DİCLE KIYISINDA KAYBOLMADILAR SOMADA ATEŞE ADILDILAR

Millet bize yetki verdi, bu yetkilerimizi sonuna kadar kullanırız, hiç kimse de milletin verdiği yetkileri kullanmamıza engel olamaz. Eğer millet bizim hizmet tarzımızdan memnun değilse, işte seçimler yapılıyor, o zaman haklarını kullanır ve bir başkasına görevi tevdi eder. Bunun başka yolu yoktur. Aksine bir takım düşünceler millete hakarettir, onların kararlılıklarını hiçe saymaktır. Bu kabul edilemez diyoruz.

Bu doğru bir şeydir ve eğer Demokrasi ile idare edilecek isek bu çerçevenin dışına çıkamayız.

Yalnız milletin demokrasi yolu ile birilerine kendilerini idare etme konusunda vermiş olduğu yetki sınırsız değildir. Yani demokrasilerde “millet bana yetki verdi, istediğimi yaparım, bu yaptıklarım usule, kanuna, örfe, adete, ananeye aykırı olsa da, kimse bana engel olamaz” denilemez.

İdareciler milletin kendilerine verdiği yetkileri Yasaların dışına çıkarak kullanamazlar. Bu yasaların da Örfi Nassa uygunluğu aranır. Milletin beğenmediği, hoş karşılamadığı, iman ve inancına aykırı bulduğu hususlar, idareciler tarafından yasa haline getirilerek, uygulamaya konulamaz.

Demokrasi halkın idaresidir. Halk ya doğrudan demokrasi yolu ile kendisini idare eder. Bu aslında mükemmel bir şeydir. Yani herkes idare edilmiş olduğu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Bakanları, Hakimleri, Savcıları gibi hareket eder. Halkın tamamının katılığı halk meclisleri vardır. İnsanların idaresi için zaman zaman toplantılar yapılır, kararlar burada alınır, hükümler burada verilir, gerektiğinde infazlar burada yapılır. Fakat böyle bir sistemi şimdiye kadar başarılı bir şekilde uygulama alanına koymuş bir millet yoktur. Ufak tefek uygulamaların yapıldığı kimi yerlerin dünya üzerinde olması, bu alanda genel bir sistem haline gelmediği için, başarılı olarak görülmez.

Dünyanın hemen her ülkesinde ismine tam demokrasi denilmese de insanlar birilerini Cumhurbaşkanı, Başbakan, Hakim, Savcı seçerek yönetilmeyi tercih etmişlerdir, etmektedirler. Cebri, zora dayalı olarak halk bizi yönetime getirdi diyenlerin haricindeki ülkelerde halkın sandıkların başına gitme yolu ile yöneticilerini seçtikleri, ciddi bir muhalefetin de olduğu rejimlere biz demokrasi diyoruz.

Demokrasi yolu ile iktidara gelenler, idare etmenin sadece nimetlerini değil, külfetlerini de paylaşmak zorundadırlar.

Yöneticilerin sadece nimetleri paylaştıkları, külfetleri ise onun bunun boynuna attıkları rejimlere demokrasi denilmesi mümkün değildir. Bu tür yönetimlerin adı Demokrasidir, fakat tadı başka bir şeydir. Kimileri buna zorbalık, tiranlık, despotluk, firavunluk, nemrutluk gibi isimler takmaktadır.

Son olarak başımıza gelen büyük Soma Faciasında 300 ün üzerinde yaşları 19 ila 35 arasında değişen insanımızı maalesef göz göre göre ölüme yolladık.

Başımıza bir felaket geldikten sonra “Men Amene bilkaderi, Emine bilkederi-Kadere iman eden, kederden emin olur” deriz ve Allah’ın havl ve kuvvetine dayanarak, teselli buluruz.

Yani bir çok yerde ifade edildiği üzere bu kaderleri idi, Allah onlara böyle bir ömür takdir etmiş, bundan kaçış yoktu, kurtuluş yoktu demek elbette doğrudur. Ancak Rabbimizin onlara tayin etmiş olduğu bu kaderde rol alanların da hiçbir sorumluluğunun olmaması gerekir. İşte bu sorumluluk imtihan sırrını da beraberinde getirir.

Ölüm mukadderdir ve bundan hiç kimsenin kaçması mümkün değildir. Onun zaman ve zemini ölümün geldiği andır. Şöyle bir misal verelim.

Adam akşam üstü evine gitmektedir. Yolunun güzergahında kavga eden insanların biri birlerine bir anda silah kullandıklarını varsayalım. O esnada yoldan geçen bu insana isabet eden kurşunla öldüğünü düşünelim. Adam kavgaya karışmamış, hele şöyle bir kavga edenleri seyredeyim dememiş, bir anda patlak veren olaydan ötürü gelen kurşunlardan birisinin isabet etmesi üzerine hayatını kaybetmiş. Ölen kişinin genç veya ihtiyar olmasına göre kurşun adres değiştirir mi idi. Elbette ki hayır. Peki burada meydana gelen bu ölüm olayını kaderden başka ne ile izah edebiliriz. O kişinin dünya hayatı burada bitmiştir ve kaderin kendisine biçtiği rolden ötürü Rabbin Merhamet ve Keremine mazhar olacağında da hiçbir şüphe yoktur.

Soma’da meydana gelen faciada da böyle. Bu da bir kaderdir. Ancak bu kaderin bu şekilde tecelli etmesinde birilerinin oynamış olduğu yine kötü bir rol vardır ve bu rolün gereklerinin sorgulanması gerekir.

Soma kömür işletmelerinde meydana gelen patlamalar, yangınlarla ilgili olarak bu yıl içerisinde bir CHP Milletvekili araştırma önergesi vermiş ve

konunun eni konu araştırılması istenmiş. Bu Milletvekilinin önergesi, o günün TBMM si gündemini sabote etmek amacı ile verildiği düşünülerek reddedilmiş. Burada millet olarak bir rahatsızlığımızın olduğunu belirtelim. Çünkü bizler karşı cenahta olan insanların sürekli olarak hakkımızda kötü düşündüklerini varsayarız ve ne dediklerine asla dikkat etmeyiz. Uzatmayayım, Soma Faciasının meydana gelmesinden sonra şimdi herkes anlıyor ki, buradaki maden ocaklarındaki durum ciddi imiş.

O araştırma önergesinin gereği yerine getirilmiş olsa idi, facianın meydana geldiği ocakta BİR YAŞAM ÜNİTESİNİN BULUNMADIĞI, ocakta iddia edildiği üzere yangınların bu şekilde devam etmesi halinde telafisi imkansız zararların meydana geleceği belirtilecek ve belki de noksanlar giderilinceye kadar üretime ara verilecekti.

Demokrasi nimet ve külfetlerin eşit oranda paylaşıldığı rejimlerin adıdır. Hatta bunun İslamicesi, nimetler millete, külfetler idare edenlere aittir.

Bu olayda işletme sahibinin kömür kömür kömür diye direttiği, 140 dolara Devletin mal ettiği bir ton kömürü hangi mikyas ile 17 dolara kadar düşürdüğünün hesabını elbette vermesi gerekir. Ya arkadaş sen nelerden kıstın ki, bu miktarı nerede ise onda kir miktara düşürdün, bunu bir izah et denilecektir. O tamam.

Fakat,

TBMM sinde kabul edilmeyen araştırma önergesinden ötürü de, işletme sahibini mi sorumlu tutacağız.

Bunlar Dicle kıyısında kaybolan bir koyun değil, gözümüzün önünde ateşe atılan gençlerimiz, evlatlarımız.