İNSAN DOĞACAĞIMA, KESİLEN MEYVESİ YENEN AĞAÇ OLAYDIM

Diyarbakır’da bir hocaefendiden dinlemiştim. Allahu a’lem Molla Sadreddin Hocaefendi olabilir.

Hz.Ömer Efendimiz Şam tarafındaki İslam Valilerinin zevku safa içerisinde bulunduklarını, Ümmetin işlerini aksattıklarını duymuş ve o bölgeye Ebu Derda hazretlerini vali olarak tayin etmişti.

Halife Hz.Ömer Ebu Derda hazretlerine giderken ne istediğini sormuş, o da cevap olarak, bir şey istemem, sadece Vali olarak atandığıma dair bir berat düzenlemenizi, günlük maişetimi ve eşeğimin yemini temin etmenizi isterim demişti.

Bunlar temin edildikten sonra Ebu Derda yola çıkmış ve Şam tarafına doğru yoluna devam etmişti. Bir duraklama menziline/diyelim ki Kervansaraya/ geldiğinde, Şam yolunu sormuş, bilgi almak istemişti.

Kervansarayda bulunanlar orada işinin ne olduğunu sorduklarında; ben bölgeye HALİFE tarafından Vali olarak atandım deyince, etraftakiler Ebu Derdanın kılık kıyafetine bakınca, iddiaya pek inanmamışlar,bunun belgesinin ne olduğunu sormuşlar, o da elindeki beratı göstermişti.

Ebu Derda Şam’da İslamın yüceliş zamanında insanların zevku safaya dalışlarının getirdiği serencamı ortadan kaldırmak için çok gayret gösterdi. Yalan yanlışı ortadan kaldırdı, İslam ülkeleri içerisinde habis bir ur gibi hücreden hücreye sirayet eden rüşveti, yolsuzluğu yok etti, Devlette dirlik ve düzeni kurdu, malu menale düşkünlüğün idareciler için en büyük bela olduğunu ve bundan sakınmaları gerektiğini açık yüreklilikle anlattı.

Şam Vilayetinin ve çevresinin iyice zenginleşmesine vesile oldu. Halk Adalet ölçüleri içerisinde refah ve huzura kavuştu.

Durumdan Halife Hz.Ömer haberdar olunca, yoksa o da mı, o damı malu menale ulaştı, o da mı zevku safaya daldı diye endişe etti ve Ebu Derdayı Medineye geri çağırdı.

Rivayet o ki, Ebu Derda Medineye ulaştığında Halife ortaya çıkmadı ve bulunduğu yerin perdelerini sıkı sıkıya kapattı.

Bu halinin sebebini O’na sorduklarında; Vallahi ben Allah Resulünün en yakın arkadaşlarından birisi olan Ebu Derda’nın Valilik emarelerini üzerinde taşıyan süslü elbiseler ile karşıma çıkmasından korkuyorum dedi.

Ufukta Ebu Derdanın Medineden ayrılırken kendisine tahsis edilen eşeği ile döndüğü ve üzerindeki elbisenin yine giderken giydiği elbise olduğunu, ancak elbise üzerinde yamaların çoğaldığını Halifeye haber verdiler.

Halife Ömer ortaya çıktı. Ebu Derdayı karşıladı. O, Halifeye yanaşınca, Halife Ebu Derdanın Eşeğinin yularını tuttu,inişine yardımcı oldu.

Halif Ömer bu esnada Ebu Derdaya “Ey Allah Resulünün arkadaşı, beni de dünya Ahiret kardeşliğine kabul eder misin” diye sordu.

Ebu Derda “Anam babam sana feda olsun, sen Allah Resulünün halifesisin, asıl ben senden aynı taleplerde bulunmak istiyorum” dedi.

Bir müddet sonra Hz.Ömer Ebu Derda’yı tekrar görevine göndermek istedi ise de, O, ben bu yükü daha fazla kaldıramam, beni bu görevden affet” dedi ve Medinede kalarak “Emri Bilma’ruf, Nehyi Anil Münker- Maruf olanı, iyi olanı emir, kötü olandan sakındırma- görevini layıki vechiyle yerine getirdi.

Rasûlullah (s.a.s)'in, Kur'ân, fıkıh ve hadis ilimlerinde önde gelen ashâbından biri idi. Asıl adı Uveymir'dir. Hazrec kabilesine mensuptur. Hicrî ikinci yılda Müslüman oldu. Vâkıdî'nin naklettiğine göre, Ebû'd-Derdâ ailesi içinde en son Müslüman olandır. Onun örtüyle örttüğü bir putu vardı. Kendisini İslâm'a dâvet eden dostu İbn Revâha bir gün putunu o evde yokken parçaladı ve gitti. Ebû'd-Derdâ eve gelince bu olaya önce çok kızmış, sonra şöyle demiştir: 'Eğer putta bir hüner olsaydı, kendini koruyabilecekti. ' Ve sonra Peygamber efendimize giderek Müslüman oldu (Hâkim, el-Müstedrek, III, 336).

Ebû'd-Derdâ önceleri ticaretle uğraşırken Müslüman olduktan sonra kendini tamamen zühd ve ibâdete verdi. Şam fakihi diye meşhurdur. Kendisi bunu anlatırken 'Peygamber efendimiz risâletle geldikten sonra hem ticaret, hem ibadet yapmak istedim. Fakat ikisinin bir arada olamayacağını anlayınca, ticareti bırakıp ibadete yöneldim.' demiştir. Hakikaten de öyle. İnsan zihnini sürekli olarak para kazanma hırsı ile meşgul edince, hiçbir ibadet doğru düzgün yapılmıyor, kalp rahat etmiyor, insan huzur bulmuyor.

Ebû'd-Derdâ'nın kardeşliği Selmân-ı Fârisî'dir. Ebû'd-Derdâ, Rasûlullah'ın vefâtından sonra Hz. Ömer'in yukarıda anlattığım olayından sonra, ona ısrarla Şam Valiliği görevini vermek istemesine rağmen o 'Bana müsaade et, gidip halka Rasûlullah'ın sünnetini öğreteyim, onlara namaz kıldırayım' demiş, Hz. Ömer de ona müsaade etmişti. Hz. Ömer daha sonraları Şam'ı ziyaretinde Şam valisi Yezid b. Ebî Süfyân, Amr b. el-As, Ebû Musa el-Eş'ari'yi teftiş ettiğinde bu zatların kapılarının kilitli olduğunu, odalarının ipekle kaplı bulunduğunu, huzurlarına girenlerin kim olduklarını sorduklarını, müreffeh yaşadıklarını görmüş; Medineye dönüp Ebû'd-Derdâ'ya gittiğinde ise onun kapısında kilit bulunmadığı, odasında ışık olmadığı, elbisesi hafif, soğuktan muzdarip, gelenin selâmını alan, kim

olduğunu sormadan içeri kabul eden, altında bir keçe parçası bulunan bir durumda görmüştü. Hz. Ömer, Ebû'd-Derdâ'ya, 'Ben seni Medine'de hoş tutmadım mı?' deyince o, Rasûlullah'tan duyduğu şu hadisi hatırlatmıştır: 'Sizin dünyadan metâmız bir yolcunun azığı kadar olsun ' (Kenzü'l-Ummâl, I. 78). Kendisine misafirliğe gelen arkadaşları, yatak yerine yerde yatıp da şikâyet ettiklerinde şöyle demiştir: 'Bizim bir başka evimiz var ki, hepimiz orada toplanacağız' (Sıfatü's-Safve, I, 263).

Ebû'd-Derdâ fıkıh ve hadis ilimlerinde ileri gelenlerden idi. Rasûlullah'tan bütün öğrendiklerini, bütün duyduklarını, anladıklarını Müslümanlara öğretmeye çalışmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemiş ve mescidde her gün Kur'ân dersi vermiştir. Şam'da yüzlerce hâfız yetiştirmiştir.

Ebû'd-Derdâ hastalandığı bir sırada arkadaşları yanına gelerek 'Ey Ebû'd-Derdâ, nerenden şikayetçisin?' demişler; Ebû'd-Derdâ, 'Günahlarımdan' diye cevap vermiş; 'Canın birşey istemiyor mu?' sorusuna, 'Canım Cennet istiyor' demiş; 'Sana bakmak için bir hekim çağırmayalım mı?' diyen arkadaşlarına şöyle demiştir: 'Esasında beni yatağa düşüren hekimdir'

Hizâm b. Hakım, Ebû'd-Derdâ'nın şöyle dediğini nakleder:

'Eğer öldükten sonra neler göreceğinizi bilseydiniz, iştahla ne bir yemek yiyebilir, ne bir şey içebilir ve ne de gölgelenmek için bir eve girebilirdiniz. Hep avlularda oturup göğsünüze vurur ve hâliniz için ağlardınız. Vallahi isterdim ki ben kesilen ve meyvesi yenen bir ağaç olaydım' (El-Hilye, I, 216).