ESİR OLARAK MI TUTULUYORLAR?

İşid’in Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile alıp veremediği bir sorununun olmadığı ifade ediliyor.

Durum hakikaten böyle mi? bir bakmak lazım.

Suriye İç Savaşının giderek şiddetini artırmasından sonra çeşitli guruplar kah Esed’e karşı, kah Esed’e karşı olanlara karşı yeni konseptler geliştirdiklerini biliyoruz.

Suriye iç savaşının patlak vermesi üzerine, Esed yönetimine karşı olanlar bir anlamda işbirliği halinde bu mücadelede yerlerini aldılar.

İlk anlarda Esed’in sabahtan akşama yerinden yurdundan edileceği varsayıldı. Ülkede oluşturulan bu muhalefet karşısında Esed’in üç aydan fazla dayanamayacağı kabul edildi. Türkiye bu kervanda en başı çekiyordu. Aslında kervanın arkasında komşu ülkelerden bizden başkası yoktu. Bu cümleyi bir kez daha okumanızı tavsiye ederim. Evet Suriye İç savaşında Esed’in bir an önce gitmesini isteyen bir başka komşu ve İslam ülkesi olmadı.

Ortadoğu ülkeleri ki, hemen tamamı Müslümandır, bölgelerinde bir başka ülkenin gelip iş peşinde koşmasını bir türlü kabullenemiyorlar. Bakın Irak’ın başında Saddam gibi bir diktatör olmasına rağmen, ABD nin 2003 yılında başlattığı saldırıyı hiçbir İslam ülkesi onaylamadı, ABD ye buyur gel, istediğini yap demedi.

Bir tek Türkiye bu işte ABD nin bölgeye gelmesini istemesinin ötesinde, onunla birlikte hareket etme kararlılığında oldu. Ancak TBMM si buna izin vermedi. Fakat o savaşta ABD lojisitik anlamda Türkiye’den büyük destek gördü. T.C bu konuda Meclisinden tezkereler geçirdi. Bir de KUVEYT, ABD nin Irak savaşında bir takım maddi destekte bulunacağını açıklamıştı ki, onun da bu tavrının sebebi, Irak’ın kendi ülkelerinin tamamında hak iddiasında bulunup, 02.Ağustos.1990 yılında Kuveyti işgal etmesinden ötürü ABD nin yanında mecburen yer aldı. Çünkü ABD Askerleri birinci körfez savaşı ile Saddamın askerlerinin Kuveytten çıkmasını sağlamıştı. Kuveyt Namus borcunu bu şekilde ödedi.

Suriye İç Savaşı yine bir ABD tezgahı idi. Orada iş savaş başlar ve işler kızışır ise, sanki Libya olayında olduğu gibi işe müdahale edeceklerini ifade

ediyorlardı. Libya uzaktı, ama Suriye yastık altı komşumuzdu. Batılılar Libyaya uyguladıkları sistemi buraya da tatbik edecekler ve pek tabii Türkiye ortaya çıkacak pastadan nemalanacak ülkelerin başında olacaktı. Bu manzarayı çakan Rusya, İran ve Çin bi durun bakalım dediler. Hatta Rusya yaptığı açıklamalarda, Suriye’ye karşı yapılacak bir dış müdahaleyi kendisine yapılmış olarak kabul edeceğini beyan etti. Sibarya steplerinden yuvarlanan taşlar, adete Ak Deniz’de tusunamiye yol açtı.

O gün bu gündür Suriye meselesinde eli en çok açık veren ülke Türkiye. Her ne kadar Hatay’da yakalanan TIR’LARLA ilgili olarak Cemaat zan ve itham altında tutulsa da, şimdiye kadar bunun delilleri ortaya konulamadı. Aslında ihbarın kimin tarafından yapıldığının da bir kıymeti yok. Mühim olan bu TIRLARIN Suriye’ye gönderildiği ve hamulesinde suç unsurlarının bulunduğu yolundaki ALGININ bir türlü izale edilmemiş olması. Yani Suriye iç savaşının üzerinden üç sene geçmiş olmasına ve Suriye’de rejiminin kolay kolay devrilmeyeceği ortaya çıkmasına rağmen, Türkiye’nin politika değişikliğine gitmemesi ve Esed rejimi ile oynadığının dünya alemce bilinir olmasıdır. Hatay’da ihbar üzerine durdurulan Tırların büyük bir hata ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından MİT’E ait olduğunun kabul edilmesi ve hatta “siz nasıl olurda bu tırları durdurursunuz” yanlışına düşülmesi, Suriye meselesinde bizim bir yerlerin yanında yer aldığımızın açık ve net bir göstergesi olarak ortaya çıktı. Hamulesinde biber domates olmadığı sabit olan Tırların aynı zamanda Suriye’ye gittiğinin resmen kabulü, ister istemez Suriye’de bizi, ESED yönetiminin haricinde, onunla çatışan bir takım örgütlerin hasmı haline getirdi.

Bizim yardım elimizi uzattığımızı resmen kabul ettiğimiz Özgür Suriye Ordusu, El KAİDE İLE, ENNUSRA İLE, İŞİD ile düşman durumunda ve onlarla çatışıyor.

Ben Musul kentinde Türk Konsolosluk Mensuplarının toptan rehine statüsünde bir Esir gibi alınıp götürülmelerini, Suriye’de çatışan taraflardan birisi olan İŞİD’DEN BAĞIMSIZ olarak düşünmüyorum.

Suriye’deki Irak Şam İslam Devleti Militanları ile Irak’ta Türk Konsolosluk mensuplarını alıp götüren İŞİD arasında bir fark görmüyorum. Bunların birliktelikleri göz ardı edilerek şu anda bulundukları yerdeki statülerinin ne olacağının bilinmediğini ifadeyle soruna çözüm bulmanın zorluğuna vurgu yapmak istiyorum.

Biraz açalım. Birkaç günden beri, Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru’nun Musulda alıkonulan 49 Konsolosluk mensubunun Rehine statüsünde olmadığını, böyle olsa idi, oturulur, konuşulur, bir takım pazarlıklar yapılırdı şeklindeki açıklamalarına baktığım zaman, konsolosluk mensuplarının Rehine statüsünün de üstünde ESİR statüsünde orada tutulduklarını düşünmeye başladım.

Naci Koru’nun Rehine statüsünde değiller, kim niçin tutuyor bilmiyoruz, devletin namusu olan vatandaşlarının can güvenliğinin korunmasında üç beş kuruşa bakmayız, oturur konuşuruz şeklindeki beyanının, daha fazla bir şey bilmiyoruz şeklinde anlaşılmaması gerektiğini, Türkiye’nin Suriye’deki politikalarının yeniden bir değerlendirmeye tabi tutulmasının şart olduğunu belirtmek istiyorum.

Vatandaşlarımızın kurtulmasını temin bakımından yeni ve yakın bir gelişme olur ise, siz aynı zamanda Türkiye’nin Suriye politikalarındaki değişikliklere de nazarınızı gezdirin derim. Yoksa esaret Allah Koru’sun uzun sürebilir.