SİYASETEN KATL YABANCIYA SÖKER Mİ?

22 Ekim 1993 tarihinde Lice Asayiş Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın Jandarma Komutanlığı önünde, Kanas silahı ile uzaktan atılan tekbir mermi ile başından vurularak öldürülmüş, olay PKK ya mal edilmişti.

O yıllarda Güneydoğunun her tarafı terörize edilmiş durumda idi. Köyler boşaltılıyor, içerisinde onlarca insanın olduğu dolmuşlar taranıyor, dolmuştakilerin korucu oldukları ve maaşlarını almaktan dönerken, verilen karar gereği Devletin Organize Birlikleri tarafından vurulmaları, örgüte mal ediliyor ve yeni operasyonlara zemin hazırlanıyordu.

Mardin Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden’in 12 Ağustos 1995'te PKK ile girdiği bir çatışmada alnından vurularak hayatını kaybettiği açıklandı. Cenazesi otopsi yapılmadan toprağa verildi

Eşi Tomris Özden "Rıdvan Özden'in ölümünü kuşkulu bulduğunu" ifade etti. Ölüm raporuna göre Özden'in sol kaşının 6 santim üstünde bir kurşun deliği bulunmaktaydı. Eşi ise cenaze töreninden önce eşini cansız bedenine baktığında alnında hiçbir kurşun yarasına olmadığını ve başının arka tarafı kan içinde olduğu için ensesinden vurulmuş olabileceğini söylüyordu. Tomris Özden, eşinin Mardin'de görev yaptığı sırada Veli Küçük ve ekibi tarafından JİTEM'e girmesi yönünde baskı yapıldığını öne sürmüştü. Bir PKK itirafçısının Özden'in çatışmada ölmediğini söylemesi ve askerlerinden birinin “Komutanımızı yanındaki asker öldürdü” iddiası] üzerine Rıdvan Özden suikastı dosyası 2009 yılında sivil savcılık tarafından yeniden açıldı.]Genelkurmay ise JİTEM iddialarını reddetmekte Aydın'ın PKK tarafından öldürüldüğünü savunmaktadır. Eşref Bitlis, 17 Şubat 1993'te Beechcraft B200 King Air tipi uçağın henüz aydınlanamayan nedenlerle düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Yine bu dönemde onlarca aydın, yazar, şair kör kurşunlara hedef oldular.

Bahtiyar Aydın’ın Kanas tabir edilen silahla ve tek kurşunla alnından vurulmasından sonra Lice tüm dünyaya kapatıldı ve ilçenin altı üstüne getirildi. Onlarca insan katledildi. Mallar yağmalandı. O Günlerde CHP nin başında bulunan Deniz BAYKAL, Diyarbakır’a geldi, Lice’ye gitmek istedi, ancak ilçe girişine 50 kilometre kala Deniz Baykal’ı şehre sokmadılar.

Deniz Baykal neden Lice’ye gelmek istemişti.

Bölgenin Asayişten sorumlu en önemli komutanı olan bir General başından vurulmuş, Devlet gerekli tedbirini almış ve eylem faillerini bulmaya çalışıyor ve bu sebeple ilçenin giriş ve çıkışlarını kapatmıştı, Gelen kişi Deniz Baykal’da olsa ilçeye girmesine izin vermemek anormal bir şey değildi., üstelik Deniz Beyin hayatını korumak ve yeni bir ajisatyona sebebiyet vermemek pek ala Devletin görevi idi.

Düz bir mantık ile olaya bakıldığında anormal karşılanması gereken bir durum yoktu.

Ama kazın ayağı öyle değildi. Deniz bey bir takım duyumlar almış, işin içerisinden pis kokular geldiğini, Bahtiyar Aydın’ın örgüt tarafından değil, özel suikastçılar tarafından katledildiğini, bu durum bahane edilerek Lice halkı üzerinden BÖLGEYE GÖZDAĞI VERMEK İÇİN OPEROSYAN DÜZENLENDİĞİNİ zannımca o da öğrenmişti. Zaten şehirde yaşayanlardan birisi olarak biz gelişmelerden haberdardık.

Askeri vesayetin hakim olduğu bir dönemde bu yapılanların ANORMAL bir şey olduğunu aradan 10-15 sene geçtikten sonra insanlar ifade etmeye başlayabildiler. Zira Askeri vesayetin olanca azgınlığı ile iş başında olduğu 12.Eylül.2010 referandumuna kadar, bu tür şeyleri telaffuz etmek, ya senin aklın başında değilmi bu tür absürdlükler yapıyorsun söylemi ile sizi karşı karşıya bırakırdı.

Askeri vesayet kalktı, ama Devlet aklının Osmanlıdan tevarüs ettiği, DEVLET EBED MÜDDET fikriyatının/hatta iman ve inancının/ devam etmesi için, SİYASETEN KATL anlayışı maalesef varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Bu inanışla değil mi ki, mütedeyyin insanların işbaşında bulunduğu günümüz Türkiyesinde, Suriye olayının asla tarafı olmamamız gerekirken, eğer bir dil sürçmesi değilse, yerel siyasi gelişmelerle ilgili değerlendirmede bile, önemine vurgu yapılarak, bu ülke ile SAVAŞ HALİNDE OLDUĞUMUZ ifade edildi.

Bu ifade pek tabii yakın zamanda düşürülen Suriye Savaş Uçağının kusurunun ne olduğunu gündemimize taşıdı, hadise eni konu sorgulanmaya alındı. Bu olaya Dışişleri Bakanlığındaki konuşma tuz biber ekti.

Ortaya dökülen ses kayıtları, eylem failleri bakımından casusluk olarak nitelendirildi ve günümüz modasına uygun olarak kaset eylemcilerinin yeni bir ihaneti olarak ifade edildi.

Amma CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, ortaya dökülen bu ses kaydı öncesindeki gelişmeleri değerlendirir iken, Türkiye’nin Suriye’ye savaş ilan etmek istediğini ve bunun bir duyum değil, işin içerisinde olanlardan alınan bir bilgi olduğunu ifade etmişti.

Ardından Dışişleri Bakanlığının kozmik odasında Süleymanşah Türbesine yapılacak operasyon sonrasında Türkiye’nin Suriye’ye girmesinin şartlarının oluşacağı yönündeki konuşmalar ortaya döküldüğünde Kılıçdaroğlu, bunu yapanların o dört kişiden birisi olduğunu kendinden oldukça emin bir tarzda beyan etti.

Türkiye’nin kendi ülkesinde geçmiş uygulamalarının nasıl travmalara sebebiyet verdiği artık sır değil. Bu ülke “SİYASETEN KATLİ” hala çok rahat uyguluyor, başkalarının kanı üzerine hayat süreceğinin hayali ile yaşıyor.

Amma SÜYELMAN ŞAH TÜRBESİNİ BEKLEYEN iki askerimi öldürürüm, böylece mülküme yeni yerler katarak hükmümü sürdürürüm düşüncesi, herkesin haberi olsun, BAŞKA MÜLKLER EDİNMEK İSTEYENLERİN İŞTAHINI KABARTIYOR BİR.

ŞU ANDA BİR SAVAŞIN BU ÜLKE İÇİN NE ANLAMA GELDİĞİNİ ÇOK İYİ BİLEN KİMİ İNSANLARIN, ÜLKENİN BÖLÜNMESİNE SEBEP OLACAK BÖYLE BİR GİRİŞİME ENGEL OLMAK İÇİN,SIZRDIRILAN BİLGİ İLE KAMUOYUNDA TAHKİMAT YAPILMASINI İSTEDİKLERİ SÖYLENİYOR İKİ.

Bence Suriye ile savaş isteğinin arkasında ne halk var ve ne de Asker.