SAĞIR OLMAK, DİLSİZ OLMAK, KÖR OLMAK!

Evet, sevgili okurlar.

Ülke çapında toplum, her gün bir önceki günden daha fazlasıyla terörize edilmiş olayların pençesinde kıvranıp duruyor.

Endişe verici.

Ölüm, kan ve gözyaşı döküyor!

Yıllardan beri faili meçhul cinayetlerden tutun da, diğer çeşitli terör örgütleri ve eylemlerine kadar devlet hiç durmadan mücadele veriyor.

Fakat her ne hikmetse, bugüne kadar büsbütün ne terör olaylarını önleyemediği gibi, ne de önünü almakta bir başarı sağlamış değil.

Oysaki devletin baştan sona kadar bünyesinde taşıması gereken sorumluluk bunların üstesinden gelmektir.

"Vatandaşına huzur, güven ve istikrar" sağlamaktır.

Çünkü devlet için sorumluluk demek, "halkın malından, canından, namusundan, ülke bütünlüğünden, inancından hür düşüncesine kadar her şeyden sorumlu olmak" demektir.

Huzur, güven başta olmak üzere barış, kardeşlik, sevgi, muhabbet, kültürel hayat tarzı ve ekonomiksel olaylara kadar herşeyden, devlet sorumludur.

Onun için bu sorumluluğu taşıyan devletin sağır olmaması lazım, dilsiz hiç olmaması lazım.

Hele hele görme engelli hiç ama hiç olmaması lazım.

Ama heyhat!

Görünen köy kılavuz istemez misali.

Türkiye’de iktidara gelen hükümetler gideni aratıyor.

***

Bu aziz millet on üç sene yüzde 50’den aşağı düşmemek kaydıyla AK Parti’ye iktidar gücünü verdi.

Milli iradeyi teslim etti.

Gerçekten iki dönem iyi geçti.

Ama bu son dönem hiç de iyi gitmedi ve bundan sonra da iyi gideceğe benzemiyor.

Şahsen kamuoyu adına da diyebilirim ki;

Ak Partinin bu hale düşmesinde Sayın Ahmet Davutoğlu’nun herhangi bir kusuru olmadığı gibi, noksanlığından da değildir.

Bilakis çok büyük çaba, didinme gösteren bir Başbakan olmakla beraber, ne yazık ki iktidar partisine bağlı havuz medyasının yalakaları onu topa tüfeğe tutmuşlar, şimdiden peşinen onu düşürme projesini hayata geçirmenin peşindeler.

İşte bize göre sorumluluk söz konusuysa, Ahmet Davutoğlu’nun saf kalpli, temiz ruhlu bir devlet adamı olma biçimidir ki gözü maddeden başka hiçbir şeyi görmeyen Ak Partili zirvedeki bazı kesimler bunu yavaş yavaş istememekte olduğu görünüyor.

Çünkü sudan bahaneler üretiliyor.

Deyim yerindeyse “Öküzün altında buzağı arama” anlayışı içerisinde yürüyen Ak Parti iktidarı “Kaş yapayım derken, göz çıkarmaya” devam ediyor.

7 Haziran’daki yenilgiye herhalde inanmadılar.

Mehmet Ali Şahin bir taraftan, Yalçın Akdoğan öbür taraftan ikisinin de amacı Davutoğlu iktidarını pasifize etmektir.

Öyle inanıyoruz ki başaramayacaklar.

Erdoğan’dan başka üst tabakada beyin bulunmuyor.

Bir Ahmet Davutoğlu var onu da sindiremiyorlar.

Bu nedenle o beyni yakalamadıkları müddetçe, her gün biraz daha kozmopolitleşen bir parti halktan aradığını bulamayacaktır.

Halk hangi gözle bakıyor, onu bilemiyoruz.

Ama durum bundan ibarettir.

***

Aslında toplumun her kesimine düşen gerçek; ter û taze sapasağlam bir toplumun varlığı söz konusu olmalıdır.

Bir toplumu düşünmeyen siyaset, gözü dönmüş, rekabet peşine düşmüş, “devlet ihalelerini nasıl peşkeş edeceğim” düşüncesine dalmıştır.

Bu nedenle; çok yanlış yoldadır.

Tabir yerindeyse “Kulakları duymayan” sağır, konuşamayan, dilsiz bir yaratık haline gelir ki, bir türlü önünü teşhis edemeyecek duruma düşer. Ki, maazallah!

Allah encamımızı hayreyleye.

Allah, Başbakanı bu tür gerçekleri görmeyen, kulakları iyi ses duymak istemeyen insanların şerrinden korusun.

***

İşte başlık olarak da kullandığımız “SAĞIR OLMAK, DİLSİZ OLMAK, KÖR OLMAK” ifadesi bu üç organın maddi olarak çalışmama hareketsizliğine dair değildir.

O'nu kullanmayarak; "menfaat" teminine gitmektir.

Ayetin bünyesinde büyük bir benzetme ve istiare vardır.

Evet.

“Rûm” suresinin 52. ayeti ile 53. ayetin mealini burada özetlemek suretiyle sizinle paylaşmak istiyorum;

“Çünkü sen ölülere işittiremezsin, o daveti sağırlara da işittiremezsin, arkalarını dönmüş giderlerken

Körlerin de şaşkınlıklarından yol göstericisi değilsin, ancak ayetlerimize iman edeceklere işittirirsin de onlar İslâm’a gelir, selâmeti bulurlar”

Bu her iki ayetin yüce mealleri birçok kulağı çınlatıyor.

“Kar’ul asa” denilen kavram, “Bastonun ucunu bir yere vurup ses çıkarmak istediği halde ses çıkaramayan canlı ama cansız bir yaratık” demektir.

Gerçekten Allah’ın ayette buyurduğu “Mevta” kelimesi gerçek manada cansız kalmış biri demek değildir.

Belki hissi duygularını kaybetmiş.

Kulakla duyamaz, gözle göremez, dille zaten konuşamaz manası taşırken, İslam sesini duymayan, halkın istediği milli irade paralelindeki uygulamaların sesini duymayan, manasız birer canlı yaratıklar gibi ortada dolaşıp duran kozmopolit siyasi partilerin haline yöneliktir bu ayet.

Zira ayet, Efendimiz (s.a.v)’e hitaben diyor ki “Sen ne kadar çaba gösterirsen göster, sen onlara gerçek ilahi sesini duyuramazsın”

Dilsiz olan bir mevtaya hiçbir zaman ses yetiştiremezsin.

Ama bir baktın ki sırtını sana çevirip gittiler, seni yapayalnız bıraktılar.

Mahcubiyet ve imkânsızlıklar içerisinde yapayalnız kaldın ve ne yaptığının da farkında değilsin.

Ey Müslüman kardeş!

Nefsini uzun bir deneyimden geçir, kendini sağır (duymayan), dilsiz (konuşamayan), görme engellisi olan kimselerin durumuna sokma ve de biat etme.

Yoksa pişman olursun.

Ama iş işten geçer.

En derin saygı ve sevgilerimle.