HAC MI, UMRE Mİ, PİKNİK Mİ?…

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi dün Diyarbakır’ımızda “Kudüs, Mescid-ül Aksa ve Filistin” davası uğruna Hüda-Par tarafından organize edilen büyük bir miting yapıldı.

Yaklaşık yüz elli bin insanın o meydana toplanması ve “KUDÜS’Ü SAHİPLENİYORUZ” sloganıyla koro halinde haykıran sesler adeta göklere yükseliyordu.

Yıllardan beri solcu, ateist, marksist, din, iman tanımayan “Zerdüştlük, putperestlik ve Mecusilik” anlayışına adeta teslim edilmek istenen Diyarbakır, bugünkü bu “KUDÜS’Ü SAHİPLENİYORUZ” mitingiyle, geçmişe yönelik çarpıklığa deyim yerindeyse büyük bir şamar atıp, "dur" demiştir...

Ve dua ediyoruz…

O balçıklı çukur ve bataklık, bir daha yöremizin başına "bela" olmasın…

O günlere geri; dönülmesin.

Dönülemez de…

Zira görünen odur ki Türkiye kendini yeniliyor.

Her gün dev adımlarla yeni bir Türkiye’ye doğru yürüyen, anlayan ve inanan bir millet vardır, artık o geçmiş kabus dolu günleri istemiyor.

***

Dün akşam Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Mevlana’nın 744. Vuslat Yıldönümü münasebetiyle Konya ilimizdeydi…

“Şeb-i Arus” gecesi etkinliğine katıldı..

Erdoğan geceye dair, "mana âlemini" anlatırken, konuşmalarıyla hem maddi, hem de manevi duygularımızı okudu…

Cumhurbaşkanımızı tebrik ediyoruz.

Ve Allah razı olsun diyoruz.

Aydınlatıcı, uyarıcı konuşmaları, yeni bir Türkiye’ye doğru "uyanan ve dirilişe geçen ruhların" varlığına dair bir müjdeleyiciydi…

Makamının hakkını veren bir lider…

Milletin inandığı dava paralelinde, konuşuyor…

Dün geceki konuşmasında, en çok dikkatimi çeken ifadesi şuydu;

“Bugünlerde ülkemizde ve bölgemizde birileri kin ve nefretle amaçlarına ulaşmaya çalışıyor olabilir.

Kimi güçler Müslümanların hassasiyetlerini yok sayarak çiğneyerek sabrımızı sınıyor da olabilir. 

Asla mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.

Zalimin yaptıkları yanına hiçbir zaman kalmaz.

Katliamların, zulümlerin hesabı sorulur, sorulacaktır.

Sabreden, birbirine kenetlenen bir milleti ne içerden ne dışardan kimse yıkamaz.

Coğrafyamızda ekilmeye çalışan fitne tohumları asla boy vermeyecektir.”

Bugün hiç unutmayalım ki bu ruhları dirilişe geçiren konuşmalar, elbette ki devletin zirvesinde bulunan bir Cumhurbaşkanının dilinden çıkıyor.

O dil, kalbin ve ruhun birer tercümanı olmalıdır ki Cumhurbaşkanlığı sıfatıyla bu konuşmayı yapıyor.

Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bahsederken de tek kelimeyle “S.A.V” kavramını kullanmadan geçmeyen bir Cumhurbaşkanımız var…

Daha ne olsun…?

Bize göre ana muhalefetin veyahut ona mensup kalemlerin, medyanın, söylediklerinin hepsi bundan sonra laf-ı güzaftır.

Hani diyorlar ya;

“Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.”

Tekrar ediyoruz.

Eğer bugün Cumhurbaşkanı bu makamda “Şeb-i Arus”u kutlarken, Efendimiz (S.A.V)’i zikrederken Salavat-ı Şerif getirmesi de apayrı bir mutluluktur.

Güven tesisidir..

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Sizleri tüm bu söylediklerimizle baş başa bırakalım.

Asıl olup bitenlerin sadedine geçelim.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Cumhurbaşkanımızın bunca güzel, teselli ve ümit verici konuşmalarına rağmen…

Bakıyoruz ki; Türkiye her gün biraz daha uçurumun kenarına itilmek isteniyor.

Özellikle toplumsal ahlaki çöküntüler…

Ailelerin çöküntüleri…

Eşler arasındaki anlaşmazlıklar…

Ve tabi ki, din bezirgânlarının “Hac ve Umre” gibi kutsal ziyaretleri istismar ederek, o yüce değerleri rant uğruna çiğnemesi…

İslam’da olmayan Kur’ana uygun düşmeyen, kirli fetvalarla bu seferleri tanzim eden bazı “Turizm Şirketleri” ve “Diyanet”in organizeleri gerçekten çok iğrenc verici bir tablodur…

Çok tehlikelidir….

Ve her gün biraz daha medyanın manşet ve sürmanşetlerine düşebilecek bu kirli rantiyeci bezirgânların haberleriyle karşılaşacağız.

***

Bakınız, sevgili dostlar.

Vatandaşın birisi bizim Gazete ve TV'nin Genel Yayın Yönetmeni Ömer Büyüktimur’un mailine şöyle bir yazı göndermiş.

İnanın, tüyler ürpertici bir serzeniş.

İnsanı vicdanen sarsıyor?

“Bu ülke nereye gidiyor?” diye sormaktan kendimizi alı koyamıyoruz…

Kamu görevini yapan akademisyen olsun, uzmanlar olsun veya sıradan personel olsun  "ahlaki çöküntü" noktasında çok büyük zorluklarla karşı karşıya…

Özellikle sağlıkta, özellikle Diyarbakır Sağlık kurumunda…

Vatandaş “Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi”nde olup bitenleri dile getiriyor.

Ve şöyle diyor;

“Merhabalar Ömer Abi”

“Efendim 5 Kasım’da Eğitim Araştırma Hastanesindeki personelı doktor skandalını ortaya çıkaran yazınıza istinaden sizleri rahatsız etmekteyim.

Aynı sorundan muzdaripim, tabii durum biraz farklı ama netice aynı.

Eşim eğitim araştırma hastanesinde ….. biriminde şef.

5 yıllık evliyiz, 1 de kızımız var.

Haziran ayında eşimin telefonunda tesadüfen gördüğüm bir mesajı araştırdım, eşimin aynı hastanede …. birimindeki tekniker ile görüşmelerine şahit oldum, tabii bunu eşime de söyledim, dayanamadım.

Eşim evi terk etti, 5 aydır ayrıyız, sonrasında ‘Bana şiddet uyguluyor’ diye dava açtı komik bir şekilde.

Ben de ‘beni aldattın elimde yazışmaların mesajlaşmaların detayları var’ dedim..

Mahkeme gününü beklemekteyim.

Ama içim içimi yiyor ağabey, böyle bir durum o lanet hastanede herkesin başına geliyor, evim yuvam yıkıldı, eşimin ailesi durumun üstünü kapatmaya çalışıyor.”

* * *

Evet, sevgili dostlar ve SÖZ okurları.

İşte bakınız, ülkemizde neler oluyor, bitiyor veyahut bitmiyor, sonu gelmiyor?...

Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız ne kadar güzel şeyler söylüyor?

Azıcıkta olsa yüreklere su serpiyor, ümit veriyor.

Amma velâkin olup bitenler tam tersine kapkaranlık bir tabloyu gösteriyor.

Bunu da burada bırakalım...

Hele hele yüce İslam dinimizin kutsal “Hac ve Umre” ibadetlerini yerine getirmek amacıyla harekete geçen başta Diyanet Teşkilatının organizeleri tümüyle ranta dayalı…

“Hac, Umre, Tavaf” Turizm şirketleri, apayrı bir şekilde İslam’ın ana hakikatlerini ortadan kaldırıp sadece kadın üzerine “Nasıl rant temin edebilirim, nasıl müşteri toplayabilirim ve nasıl yankesicilik yapabilirim” düşüncesiyle yola çıkıyor.

İslam’da olmayan ve tam da İslam’ın nefretle baktığı olayları uyguluyor.

Şöyle ki;

“Nikâhı düşmeyen yakınlarının beraberinde bulunmadığı bazı genç ve güzel kadınları ön plana alarak müşteri topluyorlar.

Ve noterlerde onlara sahte dayı ve sahte yakın göstererek, yedi yabancı ne idüğü belirsiz kimselerle “Umre” yolculuğuna çıkarıyorlar.

Suudi Arabistan’a giderken kadınların yanında nikahı düşmeyen yakınları olmadığı takdirde, o kişiye “hac ve umre ibadetini yaptırmazlar…”

Noterlerden alınan belgeyle kitabına uydurarak sahte dayılarla, sahte yakınlarla aynı kafileye sokarak yola çıkıyorlar.

O kutsal topraklarda hacılar gruplara ayrılırken, o güzel genç kadınlarla o sahte dayılar aynı gruba konuluyor ve otellerin aynı odalarında barındırılıyor.

İşte gelin sevgili dostlar.

Buna ağlayalım mı, gülelim mi?

Böylesine İslam’a ters düşen namussuzluklar işlendiğinden der demez; “Bu Türkiye nereye gidiyor acaba?” demekten başka bir şey bulamıyoruz.

Hele hele Diyanet’in yaptığı skandal rezaletlere ne diyorsunuz?

O yakını yanlarında bulunmayan genç kadınları, Diyanet’in organize heyetleri tarafından ablukaya alınıyor ve zaman zaman grupları toplayıp konuşmalar yapılıyor…

Yetkili kişi özellikle bayanları şöyle uyarıyor…

“Bayan kardeşlerimiz çarşıya giderken, yalnız başınıza gitmeyin.

Hele hele tek başınıza ticari taksilere hiç binmeyin.

Çünkü burada ticari taksilere güvenilmez, her an için sizi kaçırabilirler?…”

Peki, sormazlar mı?

Madem böyle bir tehlike var sevgili Diyanet!

Eeyy yetkili…

Neden o kadınları nikahı düşmeyen yakınlarıyla beraber götürmüyorsunuz da tek başlarına onlara "hac ve umre" yaptırıyorsunuz?

Pek tabi ki, yakınları olmadığı zaman da sahte yakınlar ihdas ediyorsunuz ve aynı odalarda barındırıyorsunuz?

Ne fark var?

Evet, sevgili dostlar.

Bakınız, Türkiye’miz nasıl İslamiyet’le ters düşüyor.

Din bezirgânları  "para kazanma, rant elde etmek" için enva-i kirliliği yaratıyorlar..

Hadiseler çok.

Belge ve bulgular da çok elimizde.

Ama kime anlatırsın ki?

Hani diyorlar ya;

“Git derdini Marko Paşa’ya anlat”.

İşte Filistin'in hali..

Kim nasıl, Filistin'i kurtaracak?

Siyonizmi kim nasıl alt edecek, cevap veren yok?

Kudüs’ü nasıl sahipleneceğiz sorusuna da cevap bir türlü bulamıyoruz.

Çünkü bir defa biz kendimizle çelişkilerle dopdoluyuz.

Söz ve öz bir türlü birbiriyle uyum sağlayamıyor.

Bu itibarla yazımıza başlık olarak kullandığımız, "Hac mı, umre mi, piknik mi?" sorusuna bir türlü cevap bulmak zor….

Ancak şu var ki, hac ve umre adı altında Suudi Arabistandaki; "çok yıldızlı oteller" fuhuş merkezi haline gelmiş?…

En derin saygı ve sevgilerimle.

Allah encamımızı hayreylesin.