SONUÇ ALINMASA DA

Türkiye’nin AB liğine girme konusundaki en ciddi gayret hiç şüphesiz Ak Parti iktidarı zamanında gerçekleşti.

1959 yılında merhum Başbakan Adnan Menderes Hükümeti tarafından birliğe girme başvurusu yapılmıştı.

Ardından 27 Mayıs 1960 darbesi geldi.

Darbe ve AB liği isimlerinin hiçbir şekilde bir araya gelmesi mümkün değil. Olmayacak ta.

Avrupa Birliği ülkeleri başlangıçta AET(Avrupa Ekonomik Topluluğu) olarak teşkilatlandılar. Ekonomik birliğin başarıya ulaşmasının siyasi birliktelikten geçtiğini kısa sürede anladılar.

Ciddi ekonomik ortakların biri birleri ile hiç kavga ettiklerini gören oldu mu? İşi gücü üç kağıda evirip çeviren, küçük olsun benim olsun diyenleri zaten hiç kaale almıyorum.

Onun dışındaki ekonomik birlikteliklerin insanlara hem ulusal, hem uluslar arası bazda neler kazandırdığı biliniyor, görülüyor.

İşte Ford ile Koç Holdingin ortaklığı. Nerede ise 80 yılı bulmuş. Yeni Hafif Ticari Araç olan Ford’un fabrikasının açılış töreninde, Bill Ford yapmış olduğu konuşmada, Türkiye’de bu tür yatırımı yapmaktan çok mutlu olduklarını, şimdiye kadar yaptıkları yatırımlar sebebiyle hiçbir sorun yaşamadıklarını söyledi. Koç ailesi gibi geleneklerine bağlı insanların en büyük güvenceleri olduğunu sözlerine ekleyen Bill Ford, sonuçta hem biz, hem de onlar iyi kazandı dedi.

Ford ile Koçlar aynı ülkede yaşayan insanlar olsa idi, hiç kuşku yok ki, biri birlerinin evlerine çat kapı girerler, iyi komşuluk ilişkilerini aralıksız sürdürürler, bunun ötesinde daha ne tür büyük yatırımlara imza atacaklarını kararlaştırırlardı. Bu iki ailenin mensubu oldukları devletlerin biri birlerine karşı koydukları rezervlerin dışında durum belki de yine öyledir.

Ancak herkes gayet iyi biliyor ki, Devletlerarası rezervler kalksa, hem ekonomik, hem siyasi, hem kültürel, hem sosyal münasebetler eksisine oranla daha da gelişir.

Zaten bu hayatta insanların amacı, çalışmak, çabalamak, insanlık için, mensubu oldukları aileler için bir şeyler üretmek, faydalı olmak, güzel yaşamak, hiç kimseye muhtaç olmamak, evlatların, nesillerin iyi yetişmesini sağlamak, dünya nimetlerinden mümkün olduğu ölçüde güzel bir şekilde faydalanmak, kavgasız, gürültüsüz, biri birine kin ve hınç duymadan bir ömür sürmek… hepsi bu değil mi? Tümümüzün hedefinde bunlar yok mu?

Peygamberimiz Efendimiz(sas) “Kadel Faqru En Yekuvne Küfren” az kaldı fakirlik küfür olacak diyor. İngilizler de meşhur bir sözlerinde “ Hungry Man İs An Angry Man-Aç adam kızgın adamdır” diyorlar.

Fakirliğin, açlığın ne menem bir şey olduğunu bilmeyen yoktur. Toplumlar bunun izalesi için dur durak bilmeden gayret gösterirler. Kimisi iyi niyetli olur ve başarıya ulaşır, kimileri de kötü niyetinin kurbanı olur, berbat bir hayat yaşar.

Biz ülke olarak kimi dünya ülkeleri ile kıyaslandığında orta zenginlikte emvali olan bir ülke sayılırız. Yazımız var, kışımız var, çok verimli topraklarımız var, tabii ve doğal kaynaklarımız var, yağışların normal geçtiği yıllarda kendi kendi yetecek yiyeceğimiz var.

Peki ülke olarak mutluluk katsayımız kaç, eğitimi düzeyimiz ne, insan haklarında hangi kümedeyiz, hukukun üstünlüğüne inanan insan dokumuz ne durumda, dünya nimetlerinden daha üstün oranda yararlanma durumumuz ne, tabii olarak yerin bitirdiklerinin dışında ne üretiyoruz, hala kadınlarımızın yüzde 30 dan fazlası okuyup yazmıyor ise, hala günlük 25 lira ila 40 lira arasında kömür madenine inip saatlerce kazma sallayan bir ülkede yaşayan insanlarımız var ise, daha dün 301 madencimizi kömür karasının dumanına kurban vermemize rağmen, buralarda çalışan insanlar, madene girip çalışmaya mecburum diyor, eşleri ve hepsi 10 yaşın altında çocukları, babalarının yerin diplerine girip çalışmasına engel olamıyorsa, biz bu kara madeni çıkarmak zorunda isek, bir kamyon domatese bir küçücük telefonu alıyorsak, buna mecbur isek, dahası öteleniyor, iteleniyor, bizleri idare etsinler diye seçtiklerimize put gibi bakıyor, öylece kalıyorsak, bu iyi biri şey değil ve bu kötü durumdan bir kurtuluş yolu bulmamız gerekiyor.

O kurtuluş yolunu maalesef hiçbir İslam ülkesi bize vaat etmiyor, bizim için bir kurtuluş reçetesi sunmuyor.

İşte gördünüz, gizli araştırmalar, gizli takipler elbette makbulümüz değil, ancak yolsuzluk araştırma ve soruşturmaları gerçekten enti püften şeyler mi idi? Olayların başında bir gizli araştırma ve soruşturma yapıldı vaveylası koparıldı, bunu yapan Hakim ve Savcılar suçlu ilan edildi, hukukun dışına çıktıkları varsayıldı, yerlerine yenileri getirildi. Şimdi de onlar dosyalar hakkında bir bir takipsizlik kararları veriyor. Ve biz vatandaşlar olarak neyin nesi olduğunu bir türlü anlayamıyoruz.

Haksızlık mı yaptık, yoksa haksızlığa mı uğradık bilmiyoruz.

Şuraya gelmek istiyorum.

Bizim ne yapıp edip, AB liğine girmemiz lazım. Sonuç alamaz isek de bu konuda çok yoğun çaba göstermemiz şart.

Benim bu birlikteliğe katılma arzumun ana dayanağı, zehir zıkkım olsun, bir lokmamı üç lokmaya çıkarayım isteği değil.

Bu birliktelik daha işin başında o “lokma” işini çözdüğü ve aslolanın lokmadan ziyade herkesin eşit bir şekilde yaşama, yani Adaleti temin olduğu için çok başarı sağladı.

Evet biz biliyoruz, Rabbimiz “İnnallahe bil adli ve ihsan ve iytaizil qurba ve yenha anil fehşai vel münker vel beğy, yeizukum leallekum tezekkeruvn- Şüphesiz Allah adaleti ve ihsanda bulunmayı, yakın uzak akrabaya bir şeyler vermeyi, fuhşiyatın her türlüsünden sakınmayı, inkarı, ilhadı, cimriliği yasaklar, düşünüp tutalım diye bize öğüt verir” diyor. Ama görünüyor işte, biz bunları başaramıyoruz, bizi birileri dürtüklemese kılımızı kıpırdatmıyoruz.

Söyler misiniz, şu son 12 yılda sadece ve sadece Adalet Bakanlığının TBMM sine sunmuş olduğu yargı paketlerinin hemen tamamı, Avrupa Birliğinin isteği ve zorlaması ile olmadı mı? İşkenceyi durduk yere mi suç saydık, Türkçeden başka lisanların seçmeli ders olarak okutulmasını gönül rahatlığı ile mi verdik v.s.

Sırf Adalet için de olsa, Türk siyasetçileri ve İnsan Hakları savunucuları, AB liğine girme mücadelesini, gündemlerinin ilk sırasına koymazlar ise, başarılı olamazlar.