ZULÜM VE TOPLUMLAR!?

Evet, sevgili okurlar.
Beşeriyetin derin tarih sayfalarına yerleştirilmiş olan gerçek şudur ki;
Zulümle yâd edilen "ülkeler, milletler ve devletler" silinip gitmiştir.
Yeryüzünü hegemonyası altına alıp, hile ve değişik oyun tezgâhlarıyla büyümek isteyen ülkeler ve devletlerin sonu her daim "yeryüzünden silinip" yok olup gitmişlerdir.
Örnek mi?
İşte, Doğu Roma İmparatorluğu…
Gerçektir ve hiç inkâr edilemez.
Nitekim aynı devletin karşıtı olan İran Sasani devleti de.
O da yeryüzünden silinip gitti.
Yerine Hz. Ömer’in cihatlarıyla İslam’a teslim olup İslam’dan sonra varlığını idame eden İran varlığı da ortadadır.
Hiç kimse bunu inkâr edemez.
Sasani devletinin İslam’a girmeden evvel, yeryüzündeki hükümranlığı tarihi gerçekler içinde kaydedilmiştir.
Ama ne var ki o dönemlerde yeryüzünü büyüklüğüyle işgal eden bu her iki devlet… 
Birincisi Doğu Roma imparatorluğu… 
İkincisi Sasani devleti...
Tarihi Bizans oyunlarıyla yeryüzünde hakimiyetlerini sürdürüyordu.
Hukuk dışı mezalimlerle, işine gelen toplumun içindeki önemli ve güçlü kesimlerin yanında yer alıp, tüm devlet imkânlarını o paralelde kullanıyordu.
Doğu Roma İmparatorluğu “Meşhur Bizans oyunlarıyla” yeryüzüne nam salmıştı.
Ama o entrikalar içindeki o güçlü devlet, varlığını yitirdi.
Bugün ke’en lem yekûn oldu.
Yerine Avrupa’da bölük pörçük devletler türedi.
Şam diyarı İslam ordularının cihadı altında ezilip yok olmaya mahkûm olunca peyderpey sıra Konstantiniye’ye geldi.
Yani İstanbul'a. 
Fatih Sultan Mehmet İslam cihadıyla Konstantiniye’yi ele geçirdi ve 550 seneden beri İslam’la yaşana gelmektedir.
En büyük eserlerinden birisi Ayasofya Kilisesinin Camiye dönüştürülmesi oldu.
İnşallah kıyamete dek de öyle olacaktır.
Nitekim entrikalı yollarla, “Meşhur Bizans oyunlarıyla” devletin gücünü daima para babalarından yana kullanan, güçsüzü güçlüye ezdirme siyasetiyle yaşayan o İmparatorluk bugün artık yok.
Keza İran Sasani devleti de… 
Allahsız, tevhit inancından yoksun, ateşperestlik ve putperestlik anlayışıyla oluşup büyüyen bir devlet ne yazık ki 1400 seneden beri yeryüzünde yok.
Yerine, İslam’a inanan bir İran İslam Cumhuriyetinin varlığı söz konusudur.
Tüm imkânsızlıklara rağmen bugün İran, ciddi ve samimi bir devlet politikasıyla neredeyse Amerika’ya, BM’ye, hatta Rusya’ya karşı meydan okumaktadır ve ayaktadır.
Yani "devlet politikası" dış güçlerin güdümünde olmayan bir devlettir.
Sasani devletinin yok olup gitmesinin temel nedeni;
Devlet yönetimlerini bilgili, ilim, irfan sahibi, vicdan ve adalete sahip olan insanlara değil, Kisranın kızı Boraya teslim edilmişti.
Devlet işi kadının eline verildiği zaman, kadın devletin en kritik yerlerinde rol aldığında, o ülkenin badirelerden kendini kurtaramayacağı tarihi gerçekler içerisindedir.
* * *
Nitekim bunun en bariz şekli, Hz. Süleyman ile Belkıs arasında geçen tarihi gerçektir.
Yüce kitabımız Kur’an diliyle anlatılmaktadır.
Habeşistan devletinin kraliçesi durumunda olan Belkıs, Hz. Süleyman’ın bir mektubuna teslim oluyor ve ülkesini Hz. Süleyman’ın yönetimine veriyor ve kendisiyle de evleniyor.
İşte kocaman ülkeyi yöneten bir kraliçe, ansızın, bir çırpıda Hz. Süleyman’a âşık oluyor ve ülkeyi teslim ediyor.
Sasani Devletinin yok edilmesi, tıpkı Bizans İmparatorluğunun hukuk dışı, entrikalı oyunları gibi… 
Devlet işlerine kadın elinin girmesiyle, terk-i silah ederek İslam’a teslim olmak zorunda kalmıştır.
Bu açık bir delildir.
Tarihi gerçektir.
Ve tarihin sayfalarına tescil edilmiştir.
* * *
Nitekim Efendimiz (s.a.v), günün birinde Sahabelerinden birisini İran’a gönderiyor…
Onları İslam’a davet etmek için Kisra’ya mektup gönderiyor.
Ve o mektup alındıktan sonra yırtılıyor.
Dönen sahabe, Resulullah’a mektubun yırtılmasına dair üzüntülerini bildirirken, Resulullah sahabeye hitaben; 
“Sen oralarda ne gördün?” sorusuna karşı…
O sahabe şöyle cevap veriyor;
“Efendim.
Benim gördüğüm tek bir gerçek vardı ki Sasani Devletinin yönetimi Kisra’nın kızı Bora’nın elindeydi.
Bora, devletin yönetimini eline geçirmiş durumda”
Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor;
“O mektubun yırtılıp parçalanması gibi çok yakında Sasani Devleti de bölünüp parçalanacak ve İslam’a teslim olacaktır” 
Efendimiz (s.a.v) orada mucizeli bir ihbarda bulunuyor.
Bunun sebebi de devlet işlerini kadının eline verdiği içindir.
“Len yeflehe kavmün, iza vellev emrehum ila imre’etin” Hadis-i Şerif’iyle sabit kılınmıştır.
Yani “Bir toplum, devlet işlerini kadının eline teslim ettiği zaman iflah olamaz”
Bu hadisten anlaşıldığına göre;
Efendimiz (s.a.v); Tevhit inancından yoksun, ateşperest bir İran Devletinin sonunu bildiriyor.
Ve gerçekten Efendimiz (s.a.v)’in vefatından sonra Hz. Ömer hilafeti döneminde Sasani Devleti, İslam ordularına karşı yenik düşüyor ve İslam’a teslim olmak zorunda kalıyor.
Evet.
Bugünkü İslam dünyasının…
Özellikle Türkiye’mizin içine düşmüş olduğu terör, kan, gözyaşları, ekonomiksel sıkıntılar, rüşvet, adam kayırma, güçlünün güçsüze karşı üstünlüğü ve toplumsal bir kargaşaya düşme hali ve kadının söz sahibi olma hali anılan o tarihi gerçeği onaylamaktadır.
* * *
Bakınız sevgili okurlar.
Neredeyse yüz yıldan beri Türkiye’nin içine düşmüş olduğu en büyük sıkıntı; iktidarlarla muhalefetler arasındaki derin ihtilaftır, görüş ayrılığıdır, milli birlikteliğe halel olgularının yaratılmasıdır.
İktidar herhangi bir işe “Ak” diyorsa, muhalefet kasten “Kara” diyor.
Hele hele bu 1915’teki Ermeni Hadisesi…
Bugün dünya neredeyse bizi yalnız bırakmış durumda.
Medyasından tut, muhalefetin değişik görüntüleri ve önemli bazı kesimler, utanma belası olmasa Vatikan’daki Papa’nın konuşmasını, soykırım yaftalarını, onaylamak üzeredirler.
Tarihi bir gerçeği daha ifade etmeden geçmek istemiyorum.
24 Nisan 1915 Çanakkale Zaferinin 100. yıldönümüdür.
Bu zaferi; devlet ve milletin el ele vererek kazanmış olduğu halde, neredeyse sadece bir iki kişiye mal ettirme sevdası içinde olan, yanlışları konuşan bir tarih vardır.
Oysaki o zafer Hakkarili, Karslı Hasan-Hüseyinlerin ve Edirneli, Makedonyalı Ahmet-Mehmetlerin kahramanlıklarıyla gerçekleşmiştir.
Asıl düşündürücü olan gerçek şudur ki;
Nasıl olur da Çanakkale Boğazı’na gömdürülen düşman, üç sene sonra tek bir kurşun sıkmadan, yani İngilizlerin İstanbul’a girmesi vakasının başlı başına düşündürücü bir olay olduğundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Açıkçası 24 Nisan 1915’te zafer gerçekleşiyor ve 1918’de de Osmanlı hezimete uğruyor.
İngilizler aynı Çanakkale Boğazı’ndan elini kolunu sallayarak tek bir kurşun sıkmadan gelip İstanbul’u istila edebiliyor.
Asıl odak nokta burada.
Gerçek vakıa bu olmalıdır.
Bu olay tümüyle unutularak, görmezlikten gelinerek, illaki birileri tarafından Çanakkale Zaferi gerçekleştirilmiştir deniliyor..
Kahraman Osmanlı askerlerine bir şey yok.
O zaferin, sadece bazı komutanlara mal edilmesi gerçekten bize göre tarihi yanlışlıktır.
Sormazlar mı?
Allah aşkına 1915’teki zafer ne oluyor da 1918’de tam tersine dönüştürülüyor ve İngilizler gelip İstanbul’a oturuyor?
Her nedense buna cevap bulunamıyor…
En derin saygı ve sevgilerimle.