza Hakiminde itiraz imkanı var.

Oysa, hürriyetten yoksun bırakılma gibi çok önemli bir karar aleyhine yapılacak itirazın, daha üst seviyede görev yapan bir Hakimde veya Mahkemede olmasını insanlar ister.

Hukukumuzda şu an geçerli olan kurallara göre Savcıların son kararlarına karşı, o Savcının görev yaptığı yerde görev yapan Ağır Ceza Mahkemesine, Asliye Ceza Mahkemelerinin kararlarına karşı, yine bulunulan yerin Ağır Ceza Mahkemesinde, Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarına karşı sıralı Ağır Ceza Mahkemelerinde ve eğer bir yerde tek bir Ağır Ceza Mahkemesi var ise, o yargı yerine en yakın yerdeki Ağır Ceza Mahkemesinde itiraz hakkı var iken, sulh Ceza Hakimlerinin kararlarına karşı müradifi/eşiti/ olan Sulh Ceza Hakimliğinde itiraz hukuk vicdanında pek fazla kabul görmedi.

Bu düzenleme Savunma Hakkının Kısıtlanması olarak algılandı ve sanıyorum Muhalefet Partileri, Anayasa Mahkemesine kanunun iptali için dava açtı. Şimdilerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi görev yapan ve bu yönde verdiği kararlarla ön plana çıkan Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemeyi Savunma Hakkının kısıtlanması, Adil Yargılanma Hakkının ihlali gibi görürse, şaşmayın.

Bir de dün TBMM sinden torba yasa olarak adlandırılan yasa tasarısı içerisinde kabul edilen ve İdari Yargılama Usulü Kanununun 28.maddesinde değişiklik getiren hükme göre, aralarında valiler, büyükelçiler, il emniyet müdürleri, kaymakamlar, bakan yardımcıları, genel müdür ve yardımcıları gibi üst düzey yöneticilerin bulunduğu, Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin ekli 1 ve 2 sayılı cetvellerde gösterilen unvanları taşıyan görevliler ile farklı atama

usullerine tabi olsalar dahi daire başkanı ve üstü görevlere, sivil memurlar hariç kolluk teşkilatlarının kadrolarına açıktan, naklen veya vekaleten yapılan atama ve bu görevlerden alınma, bu görevlerle ilgili yer değiştirme, göreve unvan değişikliği işlemleri hakkında verilen mahkeme kararlarının gereği, ilgilinin kazanılmış hak aylık dereceğine uygun başka bir kadroya atanması suretiyle iki yıl içinde yerine getirilecek.

Bu görevliler hakkında mezkur işlemlerin uygulanması telafisi güç veya imkansız zararlar doğurmayacak.

Kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekaleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereğini yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılamayacak ancak disiplin hükümleri saklı olacak şeklinde yeni hükümler getirildi.

Bu düzenlemeden anlaşılan,yukarıda unvanları yazılı kişilerin görevden alınmaları halinde İdari Yargı Organlarınca verilecek olan kararların uygulanması için daha önce yasada olan 30 günlük süre iki yıla çıkarılıyor, İdare/Bölge İdare/Danıştay tarafından verilen yürütmeyi durdurma veya iptal kararlarını İDARE AYNEN UYGULAMA ZORUNDA OLMUYOR, KİŞİYİ GÖREVİNE YAKIN BİR GÖREVE ATAYABİLİYOR ve diyelim ki, bu iki yıllık sürede verilen kararı uygulamayan kamu görevlisinin herhangi bir cezai sorumluluğu olmuyor. Bu durumda YARGI KARARININ HERHANGİ BİR HÜKMÜ KALMIYOR. Yargı kararlarının uygulanmaması, yargının yaptığı işin tartışılması anlamına gelir ki, bu defa insanlar neden sizde yargı görevini yapan kurumlar var diye sorarlar. Bu gerçekten çok tehlikelidir. Bunlar AB liğinin raporlarında geniş eleştiri konusu olacaktır. O zaman birliğe katılımda ayak direyenin biz olduğumuz muhataplarımızca yüzümüze karşı alenen ifade edilecektir.

Ben bu düzenlemeleri kişilerin hukuk güvencesinden yoksun bırakılması olarak görüyorum. İnanın bütün değerlendirmem sadece ve sadece hukukun üstünlüğü içindir. Zira bugün bana, yarın sana kuralı hep geçerli olur. Bugün bir kişi görevinden alınma ile ilgili olarak Yargıdan aldığı yürütmeyi durdurma veya iptal kararının gereğinin yerine gelmeyeceği gibi bir kuşkuya, korkuya sahip olur ise, kendisine yüklenen görevi kesinlikle rahat bir şekilde yerine getiremez. Hani derler ya yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal korkusuna kapılır.

Adam yerine oturur. Etliye sütlüye hiç karışmaz. Bu defa o eski bürokratik vesayet tüm haşmeti ile geri döner.