FERMAN PADİŞAHIN İSE DAĞLAR KİMİNDİR

Diyarbakır toplantısını basından takip ettim. Sayın Bakanlar yapmış oldukları konuşmalarda, geçmişteki Türkiye ile bugünün Türkiyesi arasında mukayeseler yaptıklarını, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, yeni Türkiye’yi inşa etmekte kararlı olduklarını, kavga ile dövüş ile vurma ile kırma ile bir yere varılamayacağını, şu anda Lice kırsalında eylem koyanların durumuna özenle bakmak gerektiğini, bunların büyük çoğunluğunun uyuşturucu ile meluf insanlar olduğunu söylediklerini gördüm.

Tamam

Yeni Türkiye kurulsun,      

Tamam

Hiçbir şey zaten eskisi gibi olmasın

Tamam

Yeni Türkiyenin inşası elbette adalet üzerine, hak üzerine olsun,

Tamam

Kavga ile dövüş ile bir yere varılamayacağını herkes, ama herkes kafasına koysun,

Tamam

Lice kırsalındaki hareketlenmelerde, geçen yıl ve bu sene yapılan büyük uyuşturucu oparesyonlarında malları ellerinden giden insanların, insan hakları,barış v.s gibi beylik düşünceleri kalkan yaparak hareket ettiklerini kabul edelim.

Hepsi bu mu?

Kırk senedir bu memlekette her gelen bir yol haritası çiziyor.

Piri Reis bu dönemde çizilen bu kadar çok haritayı görse idi, kıskançlıktan çatlardı valla.

Piri Reis bir harita çizdi, insanlığın büyük fayda sağlamasına sebep oldu.

Bizler onca çizdiğimiz haritaya rağmen, yol almada neden zorluk çekiyoruz peki.

Sebebi şu.

Haritalar çiziyoruz, hani ismi yol haritası ya, buna göre yola koyulacağımıza, katlayıp cebimize koyuyoruz.

Bendeniz dünkü yazımda, aman havanda su dövmeyelim, bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur havalarından vazgeçelim ve son olarak da Arapların dediği gibi Kellim, Kellim La Yanfe’-konuş konuş faydasız şeklide özetlenebilecek söylemlere yatmayalım demiştim öz olarak.

Söz konusu olan 40 yıllık çatışmalı dönem. Ülkenin vatandaşları ile devleti arasında kırk yıldan beri süregelen kanlı çatışmalarda, hala yol haritası çizmek ile meşgul isek, hala arkadaş sorun şu, ben bu sorunun şu kadarını çözebilirim, bu amaçla şu şu adımları atabilirim, şu husus bilinsin ki, karşımdakilerin iler sürdüğü şu şu konuları asla yerine getirmem mümkün değildir demiyor isek ve biz meselenin sahibiyiz, işin üstesinden nasıl gelineceğini biliyoruz, kendimize göre planlarımız var havasında isek, işimiz gerçekten çok zordur.

Her iki taraf için de söylüyorum, sorunun sahibi olmak ve bu konuda sağlam bir irade sergilemek, sürekli haritalar çizmekten mi geçiyor. Çizilen yol haritalarında, alının “YOL” ne? esas buna bakmak gerekmiyor mu?

Tarafların biri birlerine “güvenini arttıracak önlemler” neler?

Demem o ki, taraflar arasında güvensizlik almış başını gidiyor.

Güya varılan mutabakat gereği, örgüt mensupları 2013 yılının en geç Eylül ayında Türkiye topraklarını terk edecekler, buna mukabil Devlet yanı suça bulaşmamış olanların hiçbir sorgu suale maruz kalmadan evlerine dönmelerine imkan veren yasal düzenlemeyi yapacaktı?

Ne onlar gitti, ne de bunlar gerekli kanunları çıkardı.

Ha bir örnek olsun diye yazayım.

Bu hafta Sayın Başbakan gurupta yapmış olduğu konuşmada, 2011 yılında Gabar dağında teslim olan bir vatandaşımızın, komutana teslim olma anında, komutan ile aralarında geçen konuşmayı yeniden gündeme taşıdı ki, devletin şefkat elinin ne kadar merhametli olduğunu, örgütün de ne kadar acımasız bulunduğunu delilleri ile ortaya koysun.

O vatandaşımız İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 3.sınıf öğrencisi idi.

Komutan ona soruyordu, kaç yıldan beri dağlardasın.

5 yıldan beri.

Bu süre içerisinde annen babanla görüştün mü?

Hayır.

Yaşıyorlar mı?

Ben dağa giderken yaşıyorlardı.

Şimdi durumlarının ne olduğunu biliyor musun.

Hayır bilmiyorum.

Durumlarını merak ediyor musun,

Tabii ki.

Meraklanma seni kısa sürede evine gönderecek, annen baban ile buluşturacağız.

Sağolun.

Askerler o iki kişiye yiyeceklerini verdi. Komutan da parkasını.

Ki bunlar elleri başlarında bulundukları mağaradan çıkarak teslim olmuşlardı.

Oysa bunlar 8 kişi idi.

İkisi çatışmaya girerek öldürülmüş,

İkisi çatışmaya girerek kaçmayı başarmış,

İkisi mağarada öldürülmüş,

Diğer ikisi de silahsız, elleri başlarında oldukları halde teslim olmuşlardı.

Daha sonra bu kişiler yaşadıkları 5 yıllık serüven ile ilgili samimi açıklamalarda bulundular. Bazıları bunların beyanı üzerine mahkum oldu.

Sonuç.

Hiçbir eyleme katılmayan,

Hiçbir eylemleri hakkında iddianamede bilgi ve isnat bulunmayan,

Yargılama aşamasında İç İşleri Bakanlığından sorulan soruya verilen cevapta, en küçük bir eylemleri tespit edilmeyen bu kişilere müebbet ağır hapis cezası verildi.

Yargıtay da “bu kişilerin muhtemel bir çatışma halinde olduklarını ve bu sebeple en az bir güvenlik görevlisini öldürmeye teşebbüs ettiklerinin kabul edilmesi gerektiğini, verilen cezanın yerinde olduğuna” hükmetti.

Şimdi birileri yeniden ferman padişahın, dağlar bizimdir derse ne yapacağız.