LAİKLİK KAVRAMI, BU MİLLETİN KABULÜ DEĞİLDİR!? (IV)

Dedik ya, “dilimizin döndüğü, kalemimizin yazdığı, avazımızın çıktığı kadar”, köprü vazifesi görme noktasında, hakikatleri haykırmaya devam edeceğiz! Dün olduğu gibi bugün de çoğunluğun sesiyle diyoruz ki ‘laiklik’ yerli ve milli olmadığı kadar “bu milletin ne kabulüdür ne de beğenisidir?” 1,5 asra yakın zamandır ki; “Türkiye laik olmaz, olamaz” çığlıkları atılıyor…

***

Ki “laik” ya da “laiklik” denilen kelimeyi, kavram ve mana itibariyle bugüne kadar hiç kimse, tam manasıyla açıklığa kavuşturmuş değil... Ya da Anayasa’da yer alan şeklini, uygulanma biçimine dair “şeffaf ve samimi, gerçekçi” bir anlatım ve dille açıklamamıştır... Dünkü yazımızda bunu detayıyla aktarmıştım... Ve demiştim ki Türkiye’nin 7’den 70’ine kadar bilaistisna 85 milyon insan, Müslüman’dır. Camisiyle, cemaatiyle, bayramlarıyla, Cuma günleriyle, hep haykırmıştır Türkiye bir İslam ülkesidir diye…

***

Yineliyorum ve diyorum ki “Laiklik” başta olmak üzere Anayasada yer alan, Yasama, Yürütme ve Yargı mevzuatında yer alan birçok yasa ve kanun, Türkiye insanı açısından, hukuki olmadığı gibi, antidemokratik dayatmadır...

***

Sıkça telaffuz edilir... “Türkiye laik ve demokrat ülkedir” diye... İyi de “ikisinin imtizacı” birbirine ters… Ya “Laik” olacaksın, ya da “Demokrat” olacaksın... İkisi birden ne mümkün? Yaman çelişkiler içermektedir… Demek ki ülke ve millet olarak yıllar yılıdır “kavram aldatmacasıyla” aldatıla gelmekteyiz...

***

Netice itibariyle, Türkiye’de halk hiçbir zaman ne batının ne de batılın rotasında yürümüş değildir... İslam ülkesidir, yaşayanları da Müslümandır... Bu vasıf, bu unvan, bu değer Türkiye’nin elinden alınamaz. Yerine başka bir kavram da konulamaz. Çünkü, Türkiye’nin elinde ülkenin içinde bin yıldan beri Allah’ın kelamı olan, 114 sure ve 6236 ayeti bünyesinde barındıran Kur’an-ı Kerim vardır... Türkiye Kur’an’sız yaşayamaz.

***

Bu halk, bu millet Hz. Muhammed (S.A.V)’in ümmetidir. Biz de o ümmetin bir neferiyiz... O yüce peygamberin kalbi üzerine vahiy olarak indirilmiş olan Kur’an-ı Kerim’e iman etmiş, ona inanmış bir milletiz! Bu itibarla dolambaçlı yollarla, üstü kapalı deyimlerle, milleti çığırından çıkarıp başka yörüngelere sürüklemek kimsenin haddi olmadığı gibi, demokratik de değildir... Hukuki olmadığı gibi, insani de değildir.

***

Onun için biz diyoruz ki laiklik kelimesi Fransızcadan gelmiştir. Lügatlere bakın, manasının “eşittir dinsizlik” olduğunu görürsünüz. Peki, manası dinsizlik olan bir kavramı; Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle, Lazıyla, Çerkeziyle hepsi Müslüman olan bir Türkiye’ye nasıl dikte edip dayatabilir, onu Anayasa’nın dibacesine alabilirsiniz? Bunun, Anayasada yer alması ne derecede doğrudur?

***

Buna bir açıklık getirelim. Ne kadar bilim adamları varsa, ilim adamları varsa gelsinler konuşalım, açık oturum yapalım. Birilerinin gölgesine sığınmak, bu Atatürkçülükmüş, laikçilikmiş diyerek Atatürk’ü istismar ederek CHP’nin dinsizlik anlayışını millete yutturmaya çalışan yanlış insanları tartışalım... Kim doğru yolda, kim yanlış yoldadır? Kim milli ve yerlidir, kim ithal malı elin evladı gibi, batıya ve batıla biat edicidir, ortaya çıksın?

***

Vahim ve korkunç bir yol izleniliyor 1,5 asırdır… Ve sürekli kaoslar yaşanıyor. Halk, devlet ve yönetimler sürekli, “birbiriyle çatışır” noktadadır. Barışçıl bir ortam yok... Bunun nedeni de İslam diyarında, Müslüman mahallesinde “vesayetçi anlayışlar tarafından” açık ve net bir şekilde, “laiklik” adı altında, dinsizliği ve seküler yaşamı dikte etmesidir… Ve bu dikteyi de Anayasa’nın içine enjekte edip, dokunulmaz kılmalarıdır…

***

Duamız ve temennimiz odur ki inşallah Kur’an’ın hâkimiyetini de bu millet eninde sonunda kabullenecektir ve de isteyecektir.  Bakınız, Nisa suresinin 65. Ayetinin mealini defalarca sizinle paylaşmıştım ve bugün de size tekraren hatırlatmak istiyorum.  Ayetin yüce meali aynen şöyle;

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”

***

Ayet-i kerimedeki sesleniş Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’e ilahi bir hitaptır. Allah ona bildiriyor. Bu orta yerdedir, bunun lamı cimi yok. Herkesin buna inanması gerekir.

Ama yüzeysel olarak “Ben Müslüman’ım” demekle de bir yere varılamaz.  85 milyon insan hatta tüm İslam dünyası Kur’an’ın hâkimiyetiyle ayaktadır, imanıyla ayaktadır. Kur’an olmasaydı batı dünyası gençliğimizi tamamıyla ele geçirmiş olacaktı?

***

Çok şükür ki Kur’an’ımız var, Camilerimiz var, inancımız var. Kimse kimseyi yanıltmasın.

Bu itibarla yüce Kur’an, dimdik ayaktadır, içimizdedir. Biz onunla yaşıyoruz. Ona göre de ayağımızı denk atmamız lazım. Aksi takdirde, gideceğimiz yol meçhulleri içerir… Dolayısıyla kimse kimseyi kandırmasın. Kurtarıcılıkla, rejim değişiklikleriyle, anayasayla bu memleket dininden, imanından ayrı düşemez ve de düşürülemez.

***

Herkesin başını iki elinin arasına alıp, derinden derine düşünmesinin zamanı gelip geçmiştir... Neden bu ülke yüz yıldan beri bir arpa boyu kadar ilerleme kaydetmiştir? Her alan için bunu yüksek sesle söylüyoruz. Hangi alanda ilerleme kaydedilmiş çıkıp söylensin? Hiç kimse bunun aksini iddia edemez.

***

Ahlaki çöküntü diz boyu. Ekonomiksel sıkıntı diz boyu. Cinayetler, katliamlar, bölücülükler, ne kadar menfi oluşum ve hadiseler varsa yüz seneden beri bu sistemin üretimi olarak, milletin içerisinde yaşanmaktadır… Derbeder bir şekilde; yaşananlar vahim bir gidişatı çığlık çığlığa dile getirmektedir…

***

Milletin tek kıblesi var, o da Kâbetullah’tır. Milletin bir kitabı var Kur’an’dır. Milletin bir dini var o da İslam’dır. Milleti bu yörüngeden çıkarıp batı dünyasına meyil ettirmek, yozlaşmayı ve kültürel erozyonu enjekte etmenin vebali çok ağırdır... Bunu yapanlar ve dayatanlar huzur-i ilahide ne cevap verecekler derinden derine bir düşünmeleri gerekiyor?

***

“Bu hal muhal ya yeni hal ya izmihlal” diyen Bediüzzaman’ın sözleri çok manidardır.

Bediüzzaman Hazretlerinin İslam dünyasını uyanmaya davet ettiği gibi biz de tüm İslam dünyasını davet ediyor ve yazımıza onun sözleriyle son veriyoruz.

“Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur'ân'a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Ve Ey Kur'ân'a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur'ân'a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu'cize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış. Lisanın, Kur'ân'ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur'ân'ı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.”

En derin saygı ve sevgilerimle.