MÜSTAKİL VE BAĞIMSIZ OLMAK! (VII)

Evet, sevgili okurlar.

Ülkedeki yaşanmakta olan manzara her gün biraz daha sistemin, düzenin, içi boşaltılmış bir “Cumhuriyet”in gerçek yüzünü ele vermektedir...

Her zaman bu köşede vurgulayarak üzerinde durduğumuz konu….

Sistem; kanlı bir sistem…

Sistem; katil bir sistem…

Gelen giden iktidarlar, bu halkın ve bu fedakâr milletin bir türlü refah ve mutluluğunu sağlayamıyor.

İster A hükümeti olsun, ister B hükümeti olsun…

Evet, Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze dek Osmanlıdan kalan ve ufak bir coğrafyaya sıkıştırılan ve misak-ı milli hudutları adı verilen coğrafyanın insanları, ne yazık ki bir türlü terör belasından kurtulamıyor…

Ki korunamıyor da…

Nice aileler, bağrından çıkıp devlete emanet ettiği kuzularını bu teröre kurban veriyor.

İnandığımız ve bağlı bulunduğumuz yüce İslam dininin hükümleri gereğince zulmen, yani haksız yere neidüğü belirsiz bir kanlı mezalim sonucunda hayatını kaybedenlere “Şehit” diyoruz.

Ve o şahadet inancıyla bu millet kendine bir teselli buluyor.

Eğer o inanç sayesinde olmazsa, nice aileler, nice anneler ve babalar, nice kız kardeşler ve yetim kalan dedeler ve genç eşler ne yapacaklardı acaba?

İsyan edip sokaklara dökülmemek elde değil?…

Her ne pahasına mal olursa olsun, kanlı zalimden kendi eliyle intikamını alma arayışı içerisine girmek zorunda kalacaktı?

Zira bu edepsizliğe, bu çirkefliğe, bu hıyanete karşı hiçbir can dayanamaz...

* * *

Bakınız, tıpkı üç gün önce 22 yaşındaki Bilal Dicle’nin şahadeti gibi.

Babası Adnan Dicle…

Cenaze merasiminde; “Ben Dicleliyim, onların o kalleş büyükleri gelsin” diye feryat ediyor…

Şehidin kız kardeşi Hilal, kardeşinin resmi elbisesini giyip feryat figan ederek resimlerini öperek ancak teselli bulabiliyor...

Ama her nedense resmi dil, yani İçişleri bakanlığı veya devletin milli istihbaratı her zaman olduğu gibi, yani seneler öncesinden günümüze dek ancak globalleştirilmiş, adeta şablona konulmuş ifadeler ve sloganlar söylemektedir…

Zerre kadar terörle mücadelede ne yazık ki ilerleme kaydetmemiştir.

Yüce İslam dinine bağlı bu fedakâr inançlı millet, bu devlete vergisini veriyor, evladını asker olarak, polis olarak emanet ediyor.

İster iş çevresinde çalışanlar olsun, ister sıradan vatandaş olsun…

Hiç ama hiç kimsenin huzuru, refahı, mutluluğu söz konusu değildir.

Ancak resmi merasimlerde bir şeyler söyleniyor.

Şekli olarak taziyeler yapılıyor.

Zaman zaman Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, o üzüntülü mağdur ailelere teselli vermek için bizzat telefonla arıyor, aileleri teselli ediyor.

Allaha şükür ki bu var…

Yoksa bugüne kadar bu da yoktu…

Bu da, Erdoğan'ın sayesinde oldu..

O da millete bir nebzecik de olsa bir devlet büyüğü, mağdur ve üzüntülü ailenin seviyesine inerek, onların derdiyle dertlenme gibi bir pozisyon alıyor...

Ama bu Cumhurbaşkanından yıllarca öncesinde binlerce olayların hiçbirisine bir Cumhurbaşkanı veya bir Başbakan çıkıp, halkın üzüntülerini paylaşmak üzere telefonla veyahut bizzat gidip üzüntülerini paylaşmış değildir..

Olmuşsa da çok nadir olmuştur.

Ama bize göre bu da yetmez.

Zira ana, baba, Allah’ın her günü Güneydoğulu olsun, batılı olsun, Orta Anadolu’da olsun, bu 80-90 yıl içerisinde ve en çok da son 50 yıl içerisinde terör belasından nasibini almayan aile çok az diyebiliriz.

Yani bu coğrafya üzerinde yaşayan, özbeöz kendi memleketinde huzur bulamayan bağımsız, müstakil (!) bir Türkiye insanı bir türlü bu sıfatları kendinde bulamıyor.

Devlet, millet, vatan, anayasasıyla, yasalarıyla beraber müstakil değil.

Batı emperyalizminin hikâyelerine bağlıdır.

Müstakil olmayıp kendi istiklalini her ne kadar şeklen kurmaya çalışıyor ise de haçlı siyaset dinazoru Amerika, tüm İslam dünyasını yutmak istediği gibi Türkiye’yi de yutmaya çalışıyor.

Ve Türkiye de kendini bir türlü ondan kurtaramıyor.

Buna rağmen “MÜSTAKİL VE BAĞIMSIZ OLMAK BİZİM İÇİN EN BÜYÜK ÜSTÜNLÜKTÜR” deniliyor.

Vatandaş da diyor ki;

“Ah keşke o müstakil ve bağımsız olma pozisyonunu doyasıya tadabilseydik, yaşayabilseydik”

Ama heyhat!

Hiç de o müstakil ve bağımsızlık mutluluğunu bu millet bir türlü yaşayamadı.

“Demokrasi” denilen bir siyasi tabu, adeta putlaştırılmış, ilahlaştırılmış bir batıl ve yanlışla yaşıyoruz.

Bu nedenle bugüne kadar bu Anadolu insanı, nice nice Bilal Dicle’lerini, Emin’lerini, Akif’lerini, Mehmet’lerini, Ali’lerini, Osman’larını kaybetmiştir.

Terör belası, ana babaların bağrından evlatlarını almış, götürmüş toprağa gömdürmüştür.

Ama siyaset aynı siyaset, politika aynı politika.

Demokrasi bezirganlığı o biçim.

Ama hak, hukuk, adalet kavramları varsa da gerçek yüzü fiyasko.

Bu millet nereye gidecek?

Evet, gerçekten bu soruya karşı cevap bulunamıyor.

Mağdurların, masum insanların ne yazık ki dökülen kanları yerde kalıyor.

Adalet, buna bir çare bulamıyor.

Yani bu cinayetler zincirinin son halkasına rastlanamıyor.

Yani “artık yeter, bu kan kesilsin, bu cinayetler son bulsun, bu millet huzur, refah ve mutluluk içerisinde rahat nefes alsın” diye bir çare bulunamıyor.

Gencecik Bilal Dicle’nin evinin önünde kalleşçe arkadan vuruluş anı, mekanı, saati, zamanı, gerçekten düşündürücüdür.

Öyle inanıyoruz ki Bilal’i vuran kalleş terörist her kimse, mutlaka onu çok yakından tanıyan, takip eden ve inancının düşmanı olan kimselerdir.

Gerek sivil hayatta olsun, gerek aile hayatıyla ilgili olsun…

İdeolojilerine ters düşen Bilal’i bu şekilde kalleşçe vurdular.

Ama dünkü yazımda da değindiğim gibi ;

Mekan, mevki çok düşündürücü.

Dün babasıyla konuştum.

"Bilal’ın vurulduğu yer polis karakolundan 50 metre uzaklıkta.

Ve polis geç geldi, ambulansı biz çağırdık geldi."

Peki, sormazlar mı?

Hayrola ne oluyor ey devlet, sen neredesin?

Bize göre Dicle’li olan Bilal yine terörün Dicle çeteleri tarafından organize edilmiş bir hıyanete uğramış olabilir.

Onu yakından tanıyan ve pusuya düşürmek isteyen PKK terörünün Dicle çeteleri tarafından gerçekleştirilmiş olabilir.

Veyahut da 28 Şubat gibi faili meçhul cinayetlerin karanlık bir uzantısı olabilir.

Her ne olursa olsun…

Devlet, İçişleri Bakanlığı, kamuoyunun merakını gidermek için mutlaka ama mutlaka, en kısa zamanda bu olayın derhal çözümüne gitmesi gerekir.

Aksi takdirde yine bu bölgede faili meçhul cinayetlerin şaibesinin yoğunlaşabilecek tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan kimse kendini kurtaramaz..

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…