BU SAVAŞTA ÜLKE OLARAK YER ALMAYI BEN İSTEMİYORUM

IŞİD için böyle vahşi bir örgüt görülmedi. Önlerine ne gelirse yakıyorlar, kim çıkarsa öldürüyorlar. 15/20 bini kişi kadarlar, ancak ordular önlerinde duramıyor gibi değerlendirmeler yapılıyor.

Önceleri Irak Şam İslam Devleti ismini kullanan örgüt, şimdilerde İslam Devleti ismi ile faaliyet göstermeye başladı. Yani bizim kurmaya çalıştığımız devletin Irak ve Şam ülkeleri ile sınırla olmadığını herkes anlasın diyorlar. Zaten bu sebeple değil mi ki, Türkiye Başbakanı için de bazı yaftalamalarda bulunmuşlar ve tez elden “halifeliğe” biat etmesini istemişlerdi.

Mahmur Kampının işgalinden sonra IŞİD militanlarının Erbil kapılarına dayanmaları sorunun uluslar arası topluma yansımasına sebep oldu, bu bölgeler ile çok sıkı diyalog, ticari işbirliği içerisinde olan batılı ülkeler derhal harekete geçti ve IŞİD militanlarının bu bölgelerden püskürtülmesi için kendileri havadan, Peşmerge güçleri de karadan bunları vurmaya başladı.

Mahmur kampı ve çevresinden/ ki buraları bir büyükçe ilçe durumundadır/ Işid militanları geriye püskürtüldü.

Ama bu defa hiç kimsenin beklemediği bir gelişme meydana geldi ve IŞİD militanları Suriye kuzeyinde Rojawa bölgesinin Kobani kantonunda bulunan bölgeye saldırdı ve bu bölgede yaşayan 130 bin insan pılını pırtısını toplayarak Türkiye’ye sığındı.

Şu saatlerde Suriye içlerinde konuşlu bulunan Işid militanlarına karşı başta ABD olmak üzere, Fransa, Ürdün, Irak, Lübnan ordularının hava birlikleri saldırılar gerçekleştiriyorlar. Bu saldırıların ne kadar tesirli olduğunu zaman gösterecek. Benim zannım, bu saldırılar IŞİD militanları bakımından kısmi caydırıcılık yapabilir, ancak bu insanların davalarından dönmelerine asla zemin teşkil etmez. Zira onlara, bu dünya ülkeleri ölümlerden ölüm beğenin seçeneğinden başka bir seçenek sunmamış ve şimdi onlar da bu seçenekleri bize uygulamak sizin göreviniz, ama sonuçlarını da katlanırsınız, sizin de hiçbir zaman bulunduğunuz mekan huzurlu olmaz diyorlar.

Olay Türkiye örneğine ne kadar da benziyor. Türkiye’nin PKK ile mücadelesine “cephe” savaşı denmez. Yani ordular karşı karşıya gelip de her mekanda biri birlerine karşı başa baş dişe diş bir savaş içerisinde olmadılar. Bu bir Gerilla savaşı idi. Türk ordusu Gerilla savaşına göre eğitilmiş bir ordu değildi. Oysa PKK militanları Gerilla eğitimi almışlar, hemen kırsal alanlarda hiç kimsenin ismini cismini bilmediği yer ve mağaralarda mekan tutarak orduya karşı vur kaç taktiği içerisinde bu güne kadar geldi. Türk siyasi çevreleri bu durumu fark edince, özel hareket timleri kuruldu. İbrahim Şahin v.s o günlerin eseridir. Bunlar PKK güçlerine karşı aynı taktiği uyguladı. Yeri geldi dağda mağaralarda yattı, yeri geldi pusu attı, yeri geldi saldırıya geçti. Özel hareket timlerinin ağır silahlarla

donatılması ve Ordunun yapamadığını yapar hale gelmesi, Türk ordusunu endişelendirdi. Bizim başaramadığımızı bunlar başardılar. O halde bize alternatif olma tehlikesi var dediler. 1990 lı yılların ortalarına doğru bu insanlar Genelkurmayın isteği üzerine ağır silahlarını orduya teslim ederek sahadan çekildiler. PKK önemli mesafeler kaydetti. Işid’in durumu yukarıda da değindiğim üzere PKK nın durumuna ne kadar da benziyor. Sadece bir farkla. IŞİD militanları Irak ve Şamda yaşayan Sünni Arap ailelerini, hatta Sünni kimi Kürt ailelerini de yanlarına alarak harekete geçmiş bulunuyorlar. Yani bu konumları itibariyle ÖNCELİKLE BİR HALK, BELKİ BİR ANLAMDA BİR ÜMMET SIFATI İLE HAREKETE GEÇTİKLERİNİ ifade ediyorlar, üstelik özellikle bu ülkelerdeki Sünni Arap halklarının onlara karşı bakışı hiç de hasmane değil, bunlar bizim evlatlarımız diyorlar.

IŞİD olgusunun Türkiye’ye ilk yansıması Musul’da bulunan 49 Başkonsolosluk görevlisinin 14.Haziran.2014 tarihinde işgali ile başladı. Çok değişik spekülasyon var. Musul Valisi vilayeti terk ettiği halde bizimkilere ne oldu da orada kaldılar? Hem ne için kaldılar? İşgal’in kendilerine sirayet etmeyeceğini mi sandılar. Resmi vasfı bulunmayan bir yeri işgal edenlerin yönetimi altında ne elde edeceklerini, onlarla hukuki, siyasi, konsolosluk sebebiyle ticari bir ilişki temin edeceklerini mi düşündüler? Bunlar elbette ağır sorulardır. Fakat tüm bu sorulara yosun gibi yapışan ve yumuşak bir zırh teşkil eden o olay, yani Türk Konsolosluğunun işgali gerçekleşti. 101 gün sonra da Musul’dan IŞİD militanlarınca alınan rehineler Suriye’de Işid’in denetiminde bulunan Rakka şehrine getirildi, buradan MİT mensupları ve Borda berelilerce teslim alınarak Türkiye’ye intikalleri sağlandı.

Türkiye MİT in büyük gayretleri sonucu rehine alma olayının sonlandırıldığını, vatandaşlarımızın beş kuruş ödenmeden teslim alındığını ve dünyadaki hiçbir istihbarat örgütünden yararlanılmadığını ifade etti. Ancak bugün basına yansıyan kimi bilgilerden, Suriye’de rehin tutulan IŞİD mensuplarından 50 kadarının İHVANIN yardımı ile karşı tarafa verildiğini ve böylece bir takas eylemi sonucunda vatandaşlarımızın kurtarıldığını söylüyor. Olsun. Vatandaşlarımızın burnu dahi kanamadan ülkelerine dönmeleri temin edildi ya, bizim için önemli olan bu.

Bu teslimattan sonra IŞİD militanları bilindiği üzere Kobani kantonuna saldırdı ve 130 bini aşkın insan bir anda Türkiye’ye gelmiş oldu.

Hatta Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş bey bu sayının daha sonraki gelişmeler sonucu milyonu bulacağını ifade etti. Yani ya eldeki verilere göre veyahutta tahminlere istinaden IŞİD in daha büyük saldırılarla tüm Rojawa’yı ele geçirmeye çalışacağını ve buradaki insanların güvenli bir liman olarak Türkiye’ye sığınma ihtimali bulunduğunu söyledi. Anlaşılan Türkiye yeni Suriye oluyor. Daha önce gelenlerle birlikte gelişmeler bu doğrultuda olursa, Türkiye’deki Suriyeli sayısı 3-4 Milyonu bulacak.

Tabii şimdi gerek yurt içinden ve gerekse yurt dışından Türkiye bilfiil bu cehennemdeki yerini alsın diyenler var.

Sayıları yüzbinleri aşan ve giderek Milyona ulaşma istidadı gösteren göç sebebiyle ağır bir yük taşımaya başlayan Türkiye’ye SİLAHLI MÜCADELEYE BAŞLA VE BU İNSANLARIN DAHA FAZLA GÖÇ ETMESİNE ENGEL OL DENİLİYOR.

Türkiye yapacağını yapıyor. Ülkelerindeki savaştan kaçan insanların ırkına, cinsine, dinine, inancına, mezhebine bakmadan bu insanları ülkesine alıyor, bakıyor, besliyor, barındırıyor. Bundan daha fazla ne yapabilir? Irak ve Suriye’de devam etmekte olan bu savaşa müdahil olabilir mi? Ordularını karadan veya havadan bu ülkelere gönderebilir mi? Rusya, İran, Çin bu duruma göz yumabilir mi?

Sonra hakikaten soralım, gerek Irak’taki ve gerekse Suriye’deki çatışan tarafların hangisinin yanında Türkiye’nin yer alması gerekiyor ve neden?

Kürtler Türkiye’deki insanların kimisinin ne kadar ırkdaşı ve dindaşı ise, Araplar da o kadar Türkiye insanından kimilerinin dindaşı ve ırkdaşıdır. Hatay, İskenderun, Mardin, Siirt, Batman illerinde yaşayan Arapların bu meseleye bakışları, HDP lilerin bakışı ile bir değilse, Türkiye buna rağmen hangi gerekçe ile bir diğerinin yanında var gücü ile yer alsın?

İşin özü şudur. Türkiye’nin bu savaşta aktif rol üstlenmesi, acıları dindirmez, arttırır, yetmiyor içimize ateşin salınmasına sebep olur.

Bu iki ülkeden ülkemize gelmek zorunda kalan Kürtler,Araplar, Türkmenler bizim dindaşımız, ırkdaşımız ve kardeşlerimizdir. Ezidiler aziz misafirimizdir. Var gücümüz ile bu insanlara Ensarlık görevimizi ifa edeceğiz. Ama onların ülkelerindeki savaşa bilfiil katılmak mı? Ben bunu istemiyorum, gerisini devletimiz bilir.