BATIL VE YANLIŞ BİR SİSTEM!? (III)

Evet, sevgili okurlar.
Yapılan bilimsel araştırmalara göre; hal-i hazırda uygulanmakta olan sözde demokratik, hukukun üstünlüğüne bağlı mevcut sistem, pek de demokratik bir sistem olarak görünmüyor.
Zira demokratik sistem demek, çifte standartlıktan uzak, vatandaşlar arasında eşitliği koruyan, din ve inanç hürriyetini teminat altına almak demektir.
Din, inanç ve düşünce özgürlüğü sistemin garantisi altında değilse, hiçbir zaman o sistem demokratik olamaz.
Hele hele vatandaşının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede ve o ülkenin mevcut anayasası çoğulcu parlamenter sistemine dayalı  ise ve insan temel hak ve özgürlüğünden dem vuruyorsa, buna rağmen siyasette yüce İslam dinine yer verilmiyorsa demek ki arıza-i bir durum söz konusudur.
Nitekim, o zaman hangi siyasi lider çıkıp da normal demokratik, hür bir seçim sisteminden bahsedebilir?
Sormazlar mı?
Çoğulcu demokratik parlamenter sistemine dayalı olan bir sistemin içinde yüce İslam dinine siyaset yapma özgürlüğü yoksa ve hür bir İslam partisi siyaset yapamıyorsa, o zaman hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir sistemin varlığından bahsetmek biraz akla ziyan gelmez mi?
Gelir.
* * *
Hukukun temel felsefesine dayalı olarak bilinen gerçek budur ki halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede siyaset yapılıyorsa, mutlaka o siyaset halkın milli iradesi paralelinde yapılması gerekir.
Milli irade dışında yapılan bir siyaset, başta söylediğim gibi halka hizmet verebilecek bir siyaset sayılamaz.
Olsa olsa, hukukun değil, insanların istek ve arzuları paralelinde uygulanan bir siyaset olur ki hiçbir zaman hukukla yakından uzaktan alakası olamaz.
Olsa da güce ve güçlüden yana bir uygulama olur ki o da antidemokratik hukuk dışı bir uygulama olur..
İnsan temel hak ve özgürlüğüyle, düşünce ve inanç özgürlüğüne dayalı hukuksal bir sistem sayılamaz.
***
Bediüzzaman Hazretleri 25 yaşındayken, Şam’a gidiyor.
Şam’da 100’den fazla büyük ulema kesimi içerisinde bir hutbe irat ediyor.
Ve o tarihi hutbenin adı “Hutbe-i Şamiye” olarak tanımlanıyor.
O hutbede Bediüzzaman Hazretleri, İslam dünyasına şöyle sesleniyor;
“Eyyuhel İhvan! (Ey Müslüman Kardeşler)
Size hutbe irat edebilecek bir kabiliyette değilim.
Amma mademki misafir olarak bana bu hutbe okuma görevini tevdi etmişseniz, ben de kendimi dersini ezberlemek üzere her akşam üstadına veyahut babasına karşı dersini tekrarlayan bir öğrenciye benzetiyorum.
Şu halde izninizle şöyle diyorum.
Unutmayalım ki İslam gerçeği, daima her şeyin üstündedir.
Yüce İslam’ın tefevvuku (üstünlüğü) tüm siyasetlerin üstündedir.
Ancak İslam dünyası içerisinde uygulanan bir milli siyasetin varlığı söz konusuysa, o siyaset İslam’a hizmet etmek kaydıyla siyaset olabilir.
Eğer İslam dünyasında İslam hukuku paralelinde siyaset yapılmıyorsa, bu demektir ki bir seyidin (bir büyüğün) kendi kölesine hizmet yapmaya benzer.
Bilimsel olarak bilinen bir gerçektir ki hiçbir zaman bir büyük, küçüğüne hizmet edemez.
Bir patron, işçisinin hizmetine giremez.
Şu halde İslam dini hiçbir zaman diğer ideolojilere hizmetkâr olamaz.
Tüm siyasi ideolojilerin İslam’a hizmetkâr olması gerekir.
Zira bilinen odur ki tarih akışı içerisinde inanan bir İslam ümmeti imalat yapan bir fabrikaya benzer.
O fabrikanın fabrikasyon cihazlarının dişlileri hepsi birbiriyle bağlı olarak hareket ettiği zaman çalışabilir, normal bir seviyede imalat çıkarabilir.
Eğer yabancı bir dişli o fabrikanın çarkları arasına girerse kesinlikle tıkatır ve çalışma şansını vermez.
Durum böyleyken, anlaşılan odur ki yüce İslam dinine bağlı olan bir toplumun siyaseti, yabancı ideolojilerle karıştırılmamalıdır.
Karıştırıldığı takdirde o uygulamanın içinden fesat ve bozgunculuk çıkar ki toplum hiçbir zaman kendine çekidüzen veremez ve siyasi pusulasını da doğru okuyamaz.
Gerçek manada barış ve kardeşliği de sağlayamaz.
Olsa olsa kargaşa, kavga, terör ve anarşiyle tanışmaktan başka bir yere gidemez.
İslamsız bir siyaset hiçbir zaman fesat, bozgunculuk, terör, kan ve gözyaşlarından kendini uzak tutamayacağı gibi, fiilen toplumsal bir bozgunculukla iç içe bırakılmak zorunda kalır.
Oysaki İslam hukukunun ana hedefi, temel dayanağı; toplum arasında düşmanlığı, husumeti, münazaalı tartışmaları, kişisel ranttan uzak tutmaktır.
Ki bu da İslam hukukunun olmazsa olmazıdır.
Bu olmadığı takdirde, ümmet görevini yerine getirmemekle büyük bir vebal altında kalır.
İslam dışı mefkûrelere, ideolojilere isteyerek oy veren bir toplum, Allah korusun İslam dışı bir badireyle karşı karşıya kalır ki Müslümanlık vasfını bünyesine taşıyamaz durumuna gelir.
Kendi kendine “Ben Müslüman’ım” demekle yetiniyorsa da o da bir nevi aldatmaca olur.
Zira İslam hukuku paralelindeki yapılan bir siyasetin temel düşüncesi ve ana mefkûresi şudur ki; 
Müslüman ne zilleti kabul eder, ne de zilleti başkasına yaşatır.
Yani “La darere vela dirare” (Ne kendine zarar verdirir, ne de başkasına zarar verir)
Ancak insanları insanlara veyahut insanlardan doğan herhangi ideolojilere kul olmaktan kurtarır. 
Yegâne Allah’a kul ettirir.
İslam hukuku hiçbir zaman insanları, başka insanların getirmiş olduğu ideolojilere tabi kılmaz.
Hürriyet-i Şeriyye denilen İslam hukukuna dayalı bir hürriyet şekli varsa, o da kesinlikle mutlak bir İslami Şura’ya bağlıdır.
İslami Şura’ya dayanmayan bir siyaset, hiçbir zaman topluma yarar getirmez.
Kendini kavga, fesat ve bozgunculuktan da arındıramaz.
Böylece ister istemez, toplum hükmen zulmün ve mutlak istibdadın hegemonyası altına girmiş olur.
* * *
Bu itibarla; yüzde 99’u Müslüman olan bir toplumdan bahsediyoruz.
Böylesine bir toplumun siyaset mekanizması; rasgele, çağdışı, insanların keyfine göre gerçekleştirilmiş yasalarla işleyemez.
Gerçek manada insan temel hak ve özgürlüğüne dayalı İslam hukuku paralelinde, işler ve uygulanması gerekir.
O zaman siyasi alanda, gerçek manada çifte standart uygulamalar olmaz, yalan ve kandırmacadan uzak bir siyaset yapılır.
Yoksa siyasilerimizin siyaset meydanında birbirine hakaret etmekle, birbirine küfür ve nefret dolu ifadeleri isnat etmekle, hiçbir zaman o topluma yarar getirebilecekleri söz konusu olamaz.
Her ne kadar “Hizmet aşkıyla siyaset yapıyoruz” diyenler varsa da pek de inandırıcı değillerdir.
Zira kavgalı bir siyaset; nefret getirir, husumet getirir, kargaşa getirir.
Çifte standarttan uzak, hukuka dayalı bir siyasetin yapılması gerçek manada hakka hizmettir ve dolayısıyla halka hizmettir.
Eğer bu şekilde siyaset uygulanmıyorsa, demek odur ki hukuk da uygulanmıyor.
Hukuktan uzak duran bir siyaset, halktan uzak demektir.
Kişisel çıkar ve ranttan uzak durmayan bir siyaset, hukuki değildir.
En derin saygı ve sevgilerimle.