HAYDİ ORUCA ORUCA

Ey İman edenler Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de fark kılındı.

Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte gönülden kim bir iyilik yaparsa o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

(O sayılı günler)insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı biri birinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuranın kendisine indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşır ise onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.

Yukarıda Bakara Suresinin 183, 184 ve 185 nci ayetlerinin meallerini verdim.

Rabbimin sözü üzerine ne söyleyelim bilmiyorum.

Yalnız O’na binlerce şükür ediyorum ki, bizleri bu mübarek günlere tekrar kavuşturdu.

Allah’ım bana 1961 yılında 8 gün, 1962 yılında 14 gün ve 1963 yılından bu yana da hamdolsun sürekli oruç tutmayı nasip etti.

Çermikte oruç tutmaya başladığımda kışın son günleri, ilkbaharın başlangıcıydı. Yanlış anlaşılmasın gidişat yaza doğru değil kışa doğru idi. Evimizin eyvanında orucumuzu açtığımız günler de oldu, yağmur sebebiyle taş odada iftar ettiğimiz günlerde.

Oruç tutmaya başladıktan 5 sene sonra Akil Baliğ oldum.

Ümidim işte o 5 senelik orucumda.

Şunu söylemek istiyorum, insan o yıllarda AKLI ile değil adeta RUHU ile oruç tutuyor.

Ah o günler o günler.

Annemin çiğden pişirmiş olduğu içli köftenin üzerine, Babamın hemen her akşam, her birimize birkaç sıkım düşecek kadar yapmış olduğu çig köfte ve teravih namazı dönüşü şerbeti yeni verilmiş tere yağlı sargı burmalı ramazan günleri.

Ve ramazanda içilmek üzere saklanan kaçak çay mekanından arzı endam eder, tatlı üzerine veya tatlı ile birlikte içilirdi.

Evimiz Emin ağa isimli birisinin sarayıymış. Daha sonra dedemler almış.

Eyvanın ortasındaki kantarayı tutan sütünün tam ortasında Osmanlıca, bu “KASIR” 1810 yılında inşa edildi. Kasrı inşa eden Emin ağa. Güzel bir KONAK oldu yazısı vardı. Biz çoğu zaman işte o sütünün dibinde iftarımızı açardık. Evimizin giriş kapısının üstü yarım ay şeklinde idi ve tek kapıda iki kapı vardı. Birisi insanların giriş çıkışı için, diğeri büyük eşyalar için.

Cumhuriyet döneminde Hükümet konağı olarak kullanılmış. Adliye’ye tahsis edilen taş odanın pencereleri adeta birer balkon gibiydi. Üç dört insan rahat otururdu.

İşte genellikle çarşı camisinde, bazen de Ulu Camide teravih namazı kıldıktan sonra, eve gelir tere yağlı sargı burmanın kokusunu ala ala, ikinci katta ikamet ettiğimiz yere çıkan merdivenleri ikişer, üçer atlar ve taş odadaki mekanıma kurulur, ramazanın, orucun, namazın keyfini çıkarırdım.

1963 yılında Diyarbakır’a geldim okumak için. O yıldan sonra tabii ki hiç orucumu kırmadım. Hatta arada iki yıl 3 ayları tutmuşluğum da var.

Ama artık Ramazanlar benim için gurbetin iyiden iyiye hissedildiği hüzün yıllarıdır.

İnsan diğer günlerde az da olsa yiyerek, içerek, arkadaşları ile oyunlar oynayarak(genellikle top), sonra derslere çalışarak vaktini bir şekilde geçiriyor ve bazı şeyleri unutmaya çalışıyor.

Ama Ya Ramazanlarda…             

Öff anam öff. 11 yaşımda başlayan gurbetin hatıralarında çok acı sayfalar vardır. O yaşlarda gurbette Ramazan yaşamak, anne baba elinden çıkan yemeklerden, tatlılardan uzak kalmak zordur da, asıl olan o muhabbet ortamından uzaklaşmak nice koymuştur anlatamam.

Şuraya gelmek istiyorum. İnsan sadece Ramazanlarda değil, hayatının ekser kısmında yemekten, içmekten, sevgiden yoksunsa, hayat ne kadar serencamlıdır anlatılmaz.

Ramazan işte bize bu insanları hatırlatır.

Yani aczimizi, fakrımızı, güçsüzlüğümüzü yüzümüze vurur. Sen işte busun, kibirlenme, böbürlenme, yollarda çalım satarak yürüme. Rahman ve Rahim olan Allah bir gün zar zor dayandığın açlığını giderecek yiyecekleri ya hiç vermez ise, ne yaparsın, ne yapabilirsin…

Ne kış ve baharla arazileri sulamak, ne yazla birlikte güneş yüzü gören envai çeşit bitkinin, yiyeceğin gün yüzüne çıkıp sofrana gelmesi elinde. Efendimizin dediği gibi, yaz yazlığını, kış kışlığını yapmaz ise kısa sürede sade biz değil, 72 bin alem bir anda yok olur gider.

İyisi mi elimizde imkan var iken tabii ki bedenimizin her zerresine oruç tutturalım ve imkanlarımızı aşan ölçüde gelin bu Ramazanda aç, sefil, yoksul insanlarımızı doyuralım.

Hani diyorum üç beş kuruşu insanlara vermek kolaydır da, bu insanları alıp ta evimizde iftar ettirmek, ardından dişlerinin kirası olarak özellikle çocuklara kıyafetler almak, anne babalarına kimse görmeden zarflar içerisinde harçlıklar koymak çok mu zordur.

Efendimiz Sellallahu Aleyhi ve Sellem her şeyin bir zekatı vardır. Bedenin Zekatı da oruçtur diyor.

Hepinizin Ramazanınızı tebrik ediyorum. Hayırlara vesile olsun. Müslümanların bağrına düşmüş olan ateşler sönsün inşallah. Biliyorum, milyarı aşan insan oruç tutacak ve bunların bir kısmı oruçlu oruçlu biri birlerine kurşun sıkacak. Kusura bakmayın kalbim daralmaya başladı, dahasını yazamıyorum.

Ve sadece,Allah’ım oruçlu oruçlu tepe taklak gitmemize fırsat verme.

Allah’ım kalplerimizi te’lif et ve bize “ORUÇ” tuttur diyebiliyorum, o kadar.