HAYATIN EVRELERİ

DAR ZAMANLAR;

Zamanı yaşantına yetiremediğin, işlerin, sorumlulukların dosyalar misali üst üste yığıldığı sıkış tepiş yaşadığımız zamanlar.

Her sabah niye uyandığımızı bilmediğimiz nereye yürüdüğümüzü kestiremediğimiz soyut kalabalıklardan tefekküre vakit bulamadığımız devreler.

Yoğunluk diye adlandırdığımız ilahi amacı olmayan uyanıp çalışıp tekrar uyuduğumuz dervişlere, bedevilere özendiğimiz, muhayyilemizi çalıştıramadığımız dilimler.

Dar zamanlar insanoğluna yaşlılık ve yorgunluk katar, beyni yıpratır.

BOŞ ZAMANLAR;

Kişiye, yaşam standardına göre değişen boş vakit bulabilen bir bakış açısına göre şanssız, bir diğer pencereden bakıldığında şanslı sayılan kitleler.

Şahsiyetimizi heba etmediğimiz, kendimizi insanlara ve işlere yetişmeye mecbur hissetmediğimiz saldığımız zamanlar.

Salma süreci uzadığında depresyona girdiğimiz, yaşamdan tat alamadığımız, kendimizi boşlukta hissettiğimiz bir işe yaramadığımızı düşünüp düşünüp zihnin acımasızlığına maruz kaldığımız günler.

Eğer algısal engelimiz yoksa iç hesaplaşmaya girdiğimiz, geçmiş defterleri karıştırdığımız şurada şunu yapacaktım, virajı geniş alacaktım diye diye kareleri masaya serdiğimiz, biyoloji hayatta olduğundan yiyip içip yürüyüp, arada manzara seyrettiğimiz dilimler.

Kimi beredaylık sever sarsmaz işsizlik, kimine dünya dar gelir. Fıtrat meselesi.

VAHİM ZAMANLAR;

Hayatın üstüne üstüne oynadığı, dertlerin şelale gibi aktığı sorunlardan kendimizi soyutlayamadığımız buluttan kaçsak, yağmura yağmurdan kaçsak doluya tutulduğumuz günler.

Zaman zaman ektiğimizi biçtiğimiz ama kabullenmekte direndiğimiz, vay bunlar benim başıma neden geldi diye sorguladığımız.

Çözüm için ayağa kalkamadığımız öfke, vicdan, hırs, kaos, kaza, bela kıskacında gidip geldiğimiz; çoğu zaman kendimizi ne içimizde ki ‘ben’e ne dışardakilere anlatamadığımız zaman dilimleri.

Ağlasan da dövünsen de geçmeyen, geçecek olsa boşluğunu hemen başka vahamete bırakan pembeleri mavileri gözlerin görmediği, gri kara günler.

Hayatın da evreleri var, tekdüze geçmiyor sırrı da burada saklı.

İLK ZAMANLAR;

Her somutun her soyutun başlangıcı vardır. Hissel olarak Doluluk oranı diplerde umut ve beklentinin yeşerdiği zamanlar.

İlk gördüğü tanrıya tapmak, sudan başını ilk çıkardığında ilk gördüğü kıyıya vurmak…

İlkler heyecanlıdır lakin yanıltıcıdır, tüm ilklerin üzerinde yaşanmamışlığın toyluğun tozları vardır. O tozlar bir süre sonra silkelenmeye mahkûmdur.

Tozlar silkelendikten sonra çok yol alınmışsa vahim zamanlar evresi sizi bekler.

GENİŞ ZAMANLAR;

Yeni ayakkabı almanın mutlu etmediği, filanca tatil beldesinde lüks otellerde tatil yapmanın sana ulaşılmaz gelmediği, marka bir bluzu üzerine geçirmenin seni gülümsetmediği.

Hainlik, yolsuzluk, karaktersizlik, iftiraya şahit olduğunda şaşırmadığın,

Sınırsız anlamda sevdan bittiğinde kavganın da bittiği, biraz pişip biraz olgunlaştığın, derdi de sevinci de kucaklayıp pışpışladığın.

Tasalara sabrettiğin aza kanaat ettiğin, yansan da kısa vadede söndüğün zamanlar.

Koştursan da sitem etmediğin dursan tadını çıkardığın, manzaranın ya da iyi bir yemeğin fotoğraf merceğinden değil kendi göz merceğinden bakıp tadını aldığın evre.

Hayatın hiçbir evresinde kalıcı ikamet edemeyiz, süreçten sürece savruluruz. Yol alırız, yolda kalırız, bir gün gül koklarız sıradaki evrede dikenler bizi bekliyordur. Hayatın matematiği bu…