GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazımızda başlık olarak kullandığımız “GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU” kavramının içeriğini, A’dan Z’ye kadar sizlerle paylaşmıştık.

Gerçekten, Türkiye’miz o günden günümüze dek hep içten vurulmaya çalışılmıştır...

Her nedense hep aldatılabiliniyoruz?

Müslüman olarak kandırılabiliniyoruz?

Hele hele İslami kisve altında yola çıkıp da siyaset yoluyla kişisel rant peşine düşenler tarafından kandırabilinmemiz?

Rantlarını gizli planda tutarak yürüyen birçok siyasetcinin var olması?

Özellikle muhafazakâr siyasetin bünyesinde; kendilerini kamufle etmeleri?

Önemli meseleler…

Muhafazakârlık kavramı adı altında, daha doğrusu Müslümanlık veya herhangi bir dernek, kurum ve kuruluş adına yola çıkan birçok fetbazların günümüzdeki varlıkları; "derin" bir tahribattır…

Yaptıkları hile, oynadıkları oyun, dağları eritir misali…

Nasıl ki, Selçuklu İmparatorluğunun başında bulunan Alparslan gibi büyük devlet adamlarına karşı girişilen hile, mekir ve kendilerini suret-i haktan gösterme becerisi; ne yazık ki günümüzde Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik de girişilmekte…

Öyle ki devlet işini, rantları içinde olmadığı takdirde laçkalaştırıyorlar.

Bunu fazla uzatmaya gerek yok.

***

Bakınız sevgili okurlar…

Bir önceki akşam Ankara’da beş yıldızlı bir oteldeydim.

Geceyi orada geçirdim.

Resepsiyondan odama “Namaz kılmak” üzere bir seccade ve bir Kur’an-ı Kerim istedim..

Ki Namaz’dan sonra okuyayım istedim.

Çocuklar gönderdiler bana bir seccade ve bir Kur’an-ı Kerim.

Üzerinde Kur’an yazıyor.

Ama ne yazık ki Kur’anla uzaktan yakından alakası yok.

Latince harflerle yazılmış…

Bir tarafı Arapça, bir tarafı da Türkçe’ye çevrilmiş sözde manası.

Kur’anın orijinal harflerinin Arapça harfleriyle de alakası yok.

Yazarın ismi Ahmed Hulusi.

İsim tabiatıyla belki de müstear, yani gerçek isim değil...

O kitabı biraz inceledim, baktım ki oyuncak.

Ama çok lüks bir kapakla yapılmış.

Çok büyük bir para lazım ki o Kur’an öyle bastırılsın.

Aldım, inceledim.

Arapça yok, sadece Türkçe ve Latince harfler var.

Ve buna da; Kur'an-ı Kerim ismini yazmışlar..

Bu esnada elbette ki üzüldüm.

Böyle Kur’an mı olur?.

Akif’in dediği gibi;

“Böylesine soytarı, sözüm ona Kur’an hafızları mı olur?”

Kur’anın bir mecrası var, o mecrada gitmek lazım.

Sonra araştırdım.

Bu insan Amerika’da büyümüş.

18-20 yaşına kadar ateistmiş…

Amerika’ya gitmiş eğitimini görmüş.

Güya sözde dönmüş, Kur’ana yapışmış, Kur’anı da İngilizceden Türkçe’ye çevirmiş.

Orjinalini de Türkçe olarak Latince harflerle yazmış...

* * *

Bu vakıa karşısında...

Aklıma; “Tevbe” suresinin 32. ayeti ile 33. ayeti geldi.

Ondan sonra 34. ayete de göz gezdirdim.

Baktım ki hakikaten “İslam dininin söndürülmeyen nuru olan Kur’an-ı Hakim’i ağızlarıyla söndürmeye çalışıyorlar.

Allah da nurunu tamamlamak istiyor.

Velev ki kafir istemese bile.”

Bu üç ayet, yaşadığım ve gördüklerimi bir ölçüde ders-i ibret olarak hatırlattı..

Demek ki..

1439 sene evvel devrisaadette nasıl ki yüce İslam’ın ana çizgileriyle oynamışlar, aynı o zincirleme uzantısı günümüzde de devam ede gelmektedir.

Belki kıyamete dek de devam edecektir.

Ama Müslümanlar gecesini gündüzüne katarak, meşru zeminde, yasal çerçeveler içerisinde mücadelesini vermelidir.

Aksi takdirde her gün biraz daha İslam bize sırtını döndürür…

Kur’an küser gider…

Biz de yeryüzünde münafık tıynetli, rantiyeci grupların safına girmekten kendimizi kurtaramaz hale geliriz?

İşte bu noktada gayret-i İslamiye aklıma geldi.

Düşündüm.

Bir önceki yazım “Gülhane Hatt-ı Hümayunu”ndaki Osmanlı cihanşümul devletinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir dememek mümkün değildir.

O cihan devleti, 624 yıllık hükümran olan ve bünyesinde birçok etnik kökeni İslam şemsiyesi altında barındırabilmiş bir devlet.

Bugün o nurunu tamamlamak gerekirken, tam tersine sahte isimlerle, politik yobazlıklarla, İslam’ın kisvesi altında kendini İslam görüntüleriyle makyajlayarak yola çıkan nice rahip amirler gibi, nice Mustafa Reşid’ler gibi, daha nice nice münafık tıynetli, ruhlu kişiler vardır…

Ne yazık ki hep kendilerini suret-i haktan göstererek, İslam’ı ön planda tutarak, İslam’ın gölgesinde kişisel rant teminiyle yola çıktıklarını, Hindistan’daki Sağır Sultan dahi biliyor.

***

Evet, Kur’an diyor ki;

“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmeye çalışıyorlar.

Ve Allah da kesinlikle nurunu tamamlayacağına dair söz veriyor.

Velev ki o kafirler istemeseler bile.”

33. ayet ise şöyle diyor;

“Müşrikler istemese de o dini (İslam’ı), bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir.

Bu ayet şöyle yorumlanıyor;

“Kafirler hoşlanmasa da, müşrikler istemese de, Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez” ifadesi, kâfirlerin zoruna gitse de, müşriklerin canı sıkılsa da Allah (C.C)’ın dinini mutlaka tamamlayacağı ve buna kimsenin engel olamayacağı müjdesini vermektedir.

Bu vaat sadece asrısaadette değil…

Geçmişten günümüze kadar her zaman müminlerin kalplerine güven ve huzur aşılayarak yoluna devam etmelerini, inkârcıların bütün hile ve tuzaklarına rağmen, insani normları aşan gayretleriyle hedeflerine doğru ilerlemelerini sağlamıştır.

Çünkü Allah (C.C), inananların mutlaka galip geleceğini ve böylece nurunu tamamlayacağını müjdelemiştir.”

Böylece Müslüman, tüm bu “kazurat-ı beşeriye” denilen kötülüklere rağmen ümitsiz yaşamayacaktır.

Ve Allah’tan bekleyecektir.

Tüm bunlara rağmen, ne yazık ki İslam zaman zaman arkadan vuruluyor.

Bir türlü toparlanamıyor.

Çünkü içimizdeki halis olmayan, samimi olmayan, ciddiyetsiz insanların varlığı söz konusudur.

En derin saygı ve sevgilerimle…