ASRIN FİTNE UNSURLARI!? (III)

Evet, değerli Söz okurları…
Bugünkü sohbetimizde, yine olduğu gibi çağımızın "nev-zuhûr" diye tanımladığımız bazı fikir, ideolojik ve politik oyunların nasıl birer fitne unsuru olduğunu kanıtlayıcı delillerle dile getireceğiz.
Aslında tüm bunların başını çeken de "çağdaş demokrasiyle, insan temel hak ve özgürlüklerine" kimseye pabuç bırakmadan sahip çıkan önemli bazı devletlerin temeline gizlenmiş ırkçılık damarlarıdır.
Ve dünyaya hükümran olan ve hegemonyasını hiç eksiltmeyen Amerika, İsrail ve Birleşmiş Milletler gibi hukukun üstünlüğüne bağlılığını ilan edenler, toplumları huzursuz bırakan fitnelerin başını çeken de bu yapılardır.
Günümüzde başta Türkiye’miz olmak üzere; ister komşumuz olan İslam ülkeleri olsun, ister Ortadoğu’nun tüm devletleri olsun, bunların içine sızdırılmış terör unsurları, kavga, kan ve gözyaşlarının tümü, bu devletlerin derin karanlığından çıktığından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
***
Evet, bu kör taassup, inanan İslam dünyası için en büyük tehlike arz etmektedir.
Yakın tarihimizi irdelediğimiz zaman görünen gerçek de budur.
Örneğin; Osmanlının son dönemine yani merhum Sultan Abdülhamit’in son günlerinde; Devlet-i Âliye’nin sarsılması ve padişahın tahttan indirilmesinin ana unsurları da Yahudi dönmelerin girişimleriyle olmuştur.
Özellikle Osmanlının bazı İttihatçı paşaları da adeta bu Siyonist keferelerin maşası durumuna düşmüşler ve devletin yıkılmasında birer fitne unsuru olarak varlık göstermişler. Ki hala da "fitne unsuru" olmaya devam ediyorlar.
Bu nedenle, meselelerin çözümlenmesi için enine boyuna girmek lazım, yakın tarihimizi çok iyi incelemek lazım!
AK Parti bir iktidar hükümeti olarak, geçmişe yönelik bazı unsurları araştırarak sorgulaması gerekir.
Suçlu kimdir, suçsuz kimdir? 
Kahraman kimdir, ajan kimdir?
Gerçekten bir devlet ve devletin otoritesini elinde tutan güçlü bir hükümet, kendi milletine, ülkesine bir şeyler vermesi gerekiyorsa, ilk önce yakın tarihine bakmalıdır.
Özellikle, rasgele her ucuz kahramanı zirvelere taşımaması gerekir.
Topluma gösterilmesi gereken yol da budur.
En büyük fitne unsurları içimizde mevcuttur.
Toplum bugün değil, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi “Bu ülke 200 yıldan beri kendini dış ve iç tehlikelerden kurtaramıyor”
Ve bu iç ve dış tehlike unsurları da devletin ve milletin başına bela olmuş birer fitne unsurlarıdır.
Bu fitne unsurlarının başı da Turancılık anlayışıyla günümüze kadar uzanmış, ama ne yazık ki Kürtlere de sirayet etmiştir?
Araplara da sirayet etmiştir.
Millet artık ne yapacağının şaşkınlığı içerisindedir, pusulasını bir türlü düzeltemiyor.
Hak hangisi, batıl hangisi kestiremiyor?
Belirsizlikler içerisinde yuvarlanıp giden bir toplum, nereye kadar gidecektir acaba?
* * *
Evet, sevgili dostlar.
Bir ümmet, güçlü bir milliyetçilik ve vatanperverlik gerçekçiliğine inanıyorsa, mutlaka Müslümanca yaşaması gerekir?
Ümmet olarak yaşaması lazım.
Aksi takdir de, kör ırkçılık taassubu büyük bir fitne unsuru olarak yakıp-yıkar.
Bakınız, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Mumtehine” suresinin 4. ayetinin yüce meali bizi nerelere kadar götürüyor.
Lütfen bu ayetin mealini hep beraber okuyalım.
“İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: 'Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir.' -Yalnız, İbrahim'in, babasına: 'And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez' sözü bu örneğin dışındadır- 'Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş Sanadır”
Demek anlaşılan budur ki Hz. İbrahim gibi örnek bir Peygamber ki tüm Peygamberlerin atası durumunda olduğu halde kendi kavmine ve özellikle babasına açık ve net olarak meydan okumuş ve demiş ki biz ancak iman nokta-i nazarında sizi tanıyoruz ve sizinle işbirliği yapıyoruz.
İman nokta-i nazarında olmayan inancınız putçuluktur ve küfürdür, biz ona uymayız.
Bu ayetin paralelinde “Tevbe” suresinin de 23. ayeti şöyle diyor.
“Ey inananlar!
Babalarınızı, kardeşlerinizi küfür sistemlerini imana tercih ediyorlarsa dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olur”
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Bu her iki ayetin yorumcuları aynen şöyle söylüyor.
İlk ayetin yorumundan anlaşılan şudur ki:
Acaba toplum olarak, inanan bir ümmet olarak düşmanlarımız kimdir ve kardeşlerimiz kimdir?
Bu soru karşısında yol ayrımına giriyoruz.
Şöyle ki:
Mümin olan insan, hiçbir zaman müşrikleri, küfür sistemlerini, laikçileri, inkârcıları, kendine dost edinemez.
Bırakın onları dost edinmeyi.
Bilakis birer tane tağuti ejderha ve karanlık düşman olarak görmeleri lazım, onlara yüz vermemekle ta ki İslam’a belki dönüş yapabilsinler.
Bundan anlaşılan budur ki İslam’la savaşan, İslam’la zıtlaşan, İslam ilkelerini tanımayan her kim olursa olsun, İslam ümmeti bununla hiçbir zaman teşrik-i mesai yapamaz.
Yapmamalıdır da.
* * *
Bakınız, “Tevbe” suresinin 23. ayettinin mealini size arz ettiğimiz gibi "aba ecdad ve kardeşler" küfre inanıyorsa, hiçbir zaman o evlat onlarla işbirliği yapamaz.
Zira İslam ümmetinde halis mefkûre unsuriyetsizliktir, yani kavmiyetçilik ve ırkçılığa dayalıdır. Hiçbir hakikatı yoktur.
İslam hukukuna göre, birbirlerinin mirasına varis olamazlar.
Zira bu ümmet, ırkçılık ve unsuriyet ümmeti olamaz.
Eğer böyle bir hastalıkla karşı karşıya kalırsa, kendini İsrailoğulları’nın hain planlarından kurtaramaz.
Dün de bu köşede bazı önemli konulara değinmiştim.
Ve son bölümde Mustafa Kemal Paşa ile Seyit Rıza’nın “Derin Tarih” isimli dergiye kapak yapılmış resimlerini aktaracağımızı söylemiştik..
Dün bir zuhul eseri olarak, o kapak verilmemişti, bugün size aynı o kapağı takdim ediyoruz.
Yalnız, Dr. Mehmet Doğan’ın İstiklal Savaşı’nın örtülen tarihi isimli kitabının kapağında da ona benzer bir fotoğraf vardır, bunu da yandan size takdim ediyoruz.
***
Resmin üzerinde aynen şöyle yazıyor;
“Din adamları ve Şeyh Ahmed-i Senusi nasıl aldatıldı?”
Bu kapağı da size sunarken, kitabın sunuş bölümünde şöyle önemli bir yazı var.
Bu yazının bir iki paragrafını özetlemek suretiyle devamını yarına bırakıyoruz.
Evet, sunuş bölümü aynen şöyle;
“TBMM’nin dualarla, kurban kesilerek ve mevlit okunarak açıldığını herkes söylüyor da sonradan bu ortamın hangi Saiklerle belhava edildiğini ve yerine laik, hatta din düşmanı bir atmosferin bütün haşinliğiyle neden çöreklendiğini açıklamıyorlar.
Mesela; Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir hutbesi 7 Şubat 1923 tarihlidir, yani cumhuriyetin ilanından yaklaşık 8,5 ay önce okunmuş bir hutbe.
Balıkesir, Zaganos Paşa Camii’nde bir Cuma günü verilen hutbede paşa hutbeyi şöyle okumuş;
‘Ey millet, Allah birdir İslamiyet ekmeldir (en mükemmel dindir)’ diyor.
‘Hatta İslamiyet akla mantığa mutabıktır da’ diyor.
Kanun-i Esasi (Anayasa) Kur’an-ı Azimüşşan’daki naslardır da söylediği cümleler arasında benim ısrarla üzerinde durduğum cümleleri ise bunların ardından gelenekler kendi kelimeleriyle şöyle diyor Mustafa Kemal Paşa.
‘İnsanlara feyz-i ruhi vermiş olan dinimiz, son dindir, ekmeldir (mükemmel dindir), çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor, uyuyor”
Devamı yarın.
En derin saygı ve sevgilerimle.