ANAYASA DEĞİŞMEDİĞİ SÜRECE

2007 de Cumhurbaşkanlığı seçiminin Parlamento tarafından yapılmasında CHP liler çok büyük marazalar çıkardılar.

O arada Parlamentoda ANAP var, Demokrat Parti var. Bu partiler almış oldukları telkinler sonucu Parlamentoda Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmadılar. Telkin diyorum, yumuşak bir değerlendirme oldu, ne telkini, doğrudan doğruda talimat almışlar, eğer siz Parlamentodaki Cumhurbaşkanlığı seçimine katılırsanız, sonunuz şöyle olur, böyle olur diye.

Seçimin ilk toplantısına katılan Ak Partili Milletvekillerinin ilk turda Cumhurbaşkanını seçmeye oyları yetmiyordu. Olsun dedik, ikinci toplantıda nasıl olsa 2/3 çoğunluk aranmayacak, salt çoğunluk kafi geliyor, o toplantıda seçim yapılır iş biter.

Birden Parlamentonun ve Türkiye’nin karşısına akıl almaz bir hukuki atraksiyon çıkarıldı/yapıldı/.

Neymiş, vay efendim İlk toplantıda toplantı yeter sayısı 367 inin üstünde olması lazım. Bu rakam bulunamadığına göre, ilk toplantı keenlemyekundur. O halde ikinci toplantı yapılamaz diyordu Sabih Kanadoğlu.

Böylesine duayen! Birisi böyle bir fetva verdiğine göre, konu Anayasa Mahkemesine hemen götürülmeli, ilk toplantının yok sayılması konusunda karar alınmalı idi. Öyle de yapıldı. Ve Anayasa Mahkemesi alelacele toplandı ve TBMM sinin Cumhurbaşkanını seçme konusunda yaptığı toplantıyı iptal etti.

Eee ne oldu, tabii ki ikinci toplantı yapılamaz oldu. Hani ikinci toplantı yapılacak olsa bile artık Cumhurbaşkanı seçiminde parlamentonun 367 ile toplanması Anayasal kural haline getirildiğinden, bu rakamın da bulunması imkansız

olduğundan/CHP, ANAP ve DP liler Cumhurbaşkanlığı seçimi için parlamentoya girmemeye yemin etmişlerdi/, derhal seçimlerin erkene alınması ile birlikte Cumhurbaşkanının halk tarafından seçimini öngören Anayasa değişikliğine gidilmesi kararlaştırıldı. Erkan Mumcu bu konuda başrolü oynadı.

Kilidin bu şekilde açılmasını özellikle ANAP Genel başkanı Erkan Mumcu adeta dayatmış, başka çıkış kapısı da bulunmadığından onun isteği doğrultusunda işlem yapılmıştı. Aslında bu durum Ak Partinin de işine geliyordu.

Zira bu halk dindar, inançlı, doğru, düzgün, onun bunun müdahalesi olmadan Cumhurbaşkanını kendisi seçmeyi isterdi. Konjonktürel bu durum sağ partilerin ve sağ seçmenin de işine geliyordu. Hemen istenilenler yapıldı. MV seçimleri yapıldı.

Ancak ortaya bir problem çıktı. Eski Cumhurbaşkanı görevine devam edemezdi. Süresi bitmişti. Yenisinin değişen Anayasaya göre mi, yoksa seçilen Parlamentonun aritmetiği içerisinden mi seçilmesi gerektiği problem olarak ortaya çıktı. Zira Anayasaya göre Yeni Parlamento’nun görevi biten Cumhurbaşkanı yerine hemen seçim yapması zorunluluğu vardı. Değişen Anayasa kurallarına göre Cumhurbaşkanı seçimine gidilecek olsa, Anayasa bizzat Parlamento tarafından çiğnenmiş olacaktı. Değişen Anayasaya göre öngörülen süreler sıkıntı konusu idi.

Hakkını yemiyelim, MHP lideri Bahçeli, ülke yeni seçimden çıktı, kurallar belli. Bunları daha fazla zorlamaya gerek yok. Parlamento hemen toplanmalı, yemin merasiminden sonra Cumhurbaşkanını seçmeli dedi. Eğer Anayasa Mahkemesinin öngördüğü 367 kuralını için sıkıntı var ise, kendilerinin Parlamentoda hazır olacağını ve bu sayıyı bulmada iktidar partisine destek olacağını söyledi. Öylede oldu.

Ve Abdullah Gül bey Cumhurbaşkanı seçildi. Aradan yedi sene geçti ve yeni Cumhurbaşkanı seçimine geldik.

İşte görüyorsunuz değil mi hayatın ne kadar kısa olduğunu, yedi seneyi bir kağıda sığdırdık gitti.

Bu hatırlatmayı ve zihinlerinizi tazelemeyi neden yaptım, biliyor musunuz. Şunun için.

Bu millette Cumhurbaşkanının yetkileri, görevleri ve sorumlulukları konusunda bir değişim arzusu yoktu. Halkın Cumhurbaşkanını ille de ben seçeyim diye bir arzu ile ortaya çıkması söz konusu değildi.

Zaten bizde doğrudan değil, dolaylı demokrasinin kuralları işliyordu. Yani halk kanun yapmayı, idareyi kendisi doğrudan yapmıyor, seçmiş olduğu parlamenterleri eli ile işleri yürütüyordu. Seçimler yapılıyor, halk sandığa gidiyor, istediği partiye oy veriyor, seçilen parlamento zamanı geldiğinde, Cumhurbaşkanını seçiyordu.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin,Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül beyin seçilmesine kadar, hatta onun zamanında da biraz, netameli olması sebebiyle, ortaya çıkan sıkıntı, bu defa halk Cumhurbaşkanını seçsin, herkes de böylece bu sorundan kurtulsun denildi.

Şimdi yeni Cumhurbaşkanı seçmenin arefesindeyiz.

Deniliyor ki, Halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanı, isterse ülkeyi yarı bir başkan gibi idare eder.

Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı ile Parlamento tarafından seçilen Cumhurbaşkanı arasında, Anayasal görevler bakımından bir değişiklik yapılmamış olduğuna göre, halk

tarafından da yeni Cumhurbaşkanı seçilmiş olsa, öyle uzun soluklu olarak ülkeyi bir başına idare etme imkanını bulamaz. Anayasa buna imkan vermez.

Şu anda da Cumhurbaşkanları isterler ise Hükümete başkanlık edebilirler. Ama bu durum Sayın Özal zamanında bir iki kez denendi, Yıldırım Akbulut formülüne rağmen, bakıldı ki, sorun çıkıyor, o işten vazgeçildi.

Anayasadaki kurallar değişmediği sürece Cumhurbaşkanı halk tarafından da seçilse, yetki ve sorumlulukları/hatta sorumsuzlukları/ bellidir, gelip de İdareyi tümden ele alacağı, hükümetin fiili Başbakanı olacağı yolundaki söylemlerin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Rahmetli Özal’a karşı oldukça güçsüz konumda olan Yıldırım Akbulut bile yeri geldi dişlerini gösterdi. Özal’ın her istediğini yerine getirmeyeceğini beyan etti.

Şimdi Ak Partinin birlik ve bütünlüğünün sağlanmasında eğer Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül beyin yadsınmaz, inkar edilmez bir gücü olduğu kabul ediliyor ise/zira aksini düşünenler bir parçalanmayı göze alanlardır/ O’nun Bayburt formülü ile seçimlere girip parlamentoya gelmesi ve partinin başına geçmesi elzemdir.

Bakıyorum bu konuda özellikle hukuku bilmeyenlerin çeşitli formüller peşinde koştukları görülüyor, Yok Cumhurbaşkanı halk tarafından seçildiğine göre Başbakan yarı başkan sayılırmış, istediği zaman hükümeti idare edermiş, hükümeti köşke taşırmış, buna yetkisi varmış gibi yorumlar yapılıyor.

Anayasa’nın 104 ve 105. Maddelerini herkes bir kez daha okumalı. Cumhurbaşkanı sorumsuzdur, Başbakan sorumlu, Cumhurbaşkanı Hakkında Gensoru önergesi verilemez, soru

sorulamaz, bunlar ancak Başbakana karşı yapılır, Cumhurbaşkanın re’sen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil yargı mercilerine başvurulamaz. Hükümetin her türlü icraatı, Anayasal ve Yasal/İdare Hukuku açısından/ yargı denetimine tabidir.

Vatana ihanet suçunun işlenmesi haricinde Cumhurbaşkanı hakim karşısına çıkarılamaz, yargılanamaz. Bunun için de Parlamentonun 2/3 oranında çoğunluk ile karar vermesi gerekir. Oysa Hükümet ve Başbakan hakkında yaptıkları icraatların tümü hakkında Anayasal ve Yasal inceleme kapıları açıktır. V.s.

Görüyorsunuz değil mi, Anayasadaki Hükümler değişmediği sürece Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ile Parlamento tarafından seçilmesi arasında bir fark yok. İleri günlerde lüzum olur ise yine bu konuya değiniriz.