HALK, MEVCUT DÜZENLE BARIŞIK DEĞİLDİR!? (IV)

Değil... Değil... Hiç değil... 1,5 asırdır giderek aksileşen bir seyirle; “birlik ve dirlik” içerisinde barışçıl bir ortama odaklanamıyor... Nedene ise açık ve nettir... Ki yıllardır dile getirip sorguluyoruz… Mevcut düzen ve işleyiş biçimi “milli ve yerli” değil… Ne bu milletin ne bu coğrafyanın ne de toplumsal inancın temel değerleriyle örtüşen bir sistemi ihtiva etmiyor…

***

En önemlisi de, “iman ve inanç şuurunun” ruhunu taşımıyor... Bilakis, tersi istikamette, inkârı, asimilasyonu, batıyı ve batılı dayatarak, bu milletin bin yıllık tarihine, kültürüne, medeniyetine pranga atıyor... İşte bu hakikatin penceresinden ülkenin birliğine ve dirliğine baktığımız için, diyoruz ki “halk mevcut düzenle barışık değil.”

***

Çünkü her şeyden evvel bu millet, dün olduğu gibi bugün de öyle inanıyoruz ki yarın da, her daim Kur’an’ının, tarihinin, kültürünün peşinden gidiyor... İman şuurunu yaşatmak istiyor… Ama gel gör ki, bunu yaşayamadığı gibi, mevcut düzendeki işleyişin komutasını elinde tutan anlayış da engeller inşa ediyor… Onu “öcü” görüyor, kendi otoritesini “vesayetçi” bir anlayış ile sistemle dikte ediyor...

***

Demem o ki, halk eğer kendi ecdadının kültürünü, inancını, Kur’an’ını bugün yaşayamıyorsa, ya da taşıyamıyorsa yahut da sistem, ülke yönetimi halka öğretmiyorsa, burada vahim bir yanlışlık, gaflet ve dalalet söz konusudur... Deyim yerindeyse, buna ihanet de diyebiliriz…

***

Bu halk nereye giderse gitsin, kıyamete dek Selçukluların, Osmanlıların, aba ecdadının tarihini istiyor, kültürünü istiyor, inancını istiyor. Bu saydıklarımızın da tümü Kur’an hâkimiyetine bağlıdır.  Kur’an hükümlerinin hâkim olmadığı bir yerde, ya da yönetimde, bilinmelidir ki orada adalet mefhumu söz konusu değildir.

***

Hep ifade ederim... Bir memlekette adaletin varlığının tesis edilebilmesi için her şeyden evvel iki gün önce de buradan aktarmış olduğum; “Nisa” suresinin 65. Ayetinin yüce mealini bilmeli, yaşamalı ve o ruha sahip olmalıdır…

***

Bakınız, ayet açık ve net bir şekilde, Hz. Peygamber (S.A.V)’e hitaben şöyle sesleniyor…Ve diyor ki;  “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”

* * *

Şu hâlde Kur’an’a kulak vermek lazım... Kur’an, küfür ile iman arasında, bir hakemdir... O’nu sırat köprüsü olarak da görebiliriz.. Kur’an’la hemhal olan imanlı ve şuurlu insan için, Kur’an’ın hakemliği de köprü olma hali de rehber olduğu yol da hem fani dünya için, hem de ahiret için geniştir… Amma velakin küfürle iştigal edenler için denir ya “bıçak sırtı” gibi, ebedi dünyada cehennem, fani dünyada ise yıkım ve çürümüşlük kaçınılmazdır…

***

Velhasıl, Kur’an, bu millet için olmazsa olmazdır. Nasıl ki insanın 24 saat içerisinde uykuya ihtiyacı vardır, yeme-içmeye ihtiyacı vardır, nefes alıp vermeye ihtiyacı vardır. Hepsinden daha fazlasıyla bu milletin Kur’an hâkimiyetine ihtiyacı vardır.

Bunun dışında zuladan ortaya çıkarılmış olan sistemlerle, rejimlerle, toplumlar yönetilemez. Yönetilmekte oldukları halde görüyoruz ki toplum barış sağlayamıyor, kardeşlik sağlayamıyor, ekonomiksel mutluluğu sağlayamıyor, teknolojisini hiç sağlayamıyor.  Keşmekeşlik var, derbederlik var.

***

İşte tüm bu vahim çürümüşlüğün reçetesi, çözümü Yüce Kur’an-ı Kerimde vardır… Kur’an bizim en yüce rehberimiz olmalıdır.  Kur’an’ın hakemliği elbette ki iman ve İslam’dan yana tespit edilmiştir, küfre değil.

Bakınız, İman’ı Üstad Bediüzzaman şu sözlerle tanımlamaktadır…  “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. "Tevekkeltü alâllah" der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle, hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra, saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları, uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.”

* * *

İşte hakikatin çığlığı burada.. Çağımızın allamesi olan Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin tespit ve görüşleri, bu hakikatin ruhundan fışkırmaktadır.. Bunların hepsi Kur’an’dan süzülmüş, inci taneleridir… Üstadın tespitlerine hayran kalmamak mümkün değildir.

***

Müslüman bir milletin, iman etmiş bir ülke insanının yegâne rehberi Kur’an olmalıdır. Kur’an’dan süzülen Hadis-i Nebevinin manaları olması gerekir.

Bizim âcizane tavsiyemiz bu yöndedir… Ki bu köşede yıllardan beri yazmış olduğumuz mevzular, nasihat mahiyetinde değil, siz değerli okurlarımızla yaptığımız hasbihalin, hakikatlerin haykırışıdır…

***

Ne diyoruz? Çağımızın en büyük İslam allamesi Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur’daki tespitlerine hiçbir zaman ters düşemeyiz. Zira onun söyledikleri hem ayet ve hem de hadisten süzülmüş sade bir nimettir. Ona doyum olmaz.

***

Yaptığımız araştırmalara göre, çağımızın insanı ve gençlerimize Kur’an’dan süzülen mana, Üstad Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’daki tespitleridir.

Bu tespitler paralelinde tüm Müslümanlar hareket etmelidir, aksi takdirde bir yere varamayız.

Sistemin, rejimin kaydettiği birçok değerli ilim ve din adamlarımızın varlığı söz konusu ise de Risale-i Nur, o nasihatlerin, vaazların içinde olmadıkça diğerleri pek tesir etmez, inandırıcı da gelmez…

***

Risale-i Nur, ilmin ve nasihatin mayasıdır. Zamanımızın olmazsa olmazıdır. Ama uzaktan bakıp da itiraz etmek fayda vermez. Ancak içine girip de Risaleleri incelemek lazım, ciddiyetle sarılıp okumak lazım.

O Risale-i Nur’un okumaları, insanı hem ihlasa, hem sadakate götürür. Risale-i Nur, çağımızın en hikmetli ve en anlamlı ilim eserleridir.  Gönül arzu ediyor ki herkes karınca kararınca alıp okusun. Anlamayan insanlar varsa da anlayan çok kardeşlerimiz ve cemaatlerimiz aracılığıyla öğrensin…

***

Tabi burada bir parantez açmak istiyorum! Ve üzülerek ifade etmek istiyorum ki ne yazık ki cemaatler de ihlaslı ve ehliyet sahibi insanların elinde değil artık... Makam, mevki, menfaat peşinde koşanlar giderek artmaktadır... Onun için böylesi insanların elinde, Risale-i Nur olmamalı, olamaz da... İllaki hulus-i kalple, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ihlas ve sadakatini taşıyabilme ciddiyetine sahip olunması gerekir…

***

Çünkü Risale-i Nur, zamanımızın en derin yaralarına bir ilaçtır, bir merhemdir. Bana göre bugün hiçbir ilim adamı, din adamı, üniversiteler, ilahiyatlar vs. vs. Diyanet İşleri Teşkilatı ne olursa olsun herkes Risale-i Nur’un ilmiyle kendini donatmalıdır. Risale-i Nur’u okuyup, okutup insanlara götürmelidir. O nurlu ışığa sahip olmalıyız…

En derin saygı ve sevgilerimle.