HEM NE ÇELİŞKİ HEM NE YAMAN ÇELİŞKİ

“Peki bizim çelişkilerimiz, hatalarımız yok muydu” diye sordu ve şöyle devam etti:

“Evet, elbette vardı. Bizim de hatalarımız, çelişkili tutumlarımız vardı. Mesela şehidimiz olduğu zaman gidiyoruz, şehidimizin başı örtülü annesinin elini öpüyoruz, ona anne diyoruz, sarılıyoruz, acısını yürekten paylaşıyoruz. Ama o anneler yemin törenine geldiklerinde başları örtülü diye içeri almıyoruz. İşte bu bizim çelişkimiz ve hatamız. Bunu ben de görevli olduğum dönemde arkadaşlarımla konuştum. Bir çözüm bulmalarını istedim. Törende bir protokol bölümü olur, oradakiler görevleri gereği oradadır, ama annelerin, babaların törene katılacağı yer de olur. Keza bir başta çelişki, bir başka hata, cenazeye gidiyoruz ama namaz sırasında ayrılıyoruz ve kenarda duruyoruz. Bu da hatalı bir davranıştı. Sonra bu hatadan dönüldü.” Diyorsunuz.

Ama o dönüşüm konusunda söylediklerinizde bile bir sürü hata, bir sürü çelişki var.

Şehitlerimizin kıtalardaki cenaze törenlerinde başı örtülü annelerini, kardeşlerinin bulunduğunu hiç görmedik.

Sadece camilerde cenaze törenleri yapılır iken, o da sizin müdahale alanınızın dışında olması sebebiyle aileler evlatlarını son görevlerine uğurlamaya gelirler/di/.

Orta rütbeli askerler için söylemiyorum, general, amiral konumunda bulunan subayların başları örtülü şehit annelerinin ellerini öptüklerine şimdiye kadar kimse şahit olmamıştır.

Askeri liselere, Harp Okullarına öğrenci alımlarında öylesine sık eleyip ince dokudunuz ki, dinle, diyanet ile ilgisi olan tek bir öğrencinin bu okullara girmesine imkan vermediniz.

Bu okullara giren öğrencilerin özellikle dinden diyanetten tecrit edilmiş ailelerin çocukları olmasına dikkat ettiniz.

Hasbelkader annelerinin başları açık olmasına rağmen, dindarlığını yaşayan ailelerin çocuklarından bir iki tane kazandığı imtihan ile okula sızmış! ise, onlar da sağı bakıp hizaya geldiler, ya tamamen o duygulardan kendilerini uzaklaştırdılar veya yapılanları hiç

hazzetmemelerine rağmen, duygularını içlerine attılar, görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler deyip sustular.

Sayın Komutan gayret göstermiş de, bu soruna bir çözüm bulmalarını istemiş, protokol gereği kimlerin nerelerde oturacağı belli, hiç olmaz ise, başka bir alanı mezun olan kişilerin ailelerin oturacağı bir bölüm olarak tanzim edelim, oralarda evlatlarının mutluluğuna şahit olsunlar demiş.

Zahir onlar cüzzamlı, protokole mensup insanlarla birlikte otururlar ise, hastalık bulaşır değil mi?

Komutan bir de diyesiymiş ki, şehitlerimizin cenaze törenlerine gidiyoruz.(Lafa bakın, cenaze ve tören bir araya nasıl geliyor acaba. Bunu kıtada da yapsanız ismi tören olmaz, camide zaten hiç olmaz. Zira Camide cenaze için tören düzenlenmez. Camide cenazeyi ebede uğurlar iken, namaz kılınır, o şekilde Rabbi Rahimin melekutuna varlığı teslim edilir) herkes namaz kılar iken, biz bir köşeye çekilip duruyoruz. Bu da toplumda bizim iman ve inançlarımız bakımından bir takım yanlış algıların oluşmasına sebep oluyor.

Yok yok toplum sizi yakın zamana kadar çok iyi anlıyordu. Siz sadece kendinize, ailenize,emriniz altında bulunan her kademeden askere değil, tüm topluma pozitivist bir anlayışı dayatmayı kendinize vazife biliyordunuz.

Aslında Sovyetler Birliği döneminin demir perde ülkelerinde ki din anlayışı bütünü ile ordumuz tarafından benimsenmişti.

Onların dışında hiçbir dünya ülkesinde ülke ordularının dinleri hakkında bu kadar lakayt olduğu görülmemiştir. İnsanları bu alanda serbest bırakmak asıldır. Kim nasıl inanıyor ise inansın, kim nasıl düşünüyor ise düşünsün. Senin ne üstüne vazife ki, o alanı keyfince tanzim etmeye kalkışıyorsun.

Hoş biz de askerlik yaptık. Görev yaptığımız her kademede ordu mensuplarının nasıl da din ve diyanetten uzaklaştırılması gerektiğinin uygulamalarına, bütün pratiğine şahit olduk.

Akşam nöbetine kalan bölük komutanı düzeyindeki Yüzbaşılar, gece sabaha kadar kafayı çekerdi. İçlerinde en mutedil olanı ki, benim bölük komutanımdı, Kurdoğlu kışlasında demlenir iken, kimi dini meseleleri sorar ve cevaplamamı isterdi. Yani ayık kafa ile bu meselelerin yüzüne bakmazdı.

Sayın Komutan savaş esnasında düşmana Allah Allah diyerek saldıran bir orduya kim nasıl, iman ve inanç konusunda eleştiri getirebilir diyor.

İşin aslının tabiî ki komutanın dediği gibi olması lazım.

Zira askerlik ve onun yeri geldiğinde zorunlu görevi olan savaş, öyle kolay işlerden değildir. Elbette burada görev yapanların maddi yönlerinin iyi olması yanında, maneviyatlarının en üst seviyede düzenlenmesi lazım ki, zor işlerin altından kalkabilsinler.

Zor iş dediğimiz de, insanın canı.

İnsan canının her saniye yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalındığı savaş ortamında, insan neler düşünmez neler. Annenizi, babanızı, kardeşlerinizi, eşinizi, çocuklarınızı, arkadaşlarınızı düşünürsünüz. Hayatınız bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçip gider.

Orada size lazım olan, sizin o anınıza şahitlik edecek, sizi inkisardan, hayal kırıklığından uzaklaştıracak tek bir şey var. Maneviyatınız, Allah’ın size daha iyisini vaat ettiğine dair iman ve inancınız.

Bu da öyle lafla olur mu? Biz savaşlara Allah Allah diyerek gidiyoruz, gemilerimizin armadalarının en üst bölümünde Kur’anı Kerim sarılı diyorsunuz. Tamam amenna, bunu kabul etmeyecek, bunu küçümseyecek hangi akıl sahibi çıkabilir ki? Geminin armadasının en üst kısmına Kur’anı Kerimi saracaksınız, ama Kur’anın emir ve hükümlerinin en kolay olanı iki dakikada biten şehitlerin cenaze namazına katılmayacaksınız. Bu olacak iş mi? Orduya komutan olarak katılmayı hakkeden yavruların başları örtülü anneleri, evlatlarının bu en mesut anlarına şahitlik etmekten alıkonulacak. Yaptığınız buydu.

Ben aslında bu konuları tam 4 sene önce yazdım. Ve dedim ki, Milli Eğitim Bakanlığı orduya ait eğitim kurumlarında nasıl bir müfredat uygulanıyor, din ve diyanet ile ilgili ders var mı? Var ise bu dersleri kim veriyor, yok isen neden yok. Acaba Askeri okulların bir tekinde bile Kur’an okumasını bilen öğrenci var mı? bunlara bakılmaz, bu yönde gerekli tedbirler alınmaz ise, ordu ile milleti arasındaki mesafe giderek açılır ve bu ülkede ittihadı temin etmek mümkün olmaz. Hani tevhidi tedrisat kanunu var, neden MEB lığı bu alana bigane kalmış durumda dedim.

Sizin selefleriniz harp meydanına çıkarken,

Vur pençe-i Alî'deki şemşî(kılıç)r aşkına Gülbankı âs(u)mânı tutan pîr aşkına Ey leşker-i(asker) müfettîhû'l ebvâb (kapıları açan, fetheden)vur vur bugün Feth-i mübîni(kutlu fethi) zâmin(kefil olan) o tebşîr(müjdeleyen) aşkına Düşsün çelengi Rûm'un, eğilsün ser-i(başı) Frenk Vur Türk'ü gönderen yed-i takdîr aşkına Son savletinle(hamlenle) vur ki, vur ki açılsın bu sûrlar Fecri hücûm içindeki Tekbîr aşkına Yâ Settâr, yâ Cebbâr, yâ Gaffâr Yâ Allâh