UMUMUN HAK İHLALİNİ ANAYASA MAHKEMESİ NASIL DEĞERLENDİRİYOR ACABA

İşin özünü yeteri kadar bilmeyenler için anlatayım. Ak Parti tarafından Ceza Kanunu ve Ceza Usul Kanunu değiştirilinceye kadar, tutukluluk sürelerine ilişkin olarak yasalarda bir hüküm bulunmuyordu.

22.Dönem Parlamentosunda yapılan değişiklikler, biraz da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin benzer konularda vermiş olduğu kararlara uyum sağlamak için yapıldı. Yani Türk Hukuk sisteminin, Avrupa Birliği muktesabatına uyumunu sağlamak için bu kanunlarda önemli düzenlemeler getirildi.

Siyasal davalar, örgüt davaları, çok sanıklı buna benzer davalar Mahkemelere intikal edince, bu defa uzun süreli tutukluluklar gündeme geldi ve insanlar sonu belli olmayan sürelerle tutuklu kalmalarından şikayet etmeye başladılar.

Özellikle çok sanıklı örgüt davalarının uzun zaman almaya başlaması, bu tür şikayetleri beraberinde getirdi. Tüm olumsuzluklara rağmen Mahkemeler canla başla çalıştılar ve kararlarını verdiler. Özellikle Silivri de kurulan, Balyoz ve Ergenekon gibi oldukça alengirli davalara bakan Hakimler, öyle veya böyle, davalar hakkında bir kanaat sahibi oldular ve kararlarını verdiler.

Ergenekon gibi oldukça kapsamlı davalara bakan Mahkemeler, büyük çoğunluğu üst düzey askerlerden olan sanıkların davalarına bakarken, hiç kuşkusuz çok sıkıntı çektiler.

Sanıkların nitelik olarak farklılığı ve bu ülkede ilk defa, askeri mahkemeler haricindeki mahkemelerde, bir takım çok yüksek düzeyli askerlerin yargılamasının yapılması, öyle kolay, ahvali adiyeden şeyler değildi.

Bu Hakimler yargılama yaptıkları sırada, canlarını dişlerine taktılar. Birçoğu gizli, bir kısmı açıktan yapılan tehditler altında duruşmaları sürdürdüler. Sanık vekillerinin müvekkillerinin her birisi için, üç günü, dört günü bulan esas hakkındaki savunmalarını hiçbirimiz unutmadık.

Talebelik yılları ile beraber 40 yılı aşan bir süreden beri hukukun içerisindeyiz.

Hangi dava olursa olsun, 2 gün, üç gün, dört gün bir veya birden çok kişi hakkında esas hakkında savunmayı gerektiren bir durumunun olmadığı bilinen bir gerçektir. Peki bu yönü tercih eden meslektaşlarımız, bu kadar süreyi ne ile doldurdular? İşin içerisinde değildik, ancak uzun süreli tutukluluk durumundan şikâyet eden sanık vekilleri, uzun savunmalarının mantığını, aynı düşünceleri değişik kelimelerle ve bunları da en az 10 kez tekrar ederek yapma becerisini gösterdiler.

Balyoz davası Silivri’deki Mahkeme tarafından zannediyorum 2 yıl gibi bir sürede tamamlandı, dosya Yargıtay 9.Ceza Dairesine intikal etti. Bu Daire de kararların bir kısmını onadı, bir kısmını bozdu.

Ergenekon davası da diğer dosya ile biraz mukayese edilmeyecek biçimde uzadı.

Bu uzamaya, Malatya Zirve Kitapevinin sahiplerinin boğazları kesilerek hunharca katledilmeleri ile ilgili dosyanın ve Danıştay Saldırısını gerçekleştiren Alparslan Arslan isimli sanığın dosyasının bu dosya ile birleştirilmesi gibi sebeplerin yanında, Hurşit Tolon isimli generalin Malatya saldırısı ile ilgisinin bulunduğunun tespiti üzerine, hakkında açılan yeni davanın yine Ergenekon dosyası ile birleştirilmesi gibi ekstra gelişmeler sebep oldu.

Sebep ne olursa olsun, gerekçeli kararın aradan 6 ay geçtikten sonra hala yazılıp, dosyanın Yargıtay’a gönderilmemesini ciddi bir hata olarak görüyorum. Zira hiçbir engel, kararın bu kadar uzun sürede yazılmamasının sebebi olamaz.

Ben İlker Başbuğ ile ilgili olarak ciddi manada bir terör örgütü kurduğuna ve bunu yönettiğine inanmadım. Hakkındaki delilleri, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası alacağı yoğunlukta görmedim. Onun hakkındaki deliler eğer müebbet ağır hapis cezası almasını gerektiriyor ise, ondan daha ağır eylemlere imza atan Yaşar Büyükanıt ile ilgili neden dava açılmadığını bir türlü anlayamadığımı müteaddit defalar yazdım. Sizler bu işin şahidisiniz. Halep orada ise, arşın burada. Diyarbakır Söz’ün benimle ilgili arşivine girdiğinizde bu düşüncelerimi defaatle belirttiğimi göreceksiniz.

Her ne ise Ergenekon davasına bakan İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi esas hakkında kararını verdikten sonra dosyadan elini çekmiştir ve bu davada yargılanıp Mahkum olanlar, Yargıtay’ın Genel uygulamaları

çerçevesinde artık HÜKMEN tutukludurlar. Yani Ceza Yargılaması Kanununda yapılan değişiklikle, tutukluluğun en fazla 5 yıl olacağı hakkındaki kural, bu kişiler hakkında uygulanmaz Yargıtay’ın görüşüne göre.

Amma Anayasa Mahkemesi 5 yıllık tutukluluk süresi dolmayan kişiler hakkında bile, gerekçesi 6 aydan beri yazılmayan esas hakkındaki kararın bir hak ihlali olduğuna hükmetti ve bunun üzerine 20.Ağır Ceza Mahkemesi başta İlker Başbuğ olmak üzere birçok kişinin tahliyesine karar verdi.

Mahkemeler kamu adına karar verirler. Özellikle ceza davalarında yapılan yargılama Türk Milleti adına yapılır, insanlar ortaya çıkan eylemlerden şikâyetçi olmasalar bile, yargılamalar sürer ve sonunda yine Türk Milleti adına karar verilir. Bunun anlamı şudur: Yargıladığımız kişiler bu milletin umumumun hukukuna aykırı davranmışlardır, bu nedenle Mahkumiyetlerine yine bu milletin umumu adına karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin, 6 aylık zaman içerisinde gerekçeli kararın yazılmamasını, ilgili sanığın haklarının ihlali olarak gördüğü artık belli.

Peki 1960 ihtilali, 1971 muhtırası, 1980 ihtilali, 28 Şubat 1997 süreci gibi ihtilal yıllarında, on binlerce insanın ölümüne sebep olan ve yine yüz binlerce kişinin Mahkeme kapılarında sürünmesini beraberinde getiren olaylar, bu son davalarda yargılanan kişilerin komutanları tarafından işlenmemiş mi idi?

Bu son davalarda yargılanan kişilerin dosyalara yansıyan eylemi hayat bulsa idi, kimlerin hayatı kararacaktı, bilmediğimizi mi zannediyorlar. İşte size bir bilgi: Ak Partinin kapatılma süreci devam ederken, ki bendeniz de o davada sanıktım, birisine ya parti kapatılmaz ise, ne olacak demiştim. Cevap olarak İhtilal olacak demişti, daha ne diyeyim. Bu durumları Anayasa Mahkemesi nasıl değerlendiriyor acaba. Türk Milletinin umumunun hukukuna vaki hak ihlalini nasıl yorumluyor, onu da keşke bilebilecek durumda olsa idik. O nedenle değil mi ki, Sayın Başbakan Ergenekon sanıklarının tahliyelerine ilişkin olarak açıklama yaparken, ben bu davanın büsbütün uydurma bir dava olduğunu ve sanıkların bir kısmının ihtilal yapma girişiminde bulunmadığını hiçbir zaman düşünmedim diyor.