BAŞARILAR SAYIN BAŞBAKAN

Sayın Başbakanla birlikte Paris ziyaretim olmuştu. Resmi işlerin bitimi üzerine guruptakiler hep birlikte bir kafeye gidip bir şeyler içelim dedik.

Parisin çok temiz havasının olduğu günlerden birisinde bir kafeye gittik, çay kahve içtik. Ortam sakin, hava üfül üfül esiyor, henüz vakit çok geç olmamasına rağmen, sokaklar sessiz,sakin. Birkaç Parisli aceleyle evlerine gidiyor. Bu sukunet bizlere  sinmişti ki, guruptan kimdi hatırlamıyorum, gelin bu ülkeye olan gezimizi değerlendirelim dedi. İstek kabul görüne;

Herkes kendince gezinin ilginç bulduğu yönlerinden kısaca bahsetti.

Ben de Başkanlık sarayında Paris Milletvlekilleri ve Senatörleri ile olan resmi nitelikteki toplantıyı ilginç bulduğumu söyledim. Toplantı da Sayın Başbakanımız ile Sayın Ahmet Davutoğlu, Sayın Ömer Çelik, Sayın Prof Dr Mustafa Ünaldı ve bendeniz vardım.

O toplantı da İktidar Partisinin Milletvekilleri ve Senatörleri, Türkiye’nin Ak Parti ile demokrasi ve insan hakları konusunda çok büyük aşamalar kaydettiğini, özellikle 1 Mart 2003 Irak tezkeresinin reddi ile Türkiye’nin ABD nin güdümünden çıktığını, tam bir demokratik hüviyete kavuştuğunu, bu açıdan Türkiye Parlamentosunu tebrik ediyoruz yolundaki açıklamayı hem çok manidar, hem çok öğretici bulduğumu anlattım.

( Parantez içinde belirteyim, 1 Mart tezkeresinin reddi ile ilgili konuda oyum belli olduğu için, Demokrasinin beşiği olarak kabul edilen bir ülkenin milletvekili ve senatörlerinin değerlendirmesi çok hoşuma gitmişti)

Sayın Ahmet Davutoğlu bey ile bir defa da Diyarbakır’da 2010 referandumu esnasında bir arada olduk. Önce Karayolları ağırlama salonunda, sonra da miting alanında. Ben Karayolları salonunda kendilerine İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde öğrenciliğim yıllarında Arapça dersi öğretmenliğimizi yapan merhum Ahmet Davutoğlu hoca ile bir akrabalık bağlarının olup olmadığını sordum. Cavit Bey bir merhum ile isim ve soy isim benzerliğinden başka bir akrabalığımız yok, merhum BOŞNAK ve Bosna göçmeni idi. Ben Konyalıyım demişti.

2010 yılı referandumundan sonra biliyorsunuz 2001 yılından itibaren Suriye olayları patlak vermeye başladı. Suriye olayında son olarak Sayın Ahmet Davutoğlu’nu, Esed ile Suriye’de 6 saat süren toplantı ile çok iyi hatırlıyorum. O toplantı esnasında Sayın Davutoğlunun Esed’i iyice köşeye sıkıştırma planını hissettim ve bölge çok farklı, daha çok bilgiye ihtiyaç var diyerek içimin acıdığını hatırlıyorum.

Suriye olayı dördüncü senesine girdi. Oysa o günkü konuşmalara bakıldığında, olayın 3-5 ayda biteceği sanılıyordu. Günün konjonktürel gelişmeleri sebebiyle Türkiye, o meselede batıya, özellikle ABD ye aşırı güven duyuyordu.

Bu güven sebebiyle Suriye’de bir iç savaş çıkarsa, bunun sorumlusunun Esed olacağı yolundaki uyarıların dozu hayli yüksekti.

Esed bizim bu elimizi gördüğünde; mültecilere kapılarımızı açacağımızı ifade ettik, bununda ötesinde güya batılılar tarafından da kabul gören(bu kabul her ne menem bir şey ise) ÖSO’ ya tam desteğimizi verdik. Özgür Suriye Ordusu, isminden de belli ordu, Esed ile dozu düşmüş olsa da şu ana kadar çatıştı.

Esed ile bu çatışmalarda 200 bin insan öldü, 5 milyondan fazla Suriyeli mülteci duruma düştü. Bunun bir buçuk milyonu Türkiye’de.

Aslında hatırlarsanız mülteci sayısının 100 bini aşması bizim için kırmızı çizgi ve kritik eşik olarak kabul ediliyordu.

Bunun diplomatik söylemde anlamı, bak ey Esed bu sayı 100 bin aşarsa, biz olaya müdahale ederizdi.

Ancak sayı 1,5 Milyonu buldu, bizim kırmızı çizgimiz tabir caiz ise Gaziantepe kadar çekildi. Pazartesi günü devam edelim.