DÖNELİM DAĞA GÖTÜRÜLENLERE

Dün barış sürecinde Devlete düşenleri izah etmeye çalıştık.

Bugün de gerek BDP ye ve gerekse HDP ye düşen görevlere değineceğiz.

Barış süreci ile birlikte 2000 den fazla çocuğun dağa götürüldüğü biliniyor. Götürüldü diyoruz çünkü, hiçbir çocuk hele ben bir dağa çıkayım, ne var, ne yok demez, diyemez.

Hatta hiçbir çocuk bir başıma gideyim de şu Dicle kıyılarını bir kolaçan edeyim demez. Biz de o yallardan geçtik. Çocukluğumuzda bir başımıza en fazla Fiskayaya kadar giderdik. Aşağı Dicle kıyısına inmek istesek, yoğun ağaçlık alan ürkmemize sebep olurdu. O nedenle yanımızda birkaç arkadaş olmadan yazın sıcağında Diclenin serin sularına kendimize atmaya korkardık.

Devran döndü, gün değişti, eski çamlar bardak oldu dememeliyiz. Zira 14-15 yaşındaki çocuklar her zaman çocukturlar ve bunların hiç kuşkusuz anne sevgisine, baba merhametine sonsuz ihtiyaçları vardır.

Gün boyu aylak aylak Diyarbakır sokaklarında dolaşan bir çocuk, akşam kendisini eve dar(çarçabuk) atar, ana babasına kavuşmayı, kendinden küçük kardeşleri var ise onlara sarılmayı büyük özlemle bekler.

Hele kız çocuklarından rüşdünü elde etmeyenlerden 14-15 yaşındakiler, kapı önünde fazla beklemekten utanırlar, sıkılırlar.

Demem o ki, bir organizasyon, hem de iyi bir organizasyon olmaz ise, bu çocukların bir başlarına dağlara gitmeleri mümkün değildir. Bu organizasyondan dağı falan işin içerisine katmaya gerek yok, BDP nin habersiz olması düşünülemez.

Diyarbakır Belediyesi önünde çocuklarının eve dönmeleri için eylem yapan hanımlardan birisi, ki konuşma tarzından farkına vardım, Ali Emiri Ortaokulundan benim öğrencimdi “ya benim çocuğum daha 14 yaşında, o bir başına çarşıyı dolaşmayı bile beceremez, nasıl olur da ben dağa gideyim diye karar verir ve ver elini Kandil diyebilir, ben çocuğumu istiyorum” diyordu. Bir başkası “söyleyin Allah aşkına 14 yaşındaki çocuktan nasıl gerilla olur, sonra bu kız çocuğu, yönetici kesimden hangisinin bu yaştaki kız çocuğu dağda” diye intizarda bulunuyordu.

Bunlar işaret fişekleridir, BDP nin ve onun yerine kurulan HDP nin bu fişeklerin neyi işaret ettiğine, neyi aydınlattığına ve arkasından yere düşünce ne tür yangınlara sebebiyet vereceğine çok iyi bakmaları lazım.

Demek ki ateş içten içe işliyormuş ve halk olan bitenden bizarmış haberleri yok. İnsan zaten bir tarafın has adamı olunca, başkaları ne söyler ise söylesin, hiç aldırış etmez. Ama hak ve hakikatın ortaya çıkması bakımından başkalarının da ne söylediğine bakmak ve kulak asmak lazım.

Barış ortamının verdiği cesaretle daha önce Dicle kıyısında evladını isteyen anne başarılı olunca, yani evladı getirilip teslim edilince, bu defa diğer anneler de feryat etmeye başladılar, biz de evladımızı istiyoruz diye. Aman dikkat edilsin o ilk oturma eylemi yapan annenin evladına bundan böyle bir zarar gelmesin.

Bu eylemden cesaret alan anneler Diyarbakır Belediyesi önünde bir bir toplandılar ve evlatlarımızı istiyoruz dediler. Baktım burada oturma eylemi yapan annelerin tamamı çocuklarının 14-15 yaşında olduğunu söylüyorlar. Fakat bir bahane bulundu, belediye önündeki çadırlar kaldırıldı ve aileler kovalandı. Onların bir kısmı daha sonra kaldırımlara oturdular, yolları bölen refüjlere sığındılar. Belediye önünden kovalalanlara, belediyede temizlik var, o nedenle sudan zarar görmeyesiniz diye buradan uzaklaşın denildi. Karşı taraf kaldırımlara geçen insanlar bu defa Belediye zabıtaları tarafından kovalandı. Ya bu insanlar bizim insanlarımız, el an çocukları şöyle veya böyle dağda. Merhamete ihtiyaçları var. Korunup kollanacaklarına yaka paça sürüklenmeleri HANGİ BARIŞLA İZAH EDİLEBİLİR.

Sabah akşam verilen beyanatlarda dağdan inişlerle ilgili olarak ne yaptınız, hangi yasayı çıkardınız diyorsunuz, ardından madem barış var, neden çocuklarımız dağa çıkarılıyor diye inleyen annelere, defolun buradan gidin cakasını satıyorsunuz. Belediyenin avlusunu temizlemeden önce zihni temizliği ihtiyaç var. Onların oturduğu yer Belediye binasının dış avlusunun bir kenarı. Buraya sığınan insanlar sizden merhamet istiyor, evlatlarının geri getirilmesi konusunda tavassutta bulunmanızı talep ediyor. Ama bu yapılmıyor, üstelik, ne var dağdakiler ulusal bir kurtuluş mücadelesi içerisinde, dağda olanlar bu halkın çocukları değil mi, sizin onlardan üstün ne yanınız var, bu mücadeleye destek olan çocuklarınızın izzeti ile niye oynuyorsunuz anlamına gelecek hareketler doğru değil. Zira bu hareket ne Kürt ulusunun örfüne ve ne de Uluslar arası Hukuk normlarına uygun. Ulusal Kurtuluş mücadelesine katılma kararlılığında olanlaların 18 yaşını

doldurmadan eylem alanının en acımasız olanına çekilmelerini kimse kabul etmiyor.

Sırrı Süreyya Önder o kendine has baradayi ağzı ile yapmış olduğu açıklamalarda, ben barış sürecinde dağda üç gün kaldım, rüşdünü elde etmeyenlerin eve dönüşleri ile ilgili Uluslar arası kurallara uyma konusunda örgütün tartıştığı realiteler görüşüldüğünde, dağdaki bu çocuklar yoğun bir şekilde karşı çıkıyorlar ve biz asla evlerimize dönmek istemiyoruz diyorlardı, şeklinde açıklama yaptığında, herkesin vicdanına hitap etmenin rahatlığı ile atılan temele sıva yaptığını zannediyordu.

Karşısındaki insan dönüp te “Sayın Önder 14-15 yaşındaki insanların tüm dünyadaki karşılıkları “Çocuk” olduklarıdır. Dünyanın hiçbir medeni ülkesinde bunlar kendi başlarına medeni haklarını olsun kullanamazlar, borç altına giremezler, alım satım yapamazlar, evlenemezler, iş kuramazlar, işçi olarak çalıştırılamazlar. Şimdi ben size soruyorum, siz 18 yaşından küçüklerin SOMA MADENLERİNDE çalışmasına rıza gösterebilir misiniz ki, bu çocukların kendi iradeleri ile dağa gidişlerine bir nevi cevaz veriyorsunuz demesini nafile bekledim.

Sayın Başbakan BDP ye HDP ye hitap ederek, bu çocukları daha önceki örneklerinde olduğu gibi gidin alın getirin ve ailelerine teslim edin deyince, hem Selahattin Bey , hem de Ertuğrul Kürkçü çok sert bir şekilde karşı çıktılar.

Selahattin Demirtaş, bu çocukların dağa gittikleri nereden belli, kim bilir hangi şebekeye takıldılar, uyuşturucu mafyasının kurbanı oldular, eğer onları ben bulup getirecek isem, sen niye o makamda oturuyorsun, in aşağıya ben çıkayım, gidip onları bulayım şeklinde, hamasi bir açıklamada bulundu. Selahattin bey artık bir “devlet” adamı hüviyetine bürünmek zorunda. Bu meseleyi araştıracağız, halkımızın istekleri bizim için çok önemlidir, biz onlar için varız, dağa çıkmamı, yoksa bir organizasyon ile dağa götürülme mi var, bakacağız demesi lazım/dı/. Öyle çocuklar uyuşturcu mafyasının eline mi geçti şeklinde, o çocukları irrite eden beyanların kendilerine de bir faydası yok.

Hele HDP eş başkanı Ertuğrul Kürkçü’nun biz kayıp kaçak bürosumuyuz beyanı tam bir fiyasko idi. Zira uyuşturucu mafyasının, fuhuş çetesinin eline de düştüler ise veya dağa da götürüldüler ise, bunlar bizim çocuklarımız, ne yapıp edip bunların izlerini süreceğiz ve rüşdünü elde etmeyen bu evlatlarımızı getirip ailelerine teslim edeceğiz demesi lazım

iken, BÜYÜK PARTİLERİNİN kayıp kaçak bürosu olmadığını açıkladı ki,kendince önemli biri mesaj patlatmış oldu!!!

Ama kimse ne yedi, ne de yuttu.

Zira Sırrı Süreyya Önder, kendisinin dağda bulunduğu üç günlük süre içerisinde, uluslar arası hukuk gereği, rüştünü elde etmeyen çocukların evlerine dönüşlerinin tartışıldığı ortamda bulunan bu çocukların feryat figan biz evimize dönmek istemiyoruz, kimsenin bizi bu harekete icbar etmesi beklenmesin dediklerini ifade ederken, Selahattin bey, bu çocukların uyuşturucu mafyasının veya fuhuş mafyasının eline düşmesinden bahsetti, Ertuğrul Kürkçü de partilerinin kayıp kaçak bürosu olmadığını ifade etti, böylece bu üç kişiden sadece Sırrı Süreyya’nın gözü ile gördüklerine itibar etmemiz gerektiği ortaya çıktı.

Çocuklar dağda ve bulunup getirilmeleri gerekiyor.

Aksi gibi, hem barış sürecinden söz edip, hem de rüştünü elde etmeyen çocukların bu süreçte dağa gitmelerine göz yumulması asla kabul edilemez. Bunu kimse izah edemez.

Barışın en önemli tarafı olan Devletin, bunları bulup getirin söylemine, aşağılayıcı, küçük düşürücü cevaplar vermek hiç hoş değil. Selahattin Demirtaş, Ertuğrul Kürkçü gibi kişilerin bir an için olsun işi gırgıra, şamataya boğma hakları yok.