İSLAM MEDENİYETİ EŞİTTİR İNSAN CİBİLİYETİ!?...

Evet, sevgili okurlar…

Gerçekten, düşünerek, danışarak, büyük bir işbirliği içinde yürüyen bir toplum hiçbir zaman pusulasını şaşırmaz.

Hele hele İslam devleti olan sosyal bir devlet, bir ümmet, hiçbir şekilde dengesini kaybetmediği gibi, rotasından da çıkmaz…

Hep doğru istikamette ilerler...

İslam medeniyeti, insanın temel dayanak noktasıdır.

Bu itibarla diyorlar ki;

“Medeniyet-i İslamiye, insanı insan eder, belki insanı sultan eder.”

Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi;

“Hakiki imanı elde eden insan, kâinata meydan okuyabilir...”

Eğer "hakiki imanı" elde etmeyen bir toplum, İslam medeniyetinden uzaklaşarak İslam’sız yaşayan ve adına da istenildiği kadar, çağdaş medeni dünya denilsin, hiçbir zaman tutarlı olamaz.

Bir adım da ilerleyemez..

Çünkü, istikrar sağlayamaz…

Tabiatıyla istikrar olmayınca istikbal de mümkün olamaz…

İstikbal olmayınca bağımsızlığın varlığı da söz konusu edilemez…

Netice itibariyle, koas ve kargaşayla yüz yüze gelir..

Devleti oluşturan ve milletin bağrından büyük bir güç potansiyeliyle çıkan bir devlet anlayışı, her zaman için Hz. Ömer’in(r.a) düşünce ve mefkuresine sadık kalması gerekir…

Aksi halde o devlet, hiçbir zaman adil olamaz.

Adil olmayınca muttaki de olamaz.

Muttaki olmayan bir yönetim şekli, kişisel egosunu her şeyden üstün tutar.

İşte böylesi bir düşüncenin girdabında olan anlayıştan, milletin varlık ve istikamet beklemesi beyhudedir.

Bakınız sevgili okurlar...

Yüce Kur'an-ı Kerim bu minvalde bizleri uyararak, şöyle diyor…

“İçinizdeki münafıkları tanıyın ve bir bir ayıklayın.. Onları devlet işlerine yaklaştırmayın...”

Bu munafıklar, her ne kadar kendini şeklen Müslüman ve inançlı gösteriyor ise de uygulamaları tümüyle gerçek dışıdır…

Çünkü, onlar şeytanlaşan tağuti mecrada yürüyorlar.

***

Hali vaziyetimizi, anlatan bir devrisaadeten örnek getirmek istiyorum..

Ki, hem bizim meramımız iyi anlaşılsın..

Hem de ülkemizin içinde bulunduğu "vahim" hal, daha net bilinsin…

Efendimiz Hz. Resulullah (S.A.V) ve Hulafe-i Raşidinin, o dönem ve ondan sonra gelen, gerçek manada kişisel egosuna düşkün olmayan, bilakis hayatını İslam ve Müslümanlar uğruna harcayan zevatın hayatlarına ve çalışma stillerine bakalım.

Neler yaşamışlar, neleri yapmışlardır...

Gerek Hz. Resulullah (S.A.V) dönemi olsun ve gerekse de dört halifenin dönemi olsun.

Adalet, eşitlik, hakkın tahakkuku ve önemle raiyetin yararına oluşan işler...

İşte o güzel yapılan işler ve milletin ruhi derinliklerine İslam’ı enjekte eden bu tür medeniyetler, beşeriyete daima hayır getirmiştir.

İnsanı kardeşçe birbiriyle kenetlemiştir…

Emn-u emanete, rahatlık içerisinde yaşama biçimi sağlamıştır…

Haksızlığa da rıza göstermeme ideolojisini yaşatmıştır…

Hal böyle olunca devlet de rahat etmiş, millet de rahat etmiş, her daim huzuru bulmuştur..

***

Sevgili okurlar…

Bugünkü kirli ideolojya örgüsünün çalışma şekli meydandadır.

Kimse kimseyi kandırmasın.

Tamamıyla Fransa’dan, İngiltere’den, İtalya’dan taşınan nice nice kirli ideolojiler söz konusudur..

Ki, bunların başını çeken de İslam düşmanlığıdır…

Bugün, ülkenin içine düştüğü hal-i perişanlığın temel nedeni; İslam düşmanlığıdır..

Toplumun, devletin ve yönetimlerin hızla, İslam'dan uzaklaştırma halleridir..

Biz de bunlara karşı göz yumarsak, sessiz kalırsak, meşru zeminde hakkımızı aramazsak, her birimiz Allah korusun dilsiz şeytan pozisyonuna girmekten hükmen de olsa kendimizi kurtaramayız.

Onun için de, "avazımızın" çıktığı kadar, "İslamla bütünleşelim, yaşayalım" diyoruz..

***

Kurtuluş reçetemiz bu!...

İşte, Hz. Muhammed (S.A.V)’in yolu…

Yani “Cadde-i Kûbra” olan geniş ve uzun yol ortadadır.

İstikameti şaşırmamıştır.

O yolda yürüyen insan, hiçbir zaman zulmeden insanların yanında yer almamıştır, almazda!.

Zalimin zulmüne iştirak etmediği gibi göz de yummaz.

Bu itibarla o yüce kitap “Hûd” suresinin 113. ayetinde şöyle buyuruyor;

“Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!…”

Zalimin zulmüne karşı sessiz kalan veya rıza gösterenler, kesinlikle ayetin hükmü altına girer..

Pek tabi ki, maruz kalır.

Üstün perişanlıkla hem dünyada, hem de ahirette çaresizlikler içerisinde dengesini kaybeden serseri bir yıldız gibi her an için başka bir yıldıza çarpar, dünyayı yıkar.

Önce kendi başına yıkar…

Onun için şairin dediği gibi;

“Ne mümkün zulüm ile bid’at ile imha-yı hürriyet

Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten”

Yani ne kadar zalim olursan ol, insanların hürriyetini hiçbir zaman elinden alamazsın.

Eğer gücün varsa, insanı insan karakterinden çıkar.

Çıkaramazsın.

Çünkü insan hiçbir zaman inandığı davada yolunu şaşıramaz, ne kadar zulüm yapılırsa yapılsın, o zulüm sahibine döner.

* * *

Sevgili okurlar..

Bakın bu konuda, üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;

“Bu sözün yerine bu asrın yüzüne çarpmak için ben de diyorum ki;

Ne mümkün zulüm ile bi’dat ile imha-yı hakikat

(Zulüm ile baskı ile hiçbir zaman hakikat imha edilemez.)

Çalış kalbi kaldır muktedirsen ademiyetten.

(Eğer muktedirsen insanı kalpsiz bırak, canavarlaşma şekline sok.)”

İmanlı bir millet, hiçbir zaman tahakkümü kabul etmediği gibi fazileti de elden bırakmaz.

İnsan, kendi ülkesine, memleketine, milletine, insanına tahakküm ve tagallüp edemez.

Kendi ülkesine tahakküm ve tagallüpü ithal edip, millete başka bir giysi giydirse, faziletsizliğin ta kendisi olur.

Demek anlaşılan budur ki; topluma hizmet ve toplumu sevmek, koruma altına almanın yolu imandan, inançtan ve amelden geçer.

Yoksa şunun bunun kirli ideolojileriyle toplum bir yere varamayacağı gibi…

Hiçbir zaman bir toplum, bunu kabul etmeyeceği gibi göz de yummaz.

Herkes aklını başına almalıdır…

Bu milletin sermayesiyle, parasıyla, insanıyla başka ideolojilerin yaşatılmasına, enjekte edilmesine çalışılmasın!…

* * *

Bakınız, Yeni Akit Gazetesinin yazarlarından deneyimli kalem sahibi Abdurrahman Dilipak Hoca bu minvalde, dün şahane bir yazı kaleme almış..

Bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum…

Gerçekten, yazı her satırıyla bir ders-i ibret ihtiva ediyor…

Bakalım, Dilipak ne diyor?

“Meddahların mersiyelerinden ve destanlaştırılan mefahirler üzerine uydurulan hikayelerden damıtılan tarihlerden kendimize yol bulmaya çalışırsak, varacağımız yer yalnızlık, çaresizlik, pişmanlık ve hüzün durağı olacaktır..

En büyük öğüt verici Allah’tır.

Şirk koşmayacaksın, kibirlenmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, çalmayacaksın, zina etmeyeceksin, adil olacaksın, işi ehline vereceksin, ila ahir..

Hiçbir hükümdar, “Allah’ın iradesi” dışında güç ve tasarruf sahibi değildir.

Müslüman yönetici ise, “Allah’ın rızası” dışına çıkamaz.

Çıkarsa Allah’ın gazabı yakındır ve çabuk gelir.

Zulme sapan hükümdara karşı sessiz kalan ahali de o zulümden nasibini alır. Zalimlere yardım etmeyin ateş size de dokunur denmiştir.

Haksızlıklar karşısında susanlar “dilsiz şeytan” olarak tesmiye edilmişti.

“İçimizdeki beyinsizler”in işledikleri yüzünden bizi helak mı edersin Allah’ım diye sormamız, düşünmemiz gerek.

Bakın bir ülkede adalet yoksa barış da olmaz. Adalet ve barış yoksa, hiçbir özgürlük güvende değil demektir. Her zaman, her yerde haksızlık olur.

Önemli olan haksızlığa uğrayan hakkını alabiliyor mu, haksızlık yapanın yaptığı yanına kâr kalıyor mu?

İş ehline veriliyor mu, ehliyet ve liyakat, görevlendirmede esas alınıyor mu, yoksa rüşvet ve torpille, yakınlık derecesine göre mi istihdam yapılıyor,  karnınızı doyurabiliyor musunuz, iş ehline veriliyor mu, inandığınız gibi yaşayıp, düşündüğünüzü özgürce ifade edebiliyor musunuz, malınız, canınız, namusunuz güvende mi, kutsalınıza tecavüz edilmiyor mu, paranız para mı, yani emeğinizin karşılığını alabiliyor musunuz, oradan insanları kovsanız da gitmezler. Bunlar yoksa bağlasanız da durmazlar.”

***

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü yazımızın ana teması, hulasası; toplum artık siyasetin gaflet uykusundan uyanmalıdır, aldanmamalıdır, benliğini hiçbir zaman siyasete feda etmemelidir.

Bakınız, bir önceki gün yine bu köşede sizinle bir konuyu paylaşmıştık…

Ki bir siyasi partinin eş genel başkanı seçim propagandası yaparken, “Bu topraklar, İsrailoğullarının topraklardır, buna ard-ı mev’ut denilir, Musa’nın bu topraklarda İsrailoğullarına vermiş olduğu hizmet hala da devam ediyor.

Birileri gelip sahip çıkmışlarsa da onların o baskıları geçerli değil, bu topraklar İsrail’in topraklarıdır” diyebilen bir hain, ne yazık ki bu milletin vergileriyle oluşan bir bütçeden maaş alıyor….

Devlet onu himayesi altına alıyor, rejim onu himayesi altına alıyor...

Ve buna da ne yazık ki, demokrasi deniliyor.

Gülelim mi, ağlayalım mı?…

Yorumu tamamıyla siz değerli okurlarımıza bırakıyoruz...

En derin saygı ve sevgilerimle...