TÜRKİYE’DE MASONLAR VE MÜNAFIKLARIN PLANLARI!?

Evet, sevgili okurlar.

Üstat Bediüzzaman Hazretleri Tarihçe-i Hayat’ının ilk bölümünde, talebelerine hitaben şöyle demiştir…

“Aziz, sıddık kardeşlerim!

Sizin sebat ve metanetiniz, masonların ve münafıkların bütün plânlarını akîm (sonuçsuz) bırakıyor, alt üst ediyor.”

Üstadın bu ifadesinden anlaşılan şudur ki;

İslam’da ihlas, en önemli unsurdur.

Samimiyetle, ciddiyetle ve ihlâsla yaşamak, İslamiyet’in vazgeçilmez temel taşıdır.

Ne yazık ki…

Türkiye’de kendine Müslümanlık görüntüsünü verip, laikçi, Kemalist anlayışların paralelinde, gizliden gizliye çalışan nice münafık ve masonların varlığı hep söz konusu olmuştur..

Nitekim, Üstat Bediüzzaman hazretleri de, öğrencilerine hitap ederken, "bu gerçeğe" vurgu yapıyor…

Çünkü, yüzyıldan beri ikiyüzlü, münafık tıynetli, mason anlayışa sahip nice insanlar yüzünden, ülkemiz; doğulusuyla, batılısıyla, Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Arabıyla, Acemiyle herkes, hep zarar görmüştür.

Ve zarar görmeye de devam ediyor.

Bu nedenledir ki 14 yıldan beri iktidarda bulunan Ak Parti, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın liderliğinde tüm bu sıkıntılara rağmen, çok büyük bir mücadeleyle ancak onlarla başa çıkabilmiş gibi görünüyor ise de hala tümüyle değildir.

Zira AK Parti’li olup AKP’li rantiyeci insanların varlığı, ne yazık ki bu partinin de salt çoğunluğuna rağmen, daha dev adımlarla tez elden ilerlemesine engel teşkil etmektedir.

İnanın, bu tür iki yüzlü insanlardan olmasaydı, Referandum’daki sandıktan çıkan oyların boyutu Yüzde 60 ile 70 arasında olacaktı?

Ama tüm bunlara rağmen, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın büyüleyici konuşmaları sayesinde inşallah ümit var oluyoruz ki yine çoğunlukla “Evet” oyu çıkacaktır.

Herkes ama herkes, buna inanmalıdır ki; Türkiye’nin bugün her şeye rağmen “Evet” demekten başka çaresi yoktur.

Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin de, yüzyıl önce vurgulamak istediği gerçekte budur…

Eğer bu memleket; gerçekten sebat, metanet, ciddiyet, iman ve İslam nokta-i nazarında hareket ederse, CHP dahil olmak üzere hiçbir siyasetin varlığı söz konusu olamayacaktır?…

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Üstat devamla şöyle diyor;

“Âlem-i İslâm'ı alâkadar eden ve bin üç yüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiaze ettiği (Allah'a sığındığı) bir zamanın ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlamış bulunuyordu.

Bir gün riyaset odasında, M. Kemal Paşa ile iki saat kadar konuştular.

İslâm ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle, şeair-i İslâmiyeyi (İslam’ın ana ilkelerini) tahrip etmenin, bu millet ve vatan ve Âlem-i İslâm hakkında büyük zarar tevlid edeceğini; eğer bir inkılab yapmak îcab ediyorsa, doğrudan doğruya İslâmiyet'e müteveccihen Kur'an'ın kudsî kanun-u esasîsi (Kur’anın İslam ülkeleri için yegâne bir Anayasa unsurunu teşkil ettiği) noktasından yapmak lâzım geldiği mealinde ihtarlarda bulunur ve şu temsili dersi verir.

Meselâ: Ayasofya Câmii, ehl-i fazl'u kemalden mübarek ve muhterem zâtlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup câmiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa, bir adam o câmiye girip ve o cemaat içine dâhil olsa; eğer güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur'andan bir aşır okusa, o vakit binler ehl-i hakikatın nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile o adama bir sevab kazandırırlar.

Yalnız, haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek-tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek.

Eğer o mübarek câmiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süfli, edebsizcesine fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa; o vakit haylaz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyata teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebilerin istihzakârane tebessümlerini celbedecek.

Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatın bütün efradından, bir nazar-ı nefret ve tahkir celbedecektir.

Esfel-i safilîne sukut derecesinde nazarlarında alçak görünecektir.”

Üstadın burada belirtmek istediği;

Ülkemizin yegâne kurtuluş çaresi, samimiyetle, ihlasla İslam hakikatlerine sarılmaktır…

Yüce Kur’an-ı Kerim’in temel hükümlerini ön planda tutmaktır ve ona sarılmakla ülke ancak kurtuluşa erebilir.

* * *

Öyle inanıyoruz ki Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın da direk olarak böyle şeyler telaffuz etmiyorsa da ruhi derinliklerinde bu gerçeklerin yattığı inancındayız.

Bu inançtan şaşmamamız için, o anlayış paralelinde birbirimizle kenetlenip “Evet” demekten başka bir çaremiz yoktur.

Zira 1924 Anayasası kesinlikle yabancı mihrakların direktif ve talimatları doğrultusunda oluşmuş bir Anayasa olup, artık canlılığını, yeniliğini ve hükmen meşruiyetini çoktan yitirdiği açıktır…

Ve bariz bir şekilde kokuşmuş bir sistem durumuna girmiştir.

Bunu oylarıyla yeniden canlandırmaya çalışan bir teşebbüs, kesinlikle memlekete hayır getirmez.

Zarardan başka hiçbir şey söz konusu olamaz.

* * *

İşte bu anayasa, İskilipli Atıf Hoca’yı darağacına götüren bir Anayasadır.

Unutmayalım ki 7 Mart 1925’ten itibaren görev yapan Ankara İstiklal Mahkemesinin iş yoğunluğunu Prof. Dr. Ergün Aybars’ın verdiği rakamlar yeterince göstermektedir.

Yazar Mustafa Armağan Beyefendi’nin de tespitlerine göre; şöyle bir tarihi gerçek ortaya çıkıyor.

Dönemin Ankara İstiklal Mahkemesi’nin yoğunluğu şöyle görünüyor;

Bakılan dava sayısı: 256

Yargılanan sanık sayısı: 1669

Mahkûm edilenlerin sayısı: 669

Verilen toplam hapis cezası: 3 bin küsur yıl

İdam cezası; 128

Sürgün cezası: 50

Müebbet, kürek ve sürgün cezası: 7

Ankara İstiklal Mahkemesi’nin ana meşgalesini “İrtica” ve “Şapka”ya muhalefet oluşturmuştu.

İskilipli Atıf Hoca’yı idama götüren dava gibi.

İşin garibi bugün asker ve polisler dışında sivil olarak hemen hiç kimsenin giymediği ülkemizde 25 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan “Şapka İhtisası hakkındaki Kanun” hala yürürlüktedir.

Ve Anayasamızın güvencesi altındadır.

Peki, sevgili dostlar.

Sormazlar mı?

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Aynı kanunla idam edilen bir İslam âlimi…

Ve bugün yürürlükte olduğu halde resmi sıfatlar dahi giymiyor, o kanun uygulanmıyor.

Merhum İskilipli Atıf Hoca’nın Mahkeme Başkanı’na verdiği çok önemli bir cevabı sizin nazar-ı dikkatinize çekmek üzere buraya alıyoruz.

İstiklal Mahkemesi Başkanı, Atıf Hoca’ya diyor ki;

“Sarık da bir çaput, bu şapka da bir çaput, onu çıkarıp bunu giysen ne olur?”

Atıf Hoca, idamlık olduğunu anladığı halde şöyle cevap veriyor;

“Reis Bey, arkanızdaki bayrak da çaput, İngiliz bayrağı da çaputtur.

O bayrağı arkanızdan alıp, İngiliz bayrağını da assanız ne olur?”

Hayretler içerisinde cevap veremeyen Başkan, tabii hukuka dayalı bir gerçeği temsil etmeyen bir Hâkim olduğu için, ancak Atıf Hoca’yı idam etmek üzere görevlendirilmiş bir Maşa denilebilir ki cevap veremiyor, cevap veremeyince de idamına karar veriyor.

* * *

İşte Üstat Bediüzzaman Hazretleri, Mart 1909’da dini bir gazeteye şöyle bir takriz yazıyor;

“Biz kalu beladan cemiyet-i Muhammedi’ye dahiliz.

Cihetül vahdet (birlik beraberlik cihetimiz), ittihadımız (birliğimiz), tevhittir.

Peyman ve yeminimiz (sözleşmemiz) imandır.

Mademki muvahhidiz, müttehidiz.

Her bir mümin ila’i kelimetullah ile mükelleftir.

Allah’ın kelimesi olan kelime-i şehadeti yükseklerde tutmakla mükelleftir.

Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir, yüceltmektir, inancımızı yükseklerde tutmaktır.

Zira ecnebiler başta silah teknolojisi olmak üzere bizi istibdad-ı manevileri altında eziyorlar.

Biz de onları geçmek üzere fen ve teknoloji sanat silahıyla ila’i kelimetullahın (kelime-i şehadeti) yücelerde tutmanın en müthiş düşmanı o cehalet, fakirlik, ihtilaf ve bölücülüktür.

İşte bu yanlışlarla cihad etmemiz gerekir.

Ki başımız dik, alnımız ak olmak üzere bu düşünce paralelinde bölünmeden, ayrılmadan hareket etmeliyiz.

Yoksa bölücülükle, kavmiyetçilik ırkçılıkla yaşayan bir toplum hiçbir yere gidemez.

Milletçe aklımızı başımıza almalıyız.

Ve artık bu anayasanın hükümlerine “Dur” demeliyiz.

CHP’nin altı okuna bel bağlayıp bir yerlere gidemeyiz.

Ne kadar fitne unsuru varsa, tümüyle bu efsanevi altı oklu partinin bünyesinden çıkmıştır.

Onun için Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v), şöyle buyurmuştur;

“Ya Rab!

Ahir-i zaman fitnesinden sana sığınırım”

İşte ahir-i zaman fitnesi, ne yazık ki yıllardan beri içimizde tekerrür etmiştir, yerleşmiştir, sabitleşmiştir, kök bırakmıştır.

İman ve inanç gücüyle o fitneyi kökünden söküp atmamız için “Evet” ifadesini sandıktan çıkarmamız gerekir.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar..