BİR BALKON KONUŞMASI DAHA LÜTFEN

Hayatımda böyle bir seçim dönemi görmedim.

Siyasi partilerin biri birleri ile çekişmeleri, biri birlerine laf yetiştirmeye çalışmaları normal.

Ama bunun bile dozajının iyi ayarlanması lazım.

Aksi takdirde insanların kamplaşmalarına sebebiyet veriliyor ve toplum seçim dönemlerini travmatik şoklarla geçiriyor.

Evde, kahvede, işte, okulda, yolda, hatta insanlar evlerine giderken bindikleri kamu vasıtalarında biri birleri ile yaka paça oluyorlar. Demem o ki, geçen seçim döneminde yaşadığımız anormal siyasi çıkışların yaşanmadığı seçimler bile insanları olabildiğince yorar iken, bu seçim sürecinde hepimiz adeta preslendik.

Tabir caiz ise kahrolduk.

Ülkede 12.Eylül.2010 referandumu ile Askeri vesayetin sona ermesi üzerine, Demokrasi tarihimizin en görkemli siyasi günlerini yaşamak üzere iken birden Dershane kapatma kararının yasalaştırılacağı yönündeki bilgilerin kamuoyuna yansıması fitne fitilinin ateşlenmesine neden oldu.

Ben İmam Hatip kökenliyim.

Dini ritüellerin görünürlüğünün “artık fazla oldunuz” söylemi ile engellenmeye çalışılmasına her zaman kuşku ile bakmışımdır.

İmam Hatip Okulları üzerinde yıllar yılı çok oyunlar oynandı.

Hemen her iktidar bu okulların müfredat programı ile oynamayı kendilerine vazife bildi.

Bizim zamanımızın müfredat programı çok ağırdı. Orta birde 16 dersimiz vardır. Dört sene olarak okuduğumuz orta sonda ders sayısı 21 e çıkar ve 4 ncü sınıfın sonunda lise kısmına geçiş için yılsonu sınavına girilirdi.

Bunlar zor işlerdi, ancak bizim canımıza minnetti.

O dönemin İmam Hatip Okulu mezunlarının kültür seviyesi Türkiye’nin birçok Üniversitesinin kültür düzeyinden daha yüksekti ki, Üniversiteye girişimize izin verilmediğinden, normal liselerin fark dersleri olan Fizik, Kimya, Matematik(Cebir), Biyoloji, Edebiyat(Kompozisyon) Tarih derslerine girip mezun olmak birçoğumuz için çocuk oyuncağı idi.

Birçok arkadaşımız İmam Hatip Diploması ile Yüksek İslam/İlahiyat/, lise diploması ile de Tıp, İktisat, Felsefe, Sosyoloji ve Hukuk okudu.

Ama bu durum kimi haramilerin işine gelmedi. İmam Hatip Okullarını Liseye, müfredat programını da kuşa çevirdiler.

Bununla da yetinmediler, Üniversiteye girişlerde 80 puan geriden gelmeyi içeren kat sayı ucubesini yarattılar. Başörtülü İmam Hatiplileri Üniversiteye almadılar bile.

28 Şubat 1997 kararları öncesinde İmam Hatip Okullarının kapatılacağını duyduğumda, yok ya, böyle bir şeyi de mi yapacaklar, buna güçleri yetmez, millet ayaklanır, kendi nafakasından keserek binalarını yaptıkları okulları, ona buna yedirmezler dedim. Millet ne yapsın karşısındaki silahlı güçlere boyun eğdi, ancak bir çıkış kapısı bulmaktan da geri durmadı.

Bu ülkede dershaneler zaten vardı. Ancak Türkiye İslamcılarının bu alanda faaliyeti yoktu. İmam Hatip Okullarının kapatılmasının oluşturduğu boşluk dershaneler sayesinde dolduruldu. Şunu söylemek istiyorum, İmam Hatip Okullarında bile sigara içme alışkanlığından vazgeçmeyen kimi öğrenciler, bu dershanelere gittiklerinde varsa bu türden alışkanlıklarını terk ettiler.

Askeri vesayetin bitmesine bu dershanelerde A sından Z sine kadar görev yapanlar büyük destek sağladılar. Pek tabii bu dershanelerin kurumsal kimliğinin oluşturulmasına katkı sağlayan iş adamları, bunların kurduğu sivil toplum kuruluşları, yazılı ve görsel basın inanılmaz destek sağladı.

Buna mukabil Ak Parti iktidarı da onların gelişip serpilmesinde büyük imkanlar yarattı.

O halde niye bunlar biri birlerine düştüler, sebep ne idi, bu işi kim başlattı, niye başladı doğru bir analizini yapma istidadından yoksunuz desek pek tabii kendimize iftira etmiş oluruz.

İnsan olarak hepimizin kusuru var. Siz evinizden başlayarak, sokağa, işinize, çevrenize, arkadaşlarınız ile olan münasebetlerine varıncaya kadar kusur aramaya kalkın, bir gün olsun soğuk bir bardak suyu afiyetle içemezsiniz. Ve sonunda bu türden tavırlarınız ile etrafınızda bir tek dost bulamaz hale gelirsiniz. Onun kaşı, bunun gözü, çenesi derken tabir caiz ise herkesi maymuna çevirirsiniz, sonunda maymun olup çıkarsınız.

Sanki sendeki kaş yaydır, sendeki göz ela, sendeki çene Hudanın kalemle çizdiği aydır!!!

Üstat Bediüzzamanın Risalei Nur eserlerinde sözünü ettiği üzere Mü’min kardeşinin on tane güzel sıfatı var iken bir tane çirkin sıfatı yüzünden ona kin ve adavet beslemek nasıl da büyük bir insafsızlıktır kuralından şaştık, biri birimizin kusur ve günahlarını setretmekle mükellef iken, kusurlarımızı araştırmaya ve bunu biri birimizin önüne koymaya başladık. Pek tabii bu tavırlar muhataplarımızda “tehdit” olarak algılandı ve karşılıklı “itimat-güven” tamamen ortadan kalktı.

Ve taraflar ellerindeki kozları biri birlerine karşı kullanmaya başladılar.

“Batılı tasvir saf zihinleri idlal eder-yani batıl olanı, doğru olmayanın tadını, kokusunu, rengini, şeklini, betini, benizini ortaya koymak, temiz zihinlerin-kafaların sapmasına sebebiyet verir” kuralından hareketle artık onlar şöyle yaptı, bunlar böyle yaptı, o nedenle o daha fazla kusurlu, bu daha fazla hatalı demenin bir alemi yok.

Olan oldu.

Pek tabii bunları kim tezgahladı, işin içerisinde ki “BÜYÜK AKIL” kim demenin bir faydası yok şimdi.

Mühim olan bundan sonraki gelişmelere bakmaktır. Seçim öncesi söylenenlere uygun adımlar atılır ise, yeniden yeniden harap olduğumuzun resmi ayan beyan ortaya çıkacaktır. Ve biz çok kırılacak, çok döküleceğiz.

En çok da gücü elinde tutanlar, kontrolsüzlüğün verdiği hışımla, 28 Şubat sürecinde Mersinde İslami niteliği ağır bastığı iddia edilen BAKKAL’dan alışveriş yapılmaması örneğinde olduğu gibi, insanların üzerine giderler ise, ortaya çıkacak maddi ve manevi mağduriyetleri hiçbir şeyle telif etmek imkanı kalmaz.

Biz bir ve bütün olur isek güçleniriz, biz biri birimizi seversek kuvvet buluruz, biz biri birimizin hatasını, yanlışını örter isek mü’mince davranmış oluruz.

O nedenle seçim sonuçları ne olursa olsun, en büyük sorumluluk Sayın Başbakana düşüyor.

Ak Parti Merkez Binasının balkonuna çıkıp 76 Milyon Türkiye insanının Başbakanı olduğunu, seçim sonuçlarını büyük bir tevekkülle karşıladığını, “MEN AMENE BİLKADERİ EMİNE BİLKEDERİ-Kadere iman eden kederden emin olur” kuralınca, geçmiş üzerine bir sünger çektiğini, varsa hatalar telafi edileceğini, kırılmış gönülleri bağrına basacağını, herkesin de buna göre davranmasının ülkenin selameti bakımından şart olduğunu, kimsenin işine gücüne dokunulmayacağını, serbest piyasa koşullarından asla vazgeçilmeyeceğini, hür teşebbüsün eskisinden daha fazla bu ülkede iş ve aş üretmek üzere harekete geçtiğinde en büyük destekçilerinin kendisi olacağını, yasakları, yoksulluğu, yolsuzluğu yine eskiden

olduğu gibi üç büyük bela olarak gördüğünü anlatır, Avrupa Birliğine girişte yeni reformlara en kısa zamanda start verileceğini söyler ise, hepimiz çok ama çok rahatlayacağız.

Eski tartışmalar mı?

Ya biz bir iyiliğin, bir nasihatın, bin musibeti defedeceğini bilmiyor muyuz, buna inanmıyor muyuz?

Allah’ım ne olursun Tayyip Beye bir Balkon konuşması daha yaptır.