YANLIŞ SÖYLEMEK, YALAN SÖYLEMEK DEMEKTİR! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet köşemizde sizinle paylaşmak istediğimiz ana stratejimiz ve gayemiz; toplumun yekvücut olarak el ele verip bu 16 Nisan günündeki “Evet” ve “Hayır” arasındaki gerçek seçim şansını kaybetmemek için, herkes kesinlikle anlamalıdır ki “hak ile batılı” birbirinden ayırt edebilme şansı ancak o günde yakalanabilir.

Dün de ifade ettiğimiz gibi Türkiye’miz için bu son bir şanstır.

Yıllardan beri memleketimizin başına kirli siyaset çorabı ören kirli görüş ve propagandalara artık “paydos” denmelidir.

Bu bize göre son bir uyarıdır.

Küfürden, inançsızlıktan kaynaklanan batıl ve adeta diktayı uygulayan tefessüh etmiş bir sisteme artık “yeter” denmelidir ve aklımızı başımıza almalıyız.

“Evet” kelimesini kullandığımızda da kesinlikle fani insanların makam ve mevkilerini muhafaza etme veyahut uzun süre oturtma inancında değil.

Ancak “Hak” nerdeyse, “Hakkın” yanında yer almak, batıl ne ise batılı da var gücüyle silip atmak.

Zira gerçekler “Baki”dir, insanlar “Fani”dir.

Gerçekten, sevgili okurlar.

“Evet” ile “Hayır” arasındaki uzantı; Allah (C.C)’ın ruhlar aleminde insanlara seslenirken, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” demesiyle, “Belâ (Evet)” diyen insanlar Müslüman olmuşlar, dünyada imanla yaşama şansını kazanmışlardı.

“Hayır” diyenler ise tam tersine küfür sistemi içinde boğulmaya mahkûm olmuşlardı.

Nitekim “Mülk” suresinin 9, 10 ve 11’inci ayeti bize aynen bu tarzda çok önemli, önemli olduğu kadar da inandırıcı ve düşündürücü bir gerçeği anlatıyor.

Bu ayet-i celile bize bir Kur’an meşalesi, aydınlatıcı bir gerçek olarak yol göstermektedir.

Tüm insanlığa hitap ederken, özellikle Türkiye’mizde cumhursuz bir cumhuriyet döneminde kurulan yanlış sistem yüzünden, bu millet artık bir uyarı mahiyetinde zaman dilimi içerisinde böylesine ayetlerden ders-i ibret alması lazım.

Ayetlerin yüce meali aynen şöyle;

9- (Onlar:) “Evet, gerçekten bize (bu azabı haber veren) bir uyarıcı geldi. Fakat biz (o uyarıcıyı) yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz” dedik.

10- Yine şöyle derler: “Eğer dinlemiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateşin halkı arasında olmayacaktık.”

11- Böylece günahlarını itiraf ederler. (Onların yüzlerine karşı şöyle denir:) Çılgınca yanan ateş halkı (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun!

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Bu tüm insanlığa yönelik ilahi bir hitap olduğu kadar, batıl ile hakkın çarpıştığı yerlerde batılın yanında yer almakla ne yazık ki bu ayetlerin tehdidinden kurtulamaz.

Tıpkı dünkü sohbetimizde “A’raf” suresinin 179. Ayetinin yüce mealini hatırlattığımız gibi.

90 yıldan beri laikçilik paralelindeki “Devrim ve İnkılâplar” istismarı altında inanan toplumumuzun özgürlüğünün elinden alınmış olmasını milletçe unutmamamız gerekir.

Cumhurbaşkanımızın net olarak bize hatırlattığı çok önemli olaylar, boşuna değildir.

Prof. Dr. Sami Selçuk da “Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne” isimli kitabının 70. Sayfasında aynen şöyle diyor; 

“Atatürk Devriminin laiklik anlayışı, devlet yapısında dini değil, dinin içinde devleti yadsıma temelinde gelişmiştir.

Dini, yalnızca siyasal bir güç olmasını önlemek değil, onu vicdanlara hapsederek düşünce yaşamının dışına itmek amaçlanmıştır.

Yığınaktaki bu yanılgı laikçiliği hatta laikleştirmeciliği hızlandırmıştır.

Laikleşmeyi ise doğal yatağından çıkarılmıştır.

O nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı devlet bünyesine ve böylece din denetim altına alınmış.

Öğrenim tekliği (Tevhid-i Tedrisat) ve tekelciliği sağlanarak salt bilimsel yöntemlerle düşünen ve de inanan kuşaklar yetiştirilmek istenmiştir.

Dinin gereklerini öğrenmek için, aile eğitiminin yeteceği ileri sürülmüş ve dinsel eğitim yasaklanmıştır”

* * *

Gerçekten böyle midir sevgili dostlar?

Böylesine baskıcı bir sistemin artık sonlandırılması gerekmiyor mu?

Yüce İslam dinimizi kökten kaldırmaya çalışan bir baskıcı sistem ortada olduğu gibi, göz göre göre “bu sistem devam etsin, ortadan kaldırılmasın, yüzyıldan beri nasıl inancımıza, dinimize, özgürce yaşam şeklimize pranga atılmış, bundan sonra da böyle pranga mı atılsın?

Artık yetmiyor mu?

Aklımızı başımıza almamız gerekmiyor mu?

Bilimsel olarak, tarihsel olarak düşünmemiz gerekmiyor mu?

Bakınız, Sayın Selçuk şöyle devam ediyor;

“Atatürkçülüğün uzak amacı olan Demokratik, Sivil toplum, hukuk devleti bağlamında değerlendiremezsek, geçiş dönemini hep barışçıl yollarla aşamayız.

Hem de uzatmış oluruz, bundan ciddi olarak kaygılanmaktayım”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Aslında bize göre Atatürkçülük anlayışına dayalı Kemalizm, laikçilik, “Devrim ve İnkılâplar” gölgesinde yıllardan beri aziz milletimize kurulan bir tuzaktır.

Zımnen kirli ırkçılığa dayalı bir tefrikadır ve bölünmeye yönelik atılan bir ırkçılık tohumudur.

Bu da bugüne kadar kar yerine çok büyük zarar getirmiştir.

Artısıyla eksiliği karşı karşıya getirdiğimizde net ve açık olarak kendini zaten ele veriyor ki bu “yerli malı” değil, haçlı ve Siyonist emperyalizmden ithal edilmiş jurnalca bir harekettir.

Evet.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Rad” suresinin 11. Ayetinin yüce meali bize şunları hatırlatıyor.

“Onu (insanı) önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır ki, Allah'ın emriyle onu korurlar. Herhangi bir toplum, tutumunu değiştirmedikçe Allah o toplumun konumunu değiştirmez. Allah, bir topluma (kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak) ceza vermeyi dilediği zaman, artık onu geri çevirecek (kimse) yoktur. Onlar için Allah'tan başka hiçbir koruyucu da yoktur”

Yani “Allah’ın bir toplumu değiştirmesi, o toplumun kendini değiştirmesine bağlıdır.” ifadesine gelince Allah (C.C) insanlara bazı nimetleri lütfeder, ummadıkları yerden zenginlikler ihsan eder ve onları sınamak için, farklı testlerden geçirir.

Eğer insanlar verilen nimetin kıymetini bilmezse, nankörlük ederse, Allah verdiği nimetleri geri alır, böylelikle toplum kendi kendini değiştirmiş olur.

Bu itibarla “bir toplum, kendini değiştirmediği müddetçe, Allah onu hiçbir zaman değiştirmez ve mağdur da etmez”

Ama hak ederse, kendi kendini mağduriyete ve bataklığa sevk eden unsurların varlığı içinde yaşatılırsa, o zaman Allah korusun, hak ettiği ilahi tokattan da kendini kurtaramaz.

Tıpkı “Hud” suresinin 117. Ayetinin yüce meali gibi;

“Yoksa senin Rabbin, halkı dürüst davrandıkları sürece, bir toplumu asla helak etmez.”

En derin saygı ve sevgilerimle.