YA EFENDİ BAŞKA TÜRLÜ ANLIYOR İSE

Dünyada 65 ülke arasında yapılan araştırma neticesinde Matematikte dünya 43 ncüsü, Fen bilimlerinde dünya 42 ncisi, okuduğunu anlamada dünya 41 ncisiyiz.

OECD-Ekonomik Kalkınma İşbirliği Teşkilatına bağlı dünyada 34 ülke var. Türkiye de bu ülkeler arasında. Ben o ülkelerin isimlerini buraya yazmayacağım. Zira sizler internet üzerinden bir bakacak olursanız, OECD ye üye ülkelerin dünyanın en çok tanınan ülkeleri olduğunu zaten görürsünüz.

Türkiye aynı zamanda G 20 ler arasında sayılan bir ülke. Yani dünyanın gelişmiş veya gelişmekte olan ilk 20 ülkesi arasındayız.

Gerek OECD ülkeleri arasında yer almak ve gerekse G 20 ler içerisinde bulunmak elbette onur duyulacak bir durum. Hükümetimiz yetkilileri yapmış oldukları açıklamalarda 2023 e kadar Türkiye’yi dünyanın gelişmiş ilk 10 ülkesi arasına yükseltmeyi hedeflediklerini biliyoruz.

Aslında 2023 e kalmadan bu hedefe neden varamadığımızı hepimizin düşünmesi lazım. Bir kere dünyaya 600 yılı boyunca hükmeden bir İmparatorluğun bakiyesiz.

Dünya insanlığı adına en büyük keşiflerin yapılmaya başlandığı yüzyıllarda, imparatorluk bütün haşmeti ile varlığını devam ettiriyordu. 20 yüzyılın başlangıcı ile birlikte başlayan inkiraz/çöküş/ süreci, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile neticelendi. Bu yüzyılın başında Osmanlı gibi Avrupanın göbeğinde en büyük imparatorluğu kurmuş olan Almanlar ve Uzakdoğuluların gizemli ülkesi Japonlar da büyük çalkantılar yaşadı. Ülkeleri nerede ise yerle bir oldu. Ancak bu her iki ülke köklü miraslarını reddetmeden yeniden bir inşa hareketine giriştiler, kendilerine güvendiler, biri birleri ile çekişmeyi bıraktılar, el ele verdiler ve tabir caiz ise İmparatorluklarını yeniden hayata geçirdiler.

Aynı süreci yaşayan bizler, önce kendi kültür mirasımızı reddettik. Yerli ne varsa attık. Bunları yeşertmeye çalışanları idam sehpalarına yolladık. Cumhuriyeti kuranlar, bunun pek kolay olmadığını söylerler de, anlamını pek açıklamazlar. Evet Cumhuriyetin kurulmasına, meşruti yönetimin iş başından uzaklaşması ile neticelenmesine, aklı başında hiçbir Türkiye vatandaşı, ne o zaman ve ne de şimdi karşı çıkmadı/çıkmıyor/.

Halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına gelen Cumhuriyet, kuruluşundan ancak 27 yıl sonra, yani 1950 yılında yapılan serbest seçimlerle hayata geçti. Bu 27 yıllık süreçte yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiğini biliyoruz. Ülkenin o yıllardaki gerçek tarihi bir gün, gün yüzüne çıkarsa, vatan topraklarının nasıl da mezbahane gibi koktuğu, bugün dahi burunların direkleri kırılacak şekilde anlaşılacaktır.

Bu muhataralı dönem bizim Almanya gibi, Fransa, Japonya gibi yeniden inşamızı gerçekleştirmemizin en büyük engelini teşkil eder.

Bu ülke insanının Cumhuriyetle birlikte gelişmişlik düzeyine ve sürelerine bakıldığında; Menderes’in 1950 ila 1960 dönemi, Süleyman Demirel’in 1965 ila 1969 lu yıllarını, Özal’ın 1983 ila 1989 arasındaki yılları ve nihayet Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 2012 yılı ile başlayan restorasyon dönemi karşımıza çıkar. Yani Cumhuriyetin 29 Ekim 1923 yılında kurulmasından bu yana geçen 91 yıllık sürecin sadece 34 yılında hür bir şekilde ülke kalkınmasına zaman ayırabilmişiz. Pek tabii yukarıda isimlerini verdiğim liderlerin işbaşına geliş yılları ve işlerin sarpa sarmaya başladığı yılları çıkaracak olur ise, elimizde sağlam bir 25 sene ya kalır, ya da kalmaz.

Makalemizin başlangıcında şu anda bile ülkemiz insanının, 65 ülke arasında matematikte dünya 43 ncüsü, fen de dünya 42 ncisi ve okuduğunu anlamada dünya 41 incisi olduğunu göz önüne getirdiğimizde, üzerimizdeki külleri hala neden silkemediğimiz, derlenip toparlanamadığımız ortaya çıkar.

Ülkemiz insanlarının geri zekalı olduğunu söylemeye kimsenin hakkı yoktur. Böyle de değildir.

Ben bu ülkedeki geriliğin en önemli sebebinin kişi hak ve hürriyetlerine yeteri kadar ehemmiyet verilmemesini, kişilik gelişimini sağlamada gerekli özenin gösterilmemesini, hatta bunların ötesinde insanlarımıza her fırsatta baskı uygulamayı en önemli hayat tarzı olarak gördüğümüzü belirtmek istiyorum.

İki günü biri birine eşit olan aldanmıştır, ilim Çinde de olsa arayınız, beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz diyen bir Peygamberin ümmeti olan bizler, Kur’anın ilk erminin oku olduğunu da göz ardı ettik. Bunlar yetmiyormuş gibi, bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi karar vermeyen,

bizim gibi hareket etmeyenlere, ele geçirdiğimiz ilk fırsatta baskı uyguladık. Ekonomik gelişmişliğin seviye kazandığı iktidarlar döneminde bile, bir süre sonra her şeyi kendimize benzetme, her düşüncenin bize hizmet etme mecburiyeti olduğuna getirdiğimiz kanaat, bizleri yeniden despot idare biçimlerinin hayata geçmesi için, demokrasi dışı kararlar almaya itti.

Zorbalığın olduğu yerde hiç kimse okuduğunu anlayamaz.

Çünkü,

Ya efendi başka türlü anlıyor ise.