ASRIN FİTNE UNSURLARI!?

Evet, değerli okurlar.
Dünkü ve bir önceki günkü yazımda “İSTESELER DE İSTEMESELER DE!?” başlığıyla yola çıkarak, kalemimizin oynadığı, dilimizin döndüğü kadar, Türkiye gerçeklerini siz değerli dostlarımızla paylaşmaya çalıştım.
Özellikle, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın 5. Din Şûrası’nda yapmış olduğu konuşmasının muhtevasını özetleyerek, önemli başlıklar halinde; konuları irdeleyerek, sizlere aktarmaya çalıştım.
Nitekim sizlerden de, bir hayli olumlu tepkiler aldım.
Gerçekten Cumhurbaşkanımız Erdoğan, asrımızdaki İslam’a karşı kin besleyen karanlık ve sinsi oluşumlara karşı "dik duruşunu" sergileyerek, İslam’ın ana çizgileri ve bin yıllık kültürümüzün temel dayanağı olan, eskimez yazılarımızın tekrar bu inanmış topluma öğretilmesini tavsiye etmesi, Türkiye açısından bir milattır.
Büyük devlet adamlılığına da yakışan, tarihsel niteliği olan bir tavırdır.
Cumhurbaşkanımız bu noktada ne demişti?
Özellikle, "şer" güçlere karşı demişti ki:
“İsteseler de istemeseler de Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecek”
***
Hiç kuşkusuz ki, bunu istemeyen unsurlar zaten belli.
Kimi, dış güçlerdir.
Kimi de, içimizdeki "hain" zihniyete sahip, seküler anlayışlardır.
Ki O unsurlardan bir bölümü de, ne hazindir ki bu necip milletin oylarını alarak, kendilerini "kurtarıcılıkla millete hizmet aşkıyla(!) yola çıkmış", gibi gösterip, TBMM’ne girmek için enva-i türlü yalan ve dolanla kapağı atmış güruh kesimdir.
İşte bayat bir kültürle, yanlış bir düşünceyle adeta birer fitne unsuru durumuna girmiş muhalefet ve bazı liderleri ne yazık ki, tarihi hamleye karşı çıkıp, Osmanlıcayı öğrenmeyi bu millete fazla görüyorlar ve Ortaçağ asrın karanlığı tanımlamasını getirme gafletinde bulunuyorlar.
Yazık, hem de ne yazık.
Demek anlaşılan budur ki kafaları, kalpleri o kadar kararmış ki "İslam gerçeklerine" karşı kendilerini karanlıkta gördükleri için ümitsizleşmişler.
Bu ümitsizlikle yola çıkarak hala cumhuriyetin kuruluşundan sonraki şeflik ve dipçik döneminin bayat anlayışının peşinde koşuyorlar.
Ondan medet umuyorlar.
Öylesine yorgun ve cahil beyinlerdir ki tüm dünya taze, yeni kültürleri öğrenmeye çalışırken, bizim bin senelik tarihimizin Osmanlıcasını hor görüyorlar ve kendilerini günümüzde yeryüzünün ayıplı ve kusurlu olan sekülarist Kemalist anlayışından arındıramadıkları gibi, bu "yıkıcı!" fitnenin yolunda gitmeye devam ediyorlar.
Bir yandan da "ülkeyi" kaosa sürükleyen, fitne unsurlarına da alkış tutuyorlar.
Hele ki, muhalefetin diğer bazı liderleri de ne yazık ki "Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a" olan kişisel hasımlıklarından kurtulmayıp, onları teyit ederek yanlış açıklamalarda bulunuyorlar.
Tabi ki, kimi inandıracaklar.
Kendilerinin inanmadığına, onların tabanlarının inanması mümkün mü, değil?
Zaten, muhalefetin sürekli "kan kaybetmesi de", milletten uzak kalmaları ve taleplerine "kulak tıkayıp" karşı çıkmaları yüzündendir.
***
Velhasıl, biz de, Sayın Cumhurbaşkanımızı teyit ettiğimiz gibi, her daim yanındayız.
Ve İmam-ı Rabbani’nin “Mektubatında” Farsça söylediği bir şiiri "nasihat olsun" diye onlara hitaben buraya almak istiyorum.
İmam-ı Rabbani şöyle diyor;
“Cümle Şiran-ı Cihan beste in silsileent
Rube ez hile çısam büksele in silsilera”
“Tüm cihan aslanlarının bağladığı kopmaz İslam silsilesi karşısında, tilki ve çakal hangi hile ile kırılması mümkün olmayan bu iman silsilesinin arasına girebilir”
El hak, ne mümkün?
Evet, nasıl ki çağımızın birer baş fitne unsurları durumunda olan emperyalist haçlı ülkeler, İslam'a karşı ihanet tuzakları kuruyorsa, ne yazık ki onların birer uzantısı ve piyonu durumundaki bazı siyasi unsurlar da, Türkiye'nin yarınlarına ve İslami hayatına karşı ihanetlik içerisinde bulunuyorlar.
Bakınız, yeryüzünde her türlü kültürün çeşitliliğine tüm dünya devletleri kapılarını sonuna kadar açmışken, ülkemizde dar görüşlü, kof beyinli anlayışlar, hala da bizim ecdadımızdan miras olarak kalan Osmanlıcayı, bize unutturmaya çalışıyorlar ve öğrenilmesine de mani oluyorlar.
* * *
Ne yazık ki buna en çok alet olan da sözüm ona din adamı geçinen İslamcı bazı dönmelerdir.
Bakınız, bu dönmelerin uşakları durumunda olan birileri son zamanlar da, Üstat Bediüzzaman Hazretlerine "hakaretvari" ifadeler kullanarak, onun gururlu ve vecizeli risalelerini tahrif etmeye çalışıyor/çalışmaktadırlar.
Ve iftira ediyorlar.
Pusulasını şaşırmış, şaşkınlık içine girmiş birer zavallı durumundaki bu dönmelerin de "maskelerini" düşürmek gerekir.
Ki, düşmekte. Yavaş yavaş uyanan halkımız da; "bunları" tanımaktadır.
Büyük bir inanış ve diriliş vardır.
 
 

***
Evet, Üstat Bediüzzaman “Muhakemat” isimli kitabının dibacesinde aynen şöyle söylüyor;
“Şu fakir, garip, Nursi ki ‘Bid’atüzzaman’ lakabıyla müsemma olmaya layık iken haberi olmadan, ‘Bediüzzaman’ lakapı ile meşhur olan biçare tedenni-i milleten (milletin geri düşüşünden) ciğeri yanmış gibi feryat figan ederek, (ah, ah, ah, va-esefa/yazıklar olsun) derki İslamiyet’in mağz ve lübbünü (iç çekirdeğini), terk ederek kaşrına (kabuğuna) vakf-ı nazar ederek aldandık.
Ve su-i fehm ve su-i edep ile İslamiyet’in hakkını ve müstahak olduğu hürmetini ifa edemedik.
Ta bu yüce İslam dini de bizden nefret ederek, evham ve hayalatın bulutlarıyla serilip tesettür eyledi ve bizi bıraktı, bize sırt çevirdi, hem de hakkı var.
Zira biz İsrailiyatı usulüne ve hikayatı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak, kıymetini takdir edemedik.
O da ceza olarak bu dünyada iken bize terbiye dersi vermek için, bizi bıraktı, hem de zillet içinde bıraktı.
Bizi kurtaracak ancak ve ancak onun merhametidir.
Öyleyse, ey Müslüman kardeşlerim!
Ey din kardeşlerim!
Geliniz İslamiyet’e yeniden dönelim ve özür dileyelim, ta ki İslamiyet bizi affetsin.
El birliğiyle dest-i sadakati (sadakat elini) ona doğru uzatalım, biat edelim, onun hablullah-ul metin olan kopmaz Allah'ın ipine sarılalım”
***
Aksi takdirde hak ettiğimizle karşı karşıya kalırız!
Kendimizi de uçurumun kenarından döndüremeyiz
Nitekim de öyledir.
Ki, hali âlem de meydanda…
Evet, Bediüzzaman Hazretleri “Sünuhat” isimli kitabında da aynen bunları söylüyor;
“Sadaret ve meşihat devletin iki cenahıdır.
Devlet yönetimi ve devleti yöneten hilafet, devletin iki kanadıdır”
Osmanlıyı kastederek şöyle diyor;
“Şu Devlet-i İslamiyenin bu iki cenahı (sadaret ve meşihat) mutasavvi olmazsa, adalet terazisinin kefesinde eşit olarak durmazsa, bu millet hiçbir zaman ileri gidemez.
Gidilse dahi böyle bir medeniyet-i faside (bozuk bir medeniyet) ile bazı mukaddesattan sıyrılarak, yola çıkmış durumda ki dünya emperyalizmine karşı kendi kendini köle olmaktan kurtaramaz.
İhtiyaç, her işin üstadıdır.
İhtiyaç, şediddir.
Yani İslam’a dayalı devlet inancına şiddetle ihtiyaç vardır.
Merkez-i hilafette bu birleşme ve birliktelik tesis olunmazsa, biddarure (der demez), başka ülkelerde tesis edilmeye çalışılır.
Bu şuranın bazı mukaddematı olan cemaat-ı İslamiye teşkilatı ve evkafın meşihata ilhak gibi emirlerin daha evvel tahakkuku münasip ise de baştan başlansa sonra mukaddemat ihdar edilse dahi yine maksat hâsıl olur.
Daire-i intikapları dairesi içerisinde hem mahdut hem de karışık olan bazı mebuslar vazife-i resmiyeleri itibarıyla, hakkıyla görevini gerçekleştiremez ve her şeyi havada kalır, millet ne kadar millet olursa olsun, gücünü kaybeder ve şaşkınlığa uğramaktan kendini kurtaramaz”
En derin saygı ve sevgilerimle.